Gülizar... Yaklaştım, iyice yanına sokulup konuşmak istediğimi söyledim. Önce bir durakladı. Ardından ne alaka dercesine yüzüme manasız manasız baktı

Aylardan Şubat...

Güneş gök kubbeyi yararak yer yüzüne doğru etkisini göstermeye başlamıştı… Bu mevsimde bunu fırsat bilen insanlar kendilerini boğazın incisi Yeniköy sahiline atmıştı. Bir tarafta oltacıların balık keyfi, diğer tarafta spor ve yürüyüş yapanlar; bulunduğum mesafeye epey uzak olsalar da fark ediliyorlardı. Bankların üzerine oturan kadının boğazın esintisine karşı saçları tel tel uçuşuyordu. Arada bir esintiye karşı saçılan kömür karası saçlarını eliyle düzeltmeye çalışıyordu.

Yaklaştım, iyice yanına sokulup konuşmak istediğimi söyledim. Önce bir durakladı. Ardından ne alaka dercesine yüzüme manasız manasız baktı. Kendimi tanıtıp zaman zaman sokak röportajları yaptığımı söyleyince yüzündeki ürkekliğin yerine bir güven gelmişti. Biraz hoş beş sohbetten sonra arkası arkasına birkaç soru yöneltmiştim…

Adının Gülizar olduğunu öğrenmiştim. Gülizar genç olmasına rağmen öyle çok şeyler yaşamıştı ki. O genç yaşta yaşama dair yarım asırlık tecrübe edinmiş gibiydi. Boğazın derinliklerine doğru dalan gözleri zaman zaman buğulanarak boğazın derinliklerinde kayboluyordu…

Korkuyordu, korkusundan isminin yazılmasını istemiyordu. Ancak içindeki öfke ve isyanı korkusunu bastırıyor; kendisine yapılan haksızlıklar karşısında iri gözlerinden kıvılcım çıkarcasına kaşlarını çatarak, boğazın akıntısına meydan okurcasına Karadeniz istikametine giden yük gemilerine bakıyor; arada bir denizin derinliklerine dalıp gidiyordu. Sonra yüzüne bir tebessümle birlikte bir gülümseme geliyordu. Belki de kim bilir içindeki bütün öfke ve isyanını denizin derinliklerine bırakıyordu.

Arada bir martıların arsızca birbirleriyle bağırışarak oynaşmalarıyla irkiliyor, oturduğu bankın üzerinden fırlayarak kalkıyor, etrafında neler olup bittiğine bakınıyordu. Etrafındakilerin kendi halinde olduğunu, kendisinden kimsenin farkında olmadığını görünce biraz mahcup gerisin geriye kahverengiye çalan bankın üzerine oturuyordu.

Sahil, yol boyunca balıkçılar ile doluydu. Kovayı ve oltayı kapan Yeniköy sahiline gelmişti. İnsanoğlu ne acımaz… Eğlenme ve spor maksadıyla balık tutuyordu. Ne tuhaf değil mi? Bir canlı bir başka canlıyı sırf eğlenmek için öldürüyor.

Gülizar, yine boğazın derinliklerine dalmıştı. Gözlerinin önüne çocukluğu geliyordu. Annesi, babası, köydeki salıncağı ve benekli buzağıları... Hüzünlenen iri gözleri buğulanmış, kömür karası uzun saçları boğazın esintilerine karışmıştı. Arada bir esintiye karışan saçlarını düzeltmeye çalışıyor, sonra kendi haline bırakıyordu.

Gülizar, annesi ve babasının köyde çiftçilik yaptığını ve onların tek çocuğu olduğunu anlatıyordu. Bunları anlatırken de anne ve babasının Gülizar’ın iyi bir eğitim alması için çok emek ve gayret sarfettiklerini söylüyordu. Gülizar henüz 30’undaydı. Hayata dair hırslıydı.

Annesi ve babası gibi kaderine razı olup zor şartlarda yoksulluk içerisinde yaşamak istemiyordu. Okulunu henüz bitirmiş. Mezun olduğu makine mühendisliği bölümünde uzmanlaşmak istiyordu. Nafile çalmadığı kapı kalmamış kendisine göre bir iş bulamamış. Bir kafede garsonluk yapmak mecburiyetinde kalmıştı.

Bugün izinliydi. Canı da çok sıkılmıştı. Okul bitince iş bulamayışı, hayatını sürdürebilmek için bir kafede çalışıyor olması moralini çok bozuyordu. Annesi ve babasına ne söyleyecekti? Onların mühendis kızlarından beklentileri çok yüksekti. Onlara bir kafede geçici olarak da olsa çalıştığını söylese çok üzüleceklerini düşündüğü için bir şey diyemiyordu. Tek düşündüğü bir an önce kendisine mezun olduğu bölüme uygun bir iş bulmaktı. Bu konuda CV’ni göndermediği ilgili kurum ve şirket bırakmamıştı.

CV’ni gönderdiği şirket ve kurumların birçoğu yabancı uyruklu kişilere istihdam sağlamakla meşguldü. Bu şirket ve kurumlarda ne Gülizar'a ne de başka genç eğitimli insanlara iş imkanı kalmamıştı. Gülizar ve diğer eğitimli, nitelikli gençlerimiz ise daha vasıfsız günübirlik işlerde çalışmaktan başka bir çare kalmamış.

.