Artık mutlu değilim.

Yirmi yıllık vatan özleminden sonra 1996’da Türkiye’ye döndüğümde şunu gördüm: Partilere, gazetelere, televizyon kanallarına göre bölünmüş bir milletiz.

Parçalanmış bir milletiz.

Atomize olmuş, en küçük parçalarına kadar indirgenmiş bir milletiz.

Yan yana gelip konuşamayan, aynı masaya oturamayan, birbirinden nefretle söz eden vatandaşlardan oluşan bir milletiz.

O onu beğenmiyor bu bunu. O ona yaklaşmıyor bu buna. O ona sövüyor bu buna. O onun kuyusunu kazıyor bu bunun.

Cumhuriyet okuyanlar, Milliyet okuyanlar, Radikal okuyanlar, Hürriyet okuyanlar hep başka başkaydı o zaman. Bugün de öyle: Sabah, Tercüman, Yeni Evrensel okuyanlar başka Sözcü okuyanlar, Cumhuriyet, Akşam, Vatan okuyanlar başka.

Türkiye’ye dönene kadar bir ülkenin vatandaşları arasında böylesi ayrımların olabileceğini mesafelerin derin sorunlar yaratabileceğini düşünmemiştim.

Benim neslim etno-seküler ayrım rotasında yetişmedi.

Bir sağcı-solcu ayrımı yaratılmıştı gençlere tabanca çektiriyor birbirini vurduruyordu. Kuşkusuz benim gibi etnik köken diye bir şeyin var olduğunu ne aile içinde ne okulda duymuş olanlar da çoktu. Büyüklerim bir gün çıkıp da Makedonyalıyız dememişlerdir. Oysa hem Osmanlı İmparatorluğuna hem Türkiye Cumhuriyeti’ne çeşitli hizmetlerde bulunmuş insanlardı. Okulda da kimseden o Ermeni’dir bu Yahudi o Boşnak’tır şu Laz’dır o Kürt bu Türk’tür o İzmirli bu Urfalı o da Malatyalı dendiğini duymadım. Kimse bana sen Müslümansın ama ben Musevi’yim o da Hıristiyan demedi. Büyüklerimin bizler Sünni’yiz ama onlar Alevi, Şii dediklerini de duymadım.

Galiba çocukluğumun gençliğimin güzel huzurlu geçmesinin sırrı bu bilmezlikti.

Bugün hangi çocuk hangi genç bunu yaşayabiliyor? Ekmek götürürken kurşun yiyorlar. Dans ederken kendilerini emniyet müdürlüğünde çıplak sorgulanırken buluyorlar. 12 Yaşında gelin damat oluyorlar.

Yurt dışında Türk olmakla Türk bilinmekle övündüm mutluydum.

Fransızların bir Türk ailesini kültürünü tanımaktan mutlu olduklarını gördüm. Tatillerini Türkiye’de geçirip anılarını bizimle paylaşır çektikleri fotoğrafları gösterirlerdi. Iraklılarla keza ilişkilerimiz dostçaydı. Savaş ülkesi olmasına karşın ziyaretler paylaşımlar vardı candandık hepimiz. Asla Saddam’ın yaptıklarına bakarak araya mesafe koymadık onları yargılamadık.

Her ülkenin ulusal değerleri farklıdır olimpiyatlardan biliriz. Ülkelerin marşları bayrakları bağlılıkları belirler. Mesela Türkiye; bağlılığımızı belirleyen toplanma anımız podyumda İstiklal Marşının söylendiği andır. 29 Ekim, 30 Ağustos, tüm resmi bayramlarımız, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, Onuncu Yıl Marşı, Andımız, 10 Kasım, hepsi bir bütün olan ulusumuzun tarihsel değerleridir bağlılığı simgeler.

Ülkelerin sınırları içinde yaşayan yurttaşları bir araya getiren toplayan değerler okul yıllarında kazanılır. Toplum modelleri değerlerin yurttaşlarda yarattığı bu duygusal kültürel hazineyle oluşur.

Farklı kökenlerden gelseler bile yurttaşlarını birleştiren tarihsel değerlere karşı çıkılmasını bizden başka ön gören ülke var mı?

Yeni ABD başkanı için hazırlanan merasimi birçoğumuz izledi. ABD’nin marşını Lady Gaga gibi bir pop star okudu. Törende tarihsel simgelere verilen değerin büyüklüğü gözünüze çarpmadı mı?

Türkiye topraklarında oturan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ulusça paylaşılan değerler etrafında toplanması onların bireyselliklerine saygısızlık demek değildir asla öyle algılanamaz.

Parçalanmış bir millet olmamızın nedenleri kuşkusuz çeşitli.

Şu var ki başa getirdiklerimizi kendi içimizden çıkarıyoruz; bizi onlar temsil ediyor.

O zaman dönüp kendimize bakalım. Hangi kökendeniz, hangi dindeniz demiyorum. Nasıl insanlarız biz diyorum? Hangi değerlerle temsil edilmek istiyoruz?

Bu sabah İstanbul Sözleşmesinin feshedildiği haberiyle uyandık. Halbuki hiçbir baskı altında kalmadan özgürce seçtiğimiz temsilcilerimiz içimizden çıkan değerlerimizi taşıyanlar.

Bu kararı uygun gördüklerine göre karar bizlerin kararı demektir.

Hangi etnik gruptan olursa olsun Türkiye topraklarında yaşayan erkeklerin kadınları ikinci sınıf vatandaş gördüğü, aşağılamaktan, dövmekten hatta öldürmekten çekinmediği kadınlarınsa evde erkekler tarafından itilip kakılmaktan, aşağı görülmekten, dövülmekten rahatsızlık duymadıkları, hatta erkeklerin elinden ölmekle cennete gideceklerini düşündükleri söylenebilir.

Türkiye sınırları içinde yaşayan tüm etnik grupların özgürlüklerin kısıtlanmasından rahatsızlık duymadıkları, karanlıklarda yaşama dışında herhangi bir yaşam biçimi olabileceğini düşünemedikleri, insan olarak yaşamanın ne olduğunu bilmedikleri, hatta seçtikleri kişilerin kendilerine benzediğini görerek mutlu oldukları da söylenebilir.

Çoktandır mutlu değilim.