Uzun zamandır Taksim Meydanı'ndan geçmiyorum. Çünkü şunun farkına vardım: Her seferinde zihnimdeki Taksimlere gidiyor, onları arıyor, bulamıyordum.

Mesela 1965’lerde Cumhuriyet öğretmenlerinden annem ve kardeşimle dönerli sandviç yemek sonra sinemada Fantasia’yı izlemek için gittiğim büyülü Taksim. 1996’da kültüre sanata aç Türkiye’ye döndüğümde her hafta AKM’de opera izlemek, sergi gezmek için gittiğim şenlikli Taksim. Tiyatroya kütüphanede araştırmaya gittiğim güzel Taksim. Yaşlı anneme alıştığı dükkândan ayakkabı almak, yorulduğunda kafenin birine girip meydana karşı dinlendiğimiz huzurlu Taksim. 1976’dan 1996’ya katılamadığım Cumhuriyet Anıtı bayram törenlerinde, toplum hareketlerinde yer almak, yürüyen 1 milyon İstanbulluya elimde bayrakla ulaşmak, slogan atmak için gittiğim özgür Taksim. Ve elbette 2013’te yeniden kışlaya çevrilmesin diye Gezi Parkı eylemine direnişçi yazarlarla öğrencilerimle katıldığım Taksim.

Mimar, şair, yazar Mahir Öztaş 2010’da basılan 192 sayfalık Taksim Bir Şenliği Yaşamak kitabında: «Gerçekten de, sonuçta Taksim Meydanı sayısız insanın öyle veya böyle bir anısının olduğu, renkli çağrışımlarla dolu, İstanbul’un şenlikli bir köşesidir. Kentin yüreğinin attığı, önemli merkezlerden biridir. Şişli, Nişantaşı, Ayaspaşa gibi semtlere, çevresinde şık kahvelerin, dükkânların, sinemaların olduğu geniş bulvarlarla ulaşan, Beyoğlu gibi albenisi yüksek bir yere yollarla bağlanan ana bir merkez, kısacası, İstanbul kentinde, bir “modernizm” simgesi. Törenlerin birçoğu Taksim’de yapıldığı gibi, cumhuriyeti simgeleyen anıt da oradadır. Kenti ziyaret eden resmî kişiler, savaş ve okul gemilerinin komutan heyetleri, çelenklerini o anıta bırakarak saygılarını gösterirler. Gösteriler burada yapılır, kalabalıklar bu meydanda toplanır.’’ diyor.

Taksim on yıl önceye dek buydu. Şimdi ne peki?

Cumhuriyet Anıtı Taksim’i Taksim yapar, kimliğini karakterini verir. Yaşatan da bugün on altı milyon İstanbulludur. Bir yüzü Kurtuluş Savaşı’na öteki yüzü Cumhuriyet Türkiye’sine dönüktür. Oysa bugün Taksim Türkçe’nin neredeyse duyulmadığı, eski İstanbullunun nadiren görüldüğü, yazar çizer sanatçı entelektüelin kaybolduğu, enerjisinin uçup gittiği kirli griye dönmüş, bize ait değilmiş gibi gelen hızla geçip gitmek istediğimiz, huzursuz estetik olmayan bir alan.

Yaşanan acılara karşın umutları tazeleyen demokratik girişim iyi ki var: İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı’nın İstanbul Planlama Ajansı desteğiyle açılan ve 2 Mart 2020’de ilan edilen Uluslararası Taksim Kentsel Tasarım Yarışması. Meydanı, Gezi Parkını ve çevresini kapsıyor. 146 başvuru arasından ilk elemede seçilen 20 ekip jürinin tavsiyeleriyle projeleri geliştirerek ikincisine katılmış. Kazanan 3 eşdeğer proje var. Birinciyi İstanbul halkı tayin edecek.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu toplumsal ilişkilerin kurulacağı özgür, canlı, huzurlu, güvenli, demokratik bir Taksim amacıyla, “estetik olarak İstanbul'un tarihi kurgusunu, Taksim'in bütün hassasiyetlerini kollayan ve koruyan bir anlayışla’’ yarışmanın açıldığını belirtiyor. Kültür Varlıkları Daire Başkanı Mahir Polat da Taksim’i hak ettiği şekilde İstanbul’a kazandıracakları sözünü veriyor.

Taksim’in belleği projelerde ne kadar var?

Projeleri Peyzaj Mimarisini öne çıkaran, yeşil basmış tasarımlar olarak algıladım. Meydanın savunması Taksim’i parka dönüştürmek miymiş ki? Gezi Ruhu tam olarak hissedilmiş mi ki? İmamoğlu’nun kendi sözlerini ‘’ Şehrin korunması, şehrin adaleti, şehirde yaşayan insanların söz hakkının korunması, onlara saygı duyulması; şu anda tam da yaptığımız yarışma, o gençlerimizin ya da burada o mücadeleyi veren insanların adına, belki de o duygunun başarıya ulaşmış olması’’nı ne kadar görüyoruz ki?

KRT’de izlediğim analizlerde işin psikolojik tarafını savunan mimarlara tamamen katılıyorum. Öte yandan heykeltıraş Mehmet Aksoy’un katıldığım somut görüşü şöyle: Doğada olmayan 90 derecelik açılarla askeri nizamda Taksim’e doldurulan ağaçlar meydanı parka çevirerek belleğinden uzaklaştırıyor. Gene dediği gibi ‘’1976, 1977, 1978’in 1 Mayıs’larında Taksim Meydanı’nı dolduran yüz binlerce, beş yüz binlerce insan ve onların çocukları torunları yaşıyorlar’’. 16 milyon İstanbulludan biri olarak örneğin ben yaşıyorum ama projelerde kendimi bulduğumu söyleyemem.

Bu durumda hangisine oyumu vermeliyim?

KRT’de yapılan analizlerde Peyzaj Mimarisi yerine İç Mimari sözcüğü geçti. Dil sürçmesiyle bile olsa projeler incelenirken doğan iç mimarlık hissinden değil midir bu? Yapay duran taşkın yeşillik miydi nedeni?

Siyasilerin kapıldığı söylemler dünyada hep anlık ve retorik özentili. İstanbullulara harika ormanlar armağan eden İBB yalnızca parkın değil meydanın ruhunun da savunulduğunu nasıl savunacak?

Eşdeğer projeleri medyada gördükten sonra Aksoy’un; şartname içeriğinden kopartılmış meydan sıradan peyzaj problemi gibi çözülmüş düşüncesine katılmıyorum diyemem. Sanatsal dokunuşlara yer açılmamış, doğa da meydanın özgeçmişi ve hafızasıyla bütünleşmemiş düşüncesini tamamıyla kanıksıyorum.

Projelerde rekabet nerede?

Yarışmaya katılmış biri olarak diyebilirim ki kazanan eserlerin birbirine bu denli benzemesi şaşırtıcı bile değil salt olanaksızdır.

Yabancı katılımcılar ancak Taksim’in ruhunu bizim gibi hissedemediklerinden olsa gerek, bembeyaz maketlerle pembeyi yeşili kör kör parmağım gözüne gösterebilir. Hadi heykeltıraşlar olamadı yoksa Taksim’den bir gerçek plastik mekân yaratılabilirlerdi diyelim. Ya mimarlarımız? Taksim meydanına belleğini veremeyecek denli toplumsal ilham yoksunluğu yaşamış olabilirler mi?

Her yazıda aklıma bir soru takılıyor

İstanbul’u sahiplenenlerin projeleri görmek isteyeceğinden göremeyenlerin sosyal medyada iletişim kurarak bilgi edineceğinden kuşkum yok. Düşündüren nokta şu: Render’dan çıkmış görüntüler öyle gerçekçi ki… Yani ben proje somutlaştığında gidip Taksim’i görmek istesem hayal kırıklığına uğrayabilirim. Yapıların, zeminlerin bugünden farklı, maketlerdeki gibi bembeyaz olacağını, orada kendimi gemiden inmiş uzay taşına ayak basmış biri; devasa yeşil bitkilerin ağaçların bulunduğu, tanımadığım yepyeni bir dünyaya yanlışlıkla gelmiş biri hissedeceğimi hayal meyal seziyorum. Sanırım beklenmedik sona şimdiden hazırlanmam gerekiyor.

İstanbullu olarak bir daha soruyorum: Birbiriyle rekabet etmek şöyle dursun birbirinden hangi kriterlerle ayrılacağı anlaşılmayan 3 projeden birine oy vermek için onları neye göre ölçüp değerlendireceğiz?

Bu nasıl bir yarışmadır anlayamadım gitti.