1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Recep Tayyip Erdoğan o günlerde İstanbullulara şöyle sesleniyordu, “Eğer bir gün zengin olursam bilin ki haram yemişim, bilin ki çalmışım.”

Gelinen süreçte ise Erdoğan, sadece Türkiye’nin değil dünyanın sayılı zenginleri arasında yerini almış durumda. Öyle ya ‘Sayın Cumhurbaşkanı nereden buldun bu kadar serveti diye sormazlar mı adama…

Sorarlar tabi ki, ama onu ilerleyen sayfalarda anlatacağım.

Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra kendisi ve çevresindekilerin dikkat çeken bir ekonomik yükselişi oldu.

İlerleyen yıllar sonrası bu ekonomik yükselişin hikmetinin nereden geldiği dönemin CHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Bölük'e gelen bir ihbarla ortaya çıkacaktı. Gelen ihbar ise İstanbul halkının, “AKBİL” aracılığıyla sanal ortamda hortumlandığıyla ilgiliydi. ‘AKBİL'in bilgisayar ortamında tutulan hesaplarına değişik tarihlerde girilerek, hasılatlar üzerinde oynamalar yapıldığı iddiasıydı.

Böylece İETT büyük bir zarara uğratılırken, yapılan yüksek zamlarla dar gelirli olan İstanbulluların ulaşım için büyük sıkıntılar içerisinde olduğu bir gerçekti.

Durumu dönemin CHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Bölük, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na ihbar eder. Arkasından ‘AKBİL projesinin mucidi’ sayılan İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi'nden Dr. Berk Üstündağ da Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunur. Bu iddiaları içeren dosyalar daha sonra Sarıyer Savcılığı’nda birleştirilir.

Ancak bu ‘AKBİL’ soruşturma süresince sistemin uygulayıcısı BELBİM (Belediye Bilgi İşlem A.Ş.) Genel Müdürü Ahmet Kozakoğlu ve diğer yöneticiler görevlerinde kalmaya devam ederler.

Soruşturma süresi içinde Bölük'e çeşitli bilgiler gelmeye devam eder. ‘‘BELBİM yöneticileri delilleri karartıyor. Bilirkişilere giden bantları bozuyorlar’’ diye. Bölük, ihbarları savcılığa da duyurur. Savcılık bu durumu bilirkişilere incelettirir. Bilirkişiler şöyle bir tespit yaparlar: ‘‘Bilgi işlem merkezinde sistem disk kapasitesinin yetersizliğinden ötürü sistem kullanıcılarının sisteme erişimini izleyen bir dosya (log dosyası) tutulmamaktadır. Bu nedenle sistem kullanıcılarının ne zaman, hangi dosyalar üzerinde ne tür hareketlerde bulunduğu belirsizdir.’’

Mehmet Bölük bunun üzerine Cumhuriyet Savcılığı'na şöyle bir talepte bulunuyor. Önceden bu şüpheli şahısların bütün uyarılara rağmen suistimale açık sistemi uygulayan, suistimali gizlemek için log dosyalarının silinip delillerin yok edilmesine olanak sağlayan BELBİM Genel Müdürü Ahmet Kozakoğlu ve kurumun zarara uğratılmasını seyreden, karşılıklı muhasebe kayıtlarını tutturmayan İETT Genel Müdürü Raif Yetim ile tüm bu olayları görmezden gelen, BELBİM, İETT genel müdürlerini soruşturma süresinde görevde tutarak delillerin yok edilmesine neden olan Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunuyor.

Bölük’ün suç duyurusu üzerine Cumhuriyet Savcılığı, Büyükşehir Belediyesi'nden, Büyükşehir'in BİT'lerinden olan BELBİM Genel Müdürü Ahmet Kozakoğlu'nun görevden alınmasını istedi. Ancak Erdoğan’ın Siirt'teki konuşması nedeniyle verilen mahkumiyet kararı nedeniyle belediye başkanlığından ayrılmasının ardında İBB tarafından Erdoğan’ın yerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ali Müfit Gürtuna, Kozakoğlu'nu görevden almamakta direndi. Soruşturma sürerken 'Rahşan affı' çıktı... Sarıyer Savcılığı, Gürtuna ve Recep Tayyip Erdoğan hakkında hazırladığı fezlekeyi Yargıtay'a gönderdi.

Yargıtay da İçişleri Bakanlığı'ndan soruşturma izni istedi. Bakan Sadettin Tantan, 1.2.2001'de bu izni verdi. Ancak Erdoğan ve Gürtuna, Danıştay'a itiraz ettiler. Danıştay 2. Dairesi, 27.9.2001'de, dosyanın af kapsamına girdiğine karar vererek, İçişleri Bakanlığı'nın soruşturma iznini iptal etti.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Gürtuna ve Erdoğan'a yöneltilen suçların 3628 sayılı Mal Bildirimi ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu'nun 17. maddesi kapsamına girdiğinden, İçişleri Bakanlığı iznine gerek olmadığı nedeniyle gereği yapılmak üzere dosyayı, BELBİM Genel Müdürlüğü'nün bulunduğu Üsküdar Başsavcılığı'na gönderdi.

Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmasında birçok yeni belge ve bilgiye ulaştı; Fazilet Partisi yandaşlarına usulsüz ödemeler yapılan 'havuz hesaplar' tespit edildi. Bölük'e göre, delillerin ve bilgisayar kayıtlarının 'karartılması' nedeniyle AKBİL yolsuzluğunun miktarının 5-6 trilyonluk bir kısmı ispatlanabildi.

Ve 16 Haziran 1999’da Cumhuriyet Savcılığı, Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi'nde davayı açtı. Bu Sabih Kanadoğlu'nun gönderdiği dosyalar nedeniyle Erdoğan hakkında açılan ikinci dava oluyor. İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki ilk dava ise, Erdoğan'ın yakını olan Albayraklar'a verilen ihaleler nedeniyle, 'ihaleye fesat karıştırmaktan’ açılmıştı.

AKBİL ve Albayrak’lara verilen ihaleye fesat karıştırmakla ilgili Birgün gazetesinden Erk Acarer’in titizlikle hazırladığı habere göre: Başmüfettiş Eren’in İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na gönderdiği, oradan da DGM’ye gelen suç dosyasında, son 5 yıllık dönemde yapılan ihaleler mercek altına alındı. Sıradan bir servis şirketiyken, Recep Tayyip Erdoğan döneminde 1998 yılında 641 milyarlık çöp toplama işi alan, daha sonra aynı işi, 1999 yılında 1 trilyon 222 milyar, 2000 yılında ise 1 trilyon 500 milyara alan Albayrak A.Ş’nin şirketi önemli bir yer tuttu. Raporun bir bölümündeki tespit de ilginçti. “Büyükşehir Belediyesi’nin 227 araçlık yeni personel taşımacılığı için hazırladığı şartnamede “İhaleye katılacak firmanın 3 bin kişilik taşıma gücüne sahip olması gerekir” ibaresi bizzat Albayraklar için konuldu.”

“Hayali Şirketlere, Naylon ve Sahte Faturalarla Ödeme Yaptılar”

Candan Eren’in raporunda usulsüzlük, yolsuzluk iddialarına ilişkin şirket, şirket, kalem, kalem ayrıntılı bölümler yer aldı. Ama bir tespit hala tartışılır. O tespiti de görelim. “…hayali şirketlere, naylon ve sahte faturalarla ödemeler yaptıkları, yapılan bu ödemeler sonucunda, toplanan paraları, kendilerince bilinen kişilerin elinde toplayarak özel amaçlar doğrultusunda kullandıkları, yukarıda belirtilen (Recep Tayyip Erdoğan), (Geleceğin Başbakanını hazırlamak ve cihat hazırlığı yapmak) amaçlara yönlendirdikleri ve zimmete geçirdikleri, İstanbul ilinde özellikle kapatılan Fazilet Partisi Belediyeleri ile işbirliği yaparak kamu imkanlarının çeşitli yollarla kendilerinin ve mensubu bulundukları partinin menfaatine aktardıkları, güncel tabiri ile hortumladıkları, bu eylemler arasında gerek gördükleri takdirde baskı, şiddet, cebir ve mafyavari yollara başvurmak suretiyle suç işledikleri yönünde iddialar ve ifadeler bulunduğu tespit edilmiştir”

Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı dönemine ilişkin neredeyse sürek avı yapan bir isim vardı. Zamanın CHP il Başkanı Mehmet Bölük. “El Tayyip” kitabının da yazarı olan Mehmet Bölük, Akbil skandalı gibi birçok yolsuzluk iddiasının aynı zamanda hafızasıydı. Mehmet Bölük, 2007’de Ukrayna’da otomobiliyle seyir halindeyken beklenmedik bir şekilde şarampole yuvarlanıyor. Önce bombalı saldırı olduğu iddiası duyuluyor. Sonra şüpheli trafik kazası, ölümünün üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen… Sonrası malum esrarını koruyan bir kaza olarak kayıtlara geçerek unutuluyor.

Başmüfettiş Candan Eren’le birlikte soruşturmayı yürüten Mülkiye müfettişleri Hüseyin Avni Coş ve Enver Salihoğlu’nun raporları çok farklıydı. Onlar raporlarında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan ile aralarında eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin gibi isimlerin de yer aldığı, daha sonra AKP milletvekili de olan belediyedeki dönemin üst düzey bürokratları hakkında yolsuzluk iddialarının gerçeği yansıtmadığı, bu nedenle de adli işleme gerek olmadığı yönünde görüş bildirdi. Soruşturmada adı geçen isimler AKP kurucusu sonra milletvekili ve bakan oldular. Örneğin Mehmet Mustafa Açıkalın, İdris Naim Şahin, Hüseyin Besli, Akif Gülle, Veysel Eroğlu, Hilmi Güler, Nurettin Canikli gibi.

‘Son Erdoğan Kutsal Kitabı’nın da yazarı olan Hüseyin Besli kendisinin de yargılandığı döneme ilişkin hiçbir şey yazmaması da önemli bir ayrıntıdır. Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulu tarafından hazırlanan rapora göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimi, Belbim AŞ tarafından işletilen Akbil (Akıllı Bilet) aracılığı ile 2,6 trilyon liralık hasılatı buharlaştırdı.

Peki, sonra ne oldu?

Danıştay 2. Dairesi; Erdoğan’ın yargılanmasının önüne geçen bir karar aldı. Erdoğan’a atfedilen bu suçların bir kısmının erteleme yasasına girdiği, bir kısmının zaman aşımına uğradığı, bir kısmının da teşekkül oluşturmak suçunun unsurlarının oluşmadığı kararını verdi. Bu kararları veren dairenin hakimi ise Hüseyin Karakullukçu idi. Aynı zamanda Bülent Arınç’ın sınıf arkadaşı.

Danıştay raporu sonra zaman aşımı ve “Rahşan Affı” adıyla bilinen yasa değişikliği sayesinde davalardan sonuç alınamadı. Bu arada Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde belediyeleri denetlemekle görevli olan Sayıştay’ın Başkanlığını daha sonra Milli Savunma Bakanı yapılan Vecdi Gönül’ün yaptığını da hatırlatayım. Ülkeyi sarsan ama Tayyip Erdoğan’ı etkilemeyen Akbil gibi iddialarında öne çıkan isimlere ne olmuştu? Onu da görelim.

Candan Eren’e ne oldu? İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren, İstanbul Belediyesindeki yolsuzluk iddialarını araştırdı. Sonra bu iddiaları bir rapor haline getirdi. Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilişkilendirilip hakkında onlarca dava açıldı. Sürgünlerden sürgün beğendirildi. Ve son olarak, Konak Belediyesi’nde yaptığı soruşturma sırasında, “memuriyetine ait vazifeyi suistimal ettiği” gerekçesiyle 5 ay hapis cezasına çarptırıldı, cezası paraya çevrilerek ertelendi. Candan Eren için fezlekeyi hazırlayan kimdi? Recep Tayyip Erdoğan’ın “malvarlığı” davasında verilen beraat kararını temyiz etmeyen eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, sonradan da Adalet Bakanlığı Müsteşarı olan Fahri Kasırga idi.

Adil Serdar Saçan’a ne oldu? Akbil Operasyonunu yapan Organize Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’ın üzerine belediyenin konteynırı düştü. Ölümden kurtulan Saçan, Ergenekon davasında tutuklandı. 16 ay hapis yattı.

Ayhan Mimaroğlu’na ne oldu? Akbil ve Erdoğan döneminin yolsuzluk iddialarını yürüten zamanın Mali Şube Müdürü Ayhan Mimaroğlu uyuşturucu kaçakçısı bağlantısı olduğu iddiasıyla meslekten men edildi. Sonra mahkemeyi kazanarak göreve geri döndü.

Avukat Vildan Ersin’e ne oldu? Albayraklar ve Yenişafak Gazetesi’nin avukatlığını yapıyordu. 2001 yılında Kilyos’ta şüpheli bir şekilde boğuldu. Avukat Vildan Ersin’in şüpheli bir şekilde boğulduğu sırada yanında Mali Şube Müdürlüğü Dolandırıcılık Büro Amirliği’nde görevli polis memuru Kadir Koçyiğit vardı.

Başsavcı Veli Engin Aslan’a ne oldu? Akbil soruşturmasını yürüten Sarıyer Başsavcısı Veli Engin Aslan, isteği olmamasına rağmen İstanbul dışına sürgün edildi.

Hüseyin Avni Çoş’a ne oldu? Akbil Operasyonunda Erdoğan’ı aklayan Mülkiye Başmüfettişi Hüseyin Avni Coş, Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde, ilk Bingöl Valisi olarak görevlendirildi. Sonra Adana’da bir vatandaşa “gavat” derken görüldü. Tepkiler üzerine Erdoğan “valimizi yedirtmem” dedi. Sakarya valisiyken merkeze 2017’de yayınlanan Valiler kararnamesiyle merkeze alınan valiler arasında yer aldı.

Enver Salihoğlu’na ne oldu? Tayyip Erdoğan’ın soruşturulmasına yer olmadığına ilişkin raporlar düzenleyen Mülkiye Başmüfettişi Enver Salihoğlu ise Erdoğan’ın memleketi Rize’ye vali olarak atandı.

Hüseyin Karakullukçu’ya ne oldu? Erdoğan’ın Akbil soruşturmasında yargılanmasının önüne geçen kararın altında imzası olan Hüseyin Karakullukçu daha sonra Danıştay’a başkan oldu. Danıştay başkanlığı sırasında hayali ihracat bağlantılı çete soruşturmasında çete lideri Barbaros Hayrettin Aksoy’la çeşitli firmaların cezalarıyla ilgili görüşmeler yaptığı ortaya çıktı. Yaş haddinden emekli oldu.

Necmi Kadıoğlu’na ne oldu? Necmi Kadıoğlu; uzun süre İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kaynak ve İştirakler Daire Başkanlığı’nı ve kapatılan Refah Partisi’nin İl Yönetim Kurulu üyeliğini yaptı. Belediyenin İSTAÇ gibi şirketlerinden bazılarının yönetim kurullarında da yer alan Kadıoğlu, Akbil Skandalı patlak verince yurtdışına kaçtı. Ele geçirilen naylon faturalarda imzası bulunan ve 50 milyon lirayı yurtdışına kaçırdığı öne sürülen Kadıoğlu, 2 ay kaçak yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönüşünde Atatürk Havalimanı’nda gözaltına alındı. İGDAŞ soruşturmasının kilit ismiydi. Tutuklandı, cezaevine gönderildi. Suç çete kapsamından çıkarılınca serbest bırakıldı. 2014 yerel seçimlerinde Esenyurt Belediye Başkanı seçildi. 15 Aralık 2017’de Erdoğan’ın metal yorgunluğu kapsamında tasfiye edildi. Esenyurt Belediye Başkanlığından sağlık sorunları bahanesiyle istifa etti.

Sihirli el işte, ne zaman kimin kıçına değeceği belli olmaz

Belediye Başkanlığı döneminden bu yana hakkında pek çok dava açılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a dokunmayanlar yukarıda da bahsettiğimiz gibi mesleki kariyerlerinde rüyalarında bile göremeyecekleri bir yükselişle zirve yaptılar.

Günümüzden örnek verecek olursak: Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit gibi. Peki, kimdi bu İsmail Rüştü Cirit, ne hikmeti vardı? En büyük hikmetlerinden örnek verecek olursak. Bu zatın en büyük özelliği duruşma sırasında bayılması, bazı insanlar bayılınca yer çekimi muhalefetine karşı koyamayarak sert bir şekilde zemine çakılır. Ve zemine çarpmanın etkisiyle kafası, gözü ya da kolu bacağı kırılır.

Bazıları ise sihirli bir elin kıça değmesiyle elin sahibinin şefkatli kolları üzerine düşerek rüyalarında bile göremeyeceği makam ve mevkinin yanı sıra iktidarın bütün dünya nimetlerinden faydalanma fırsatı bulurlar. Eee sihirli el bu, işte ne zaman kimin kıçına değeceği belli olmaz.

Biz yine Cirit’e gelecek olursak 1990’lı yıllarda Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak kamuoyunun ve basının adını bile bilmediği bir hakim olarak yaşamını sürdürürken Savcının Erdoğan ve suç ortakları hakkında 12 yıl hapis istediği Akbil davasında Erdoğan ve suç ortaklarına başkanlığını yaptığı davada beraat verdi.

Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında kendisine dokunmayanlar listesinde olan pek çok yargı mensubu gibi İsmail Rüştü Cirit de yüksek yargıya seçildi.

1990’lı yıllarda Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan Cirit, Erdoğan ve suç ortaklarına karşı başkanlığını yaptığı mahkemede vicdanın sesi ve hukukun üstünlüğüne ve tarafsızlığını gözeterek karar verebilseydi bugün gerici din bezirgânları zafer çığlıkları atamayacaktı. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesi olan çağdaş medeniyetler seviyesine bir adım daha önde olup uygar dünyada yerini alacaktı.