Değerli okurlarım, Bugün sizlere Henrik İbsen’in «Bir Halk Düşmanı» adlı tiyatro eserinden söz etmek istiyorum. Görmediyseniz lütfen gidip görün. Kadıköy’de Hasanpaşa Gazhanesi’nin Sevda Şener Sahnesi’nde izledim.

Hasanpaşa Gazhane İstanbul'un Anadolu yakasına gaz sağlamak için Kadıköy'de 1892'de kurulmuş. 9 Temmuz 2021’de Müze Gazhane adıyla açılarak İstanbul'un yeni kültür sanat merkezlerinden biri oldu. Kentin keşmekeşinden kaçmak, kütüphanesinden yararlanmak, müzenin birer parçası olan özgün yapılarını, sanatçıların elinden çıkmış heykelleri, güneşli günlerde kafenin terasından izlemek, İstanbul’un bütün oksijeni sanki oraya toplanmış gibi içinize çekmek için, bu geniş merkez bir nimet. Yazar, dramaturg, akademisyen olarak Türk tiyatrosuna katkıları ve kitapları ile hizmet veren, Türkiye'de tiyatro dünyasında "Hocaların hocası" olarak anılan bilim insanı Prof. Dr. Sevda Şener Sahnesi ayrı bir güzel yapı.

«Bir Halk Düşmanı»

 ‘Eleştirel usçuluk-akılcılık’ edebiyat anlayışının tiyatrodaki öncüsü, çağdaş tiyatronun kurucularından hayranlık duyduğum Norveçli yazar Henrik İbsen’in (1828-1906) oyunu «Bir Halk Düşmanı». Toplumsal dramalar üzerine kurulu İbsen eserleri her çağda inanılmaz derecede modern. Oyunlarında bir azınlığın çıkarları söz konusu olduğunda, kamuoyunu yönlendirme sanatı, her zaman arkadaki itici güç. 1882’de yazılmış olan «Bir Halk Düşmanı» da bu anlamda hiçbir şey yitirmemiş. Bir insanlık durumu olarak bana ne denli bildik, tanıdık geldiyse, dünyanın her sahnesinde, her zamanında izleyicilere öyle gelecektir.

Çağımızda hemen her yerde tüm ilkelliğiyle sürmekte olan birey, toplum, siyaset ilişkisini bir kuzey ülkesinde, 1880’li yıllarda ele alan «Bir Halk Düşmanı» cesaretten yoksun, gerçekliğe göz yummayı seçen çoğunluğun tiranlığına, siyasi yalanlara ve fikirlerin yönlendirmesine karşı, dürüst, doğru tek bir adamın, insanları içinde bulundukları tehditlere inandırmaya çalışmasını konu alıyor. İbsen bu piyesi, şimdiki Çekya sınırları içinde bulunan Teplice kentinde 1831 yıllarında görev yapan bir doktorun başına gelenlerden esinlenerek yazmış.

Gerçeği aramak tehlikeli ve yalnız bir iş

«Bir Halk Düşmanı»’nda Thomas Stockmann kuzeyde bir yerde doktorluk yaparken, doğduğu kentte bulunan su kaynağının sağaltım için kullanılabileceğini saptar ve kentin gelişimini düşünerek bir kaplıca projesi geliştirir. Belediye Başkanı olan ağabeyi Peter’in katkısıyla proje, çevresine kurulan turistik yapılarla birlikte, bölgeyi vazgeçilmez bir geçim kaynağına dönüştürür. Öte yandan Thomas’ın kayınpederi ve öbür sanayi sahipleri, atıkların su kaynağına boşaltılmasını önemsemezler; termal su kirlenir.  Thomas üniversiteden gelen araştırma sonuçlarını Halkın Sesi Gazetesi aracılığıyla duyurur. Ancak durum düzelene kadar kaplıcanın geçici kapatılması gerekmektedir. Peter bu açıklamanın, kasabanın değerini, güvenirliğini, tehlikeye attığını söyler ve kardeşine şiddetle karşı çıkar. Başlangıçta haberi yayınlamanın çekiciliğine kapılan yerel gazete belediye yetkililerinden gelen tehditler karşısında, geri adım atar. Doktor Stockmann’ın gerçeğe olan susuzluğu, sarsılmaz dürüstlüğü, kasabanın ekonomik dengesini tehdit eder hale gelir. Halkın ve kurumların verdiği destek giderek azalır. Doktor doğru değerleri savunuyor olsa da suçlu durumuna düşer. Başlangıçta onu halk dostu diye alkışlayanlar, sonuçta halk düşmanı ilan ederler. Söz konusu ekolojik tehlike, sahte sorunlar yumağına dönüşür, açgözlülük gerçeğe üstün gelir.

"Bir Halk Düşmanı" sayısız esinlenmenin kaynağı

İbsen’in bu oyunu 1978’de Amerikalı yönetmen George Schaefer tarafından beyaz perdeye aktarılmış. Başrolde Steve McQueen oynamış.

Hintli yönetmen Satyajit Ray tarafından «An Enemy of the People» [Ganashatru] adıyla uyarlanan film 1989’da Cannes Film Festivali'nde yarışma dışı olarak gösterilmiş.

Emin Alper’in 2022’de gösterime giren koprodüksiyonu «Kurak Günler» [Burning Days] filminin ana esin kaynaklarından biri gene «Bir Halk Düşmanı» olmuş.

"Vatandaşlar ve siyasetçiler 'hakikatin' maskesini düşürmeye yönelik her türlü girişime karşı korunmalıdır."

1974 Paris doğumlu filozof ve psikanalist Cynthia Fleury 2005’te yayınladığı Demokrasinin Patolojileri [Les Pathologies de la démocratie] adlı kitabında şöyle demiş: “Yurttaşların ve siyasetçilerin olgunluğu, siyaset düzenini hakikat ve adalet düzeninden, ayırma becerileriyle ölçülür. [...] Vatandaşlar ve siyasetçiler 'hakikatin' maskesini düşürmeye yönelik, her türlü girişime karşı, korunmalıdır." Peki nasıl korunacaklar?

Bugün bizler de Fleury’nin sorduğu soruları kendimize soruyoruz.

Mesela Türkiye Cumhuriyeti’nin savunduğu demokratik değerler ve ilkelerle neler yapabildik? Bu değer ve ilkeler hâlâ ne kadar etkili? Neden saptırıldılar? Çağımızda kabalığı özendirmeden kişisel doygunluğu yurttaşlar nasıl kazanabilir? Toplumsal koşullar pahasına olmadan, özgürlük alanını nasıl genişletebiliriz? Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasi ilkelerinin garantiye alınmasını sağlamak için daha başka hangi bedeller ödenecek? Toplumumuzdaki yaşam koşullarına yenik düşmekten nasıl kaçınabiliriz? İktidarın karanlık İslam hukukunu adım adım geri getirişi nasıl önlenecek? Kolektif bireycilik çağında ortak geleceğimizi nasıl tasarlayacağız?

Keşke küçük korkaklıklarımızı bir yana bırakabilsek. Keşke ağırbaşlı edep sahibi kişiler iktidarda olabilse. Keşke söyleyemediğimiz acılarla dolu sözleri dile getirebilsek. Belki henüz yiğit insanlar olmaktan uzağız ama sözde kahramanlarımız da çıkmasın mı? Ahlaksızlığı değil erdemli olmayı seçsek? Sisteme sıkı sıkıya bağlı, çıkarları birbirine geçmiş güç odakları olmasak, toplumsal kuralları, ilkeleri yozlaştırmasak? Kurulu düzenin ikiyüzlü değerlerini, benimsediği ahlaki boşluğu ona zekice gösterebilecek yetişkinliğe hiç ulaşamayacak mıyız? Keşke Cumhuriyet’imizin 100. yılında bunu yapabilmiş olsaydık…  Mutlak trajediyi arkada bırakırdık belki. Ekonomik çıkarların kolektif iyiliğin önüne geçmesine engel olabilseydik demokrasimiz bugün çok daha iyi günlere ermiş olurdu.

Siyaset düzenini hakikat ve adalet düzeninden ayıracak beceriyi edinmek

Günümüz siyaset anlayışını bilmezlikten gelemeyiz.

Artık bu saflığı, bu aptallığı sergilemeyelim.

"Bir Halk Düşmanı" oyununda kendi gerçekliğimizle karşılaştıktan sonra hele, ilkeleri olan yeni bir ‘birey, toplum, siyaset’ ilişkisi neden oluşturulmasın diyorum.

Hiçbir yere varmayan, yalnızca davamızın erdemlerini öven ve savunan söylemlerle, karşı fikirde olanları taşlayarak, inandırmaya çalışan söylemlerden kurtulmalıyız hepimiz.

‘2023 sivil anayasası’ diye bir tartışma başladı. 2028 seçimlerine kadar bu değişikliğin gerçekleşmesi hedefleniyor.

Bu Anayasanın, Cumhurbaşkanının sözleriyle: "Milletimizin dünyaya ve hayata bakışına, ülkemizin birikimine ve hedeflerine uygun bir anayasa metni"[1] olması düşünülüyor.

İyi de iktidar ve muhalefet yukarıdaki soruların yanıtlarını millete vermiş mi ki?

Türk milletinin dünyaya ve hayata bakışı belli değil mi ki?

Topraklarında sayısız medeniyet yatan ülkemizin, arkasında koskoca bir tarihi olan ulusumuzun birikiminden iktidar ne anlıyor? Millet bilmeli.

Sahibi oldukları Türkiye için yurttaşların belirledikleri hedeflerle bugün iktidarın ve muhalefetinkiler örtüşüyor mu peki?

İşte burada C. Fleury’nin yukarıdaki sözleri anahtar durumda. Bunlar kulağa hoş gelmekle kalmamalı. Öyle olmalı ki gerçekten "vatandaşlar ve siyasetçiler, hakikatin maskesini düşürmeye yönelik her türlü girişime karşı korunmalı."

Bunun nasıl yapılacağının yolunu daha fazla gecikmeden bu milletin hukukçuları bulmalı diyorum.

Tüm bunlar yapılmadan, milletin çekinceleri giderilmeden Anayasa değişikliği yapılamaz.


[1] https://www.bbc.com/turkce/articles/cpw85w52ql9o: «Yeni ve sivil anayasa bir kez daha iktidarın gündeminde: AKP nasıl bir anayasa istiyor, hangi adımlar atılacak?» 13 Eylül 2023.