Türk dili yeryüzünün en varsıl dillerinden biridir. Söz varlığı yüz binlerle belirtilir. Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Türkmence, Tatarca gibi onlarca kolu vardır. Yüz milyonlarca konuşanı bulunmaktadır. Adriyatik’ten Çin Taş Örüntüsü’ne değin büyük bir alanda konuşulan, yazılan ve söylenen dilimiz, kuşkusuz, yeryüzü toplumlarının ortak değerleri arasındadır.

Türk dili yeryüzünde konuşulan 3 bini aşkın dilden biridir. Unutulmak gibi bir korkutucu olasılığı bulunmayan dilimizin yüzyıllar boyunca özellikle konuşanları ve yazanlarınca pek önemsenmediği gerçeğini üzülerek dile getirmeliyim. Ulusumuzun derin geçmiş yaşantısında, özellikle İslam’a girişle birlikte yüzyıllar içinde dilimize önce Farsça sonra da Arapça binlerce sözcük, deyim ve kuralın akın ettiğini biliyoruz. Bunda Türk seçkinlerinin öykünmeciliği başat etkiye iyedir.

Farslara öykünüp Farsçaya özenen seçkinlerin bir bölümü yığınla Farsça sözcüğü Türkçeye soktu. Üstelik neredeyse tümünün Türkçesi varken yaptılar bunu. Benzer bir durum Arapça için de gerçekleşti. Ancak Arapça Türkçe ilişkisi daha da derin yaralar açtı.

İslam kaynaklı kimi inançlardan ötürü Araplara öykünüp Arapçaya özenen kimi seçkinler binlerce Arapça sözcüğü dilimize soktuğu gibi Arapçanın kutsallığı inancına dayanarak Türk dilini küçümseyip aşağıladı da yer yer. Ne denli üzücü değil mi?

Gün geldi; dilimiz aşırı düzeyde evrildi, aşırı düzeyde kendine yadlaştı. Sonunda adına Osmanlıca denilen uyduruk bir dilimsiye dönüştü. Bu, yalnızca seçkinlerin ve yönetici kesimin arasında böyle oldu. Ancak toplum ve toplum ozanlarının arasında dilimiz, yalınlığını ve özgün kimliğini büyük ölçüde korumayı başardı.

Alttan alta duru bir su gibi akıp gelen Türkçemiz yönetici ve seçkinlerin ağzında yadlaşsa da Anadolu Türkmenleri / Yörükleri yoluyla varlık savaşını sürdürdü.

Ancak İstanbul yazı dili yoğun bir biçimde yad sözcük ve tümlemelerin etkisi altındaydı. Özellikle basın dili iyiden iyiye yadlaşmıştı. Yazıda kullanılan dilin içinde Türkçe sözcük sayısı neredeyse yüzde 30’lara değin düşmüştü. Bu böyle süremezdi. Türk dilinin bu kötü gidişten kurtarılması gerekiyordu.

Dilimizdeki yad sözcükler atılmalı, unutulan öz Türkçe sözcükler yeniden diriltilmeliydi. Bunun için de araştırmalar yapılmalı, çok çalışılmalı, Türkçenin öz kaynaklarına ulaşılmalı ve dilimiz öz varlığından yararlanılarak varsıllaştırılmalıydı.

Önceleri dilimizi yalınlaştıralım söylemi öne çıktı. Bir süre etkili oldu. Ancak Türk dilinin bağımsızlığı ve özgürlüğü için bu yeterli olamazdı. Türk dili, Arapça, Farsça, Fransızca gibi dillerden gelme sözcüklerden olanaklar el verdiğince kurtarılmalıydı.

Türk Kağanlığı Yazıtları’nın söz varlığına bakılmalı, oradan sözcükler devşirilmeli, öbür Türk dili kollarında kullanılan öz Türkçe sözcükler derlenmeli, Anadolu Türkmen ağzındaki sözler de toplanmalıydı. Bunlara ek olarak Türkçenin yeni sözcük türetme yolları kullanılarak yad sözcüklere karşı öz Türkçe sözcükler üretilmeliydi.

İşte tüm bu erekler için yoğun bir çalışma başlatıldı. Ancak önce yazının değişmesi gerekiyordu. Niye ki kullanılan Nebat kökenli Arap yazısı Türk dilinin seslerini belirtmeye yetmiyordu. Bu nedenle önce Türk dilinin ses yapısına uygun yeni bir yazı düzeneği oluşturma yoluna gidildi. Böylece 1 Kasım 1928’de Türk Yazı Devrimi gerçekleştirildi. Yazı devriminin kökleri gerçekte neredeyse altmış, yetmiş yıl öncesine dayanıyordu. Altmış, yetmiş yıllık süreçte yaşanan tartışmalar, oluşan görüşler, yapılan çalışmalar büyük Atatürk’ün öncülüğünde bir devrime dönüştü.

Sonunda Türk diline uygun bir yazı düzeneği olurlandı. Ancak Türk dilinin özgürlük savaşımı için bu adım kesinlikle yeterli olamazdı. Yazıda devrimle birlikte dilde de bir devrim gerekiyordu. İşte bunun için de 12 Temmuz 1932’de önce “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” kuruldu. Sonradan adı Türk Dil Kurumu olan bu kurum dil devriminin öncülüğünü yürüttü. 26 Eylül 1932’de, Birinci Türk Dili Kurultayı’nın düzenlenmesiyle dil devrimin görkemli yürüyüşü başladı.

Bu yürüyüş dilimize giren binlerce Arapça ve Farsça sözcüğü ve pek çok Fransızca sözcüğü kullanımdan düşürdü. Yerlerine öz Türkçe sözcükleri kullanıma soktu. Bugün o binlerce öz Türkçe sözcükle konuşuyor ve yazıyoruz. Dil devriminin başladığı 26 Eylül, daha sonra Türk Dili Bayramı olarak duyuruldu.

Dil devrimini başarısızlığa uğratmak için çok uğraş verenler de oldu. Devrimin saygınlığını yok etmek için yalanlara başvuruldu. Bu yalanların hiçbir etkisi olmadı diyemeyiz. Kimi çevreler için dil devrimi sanki dile saldırı gibi algılandı. Bu inanılmaz bir saçma düşünce ve sanı idi. Bu konuda bir başka yazıda ayrıntılı değerlendirmeler yapmayı tasarlıyorum.

Ancak gerçek şu ki bugün dil devrimi ile kazandığımız binlerce sözcüğü çıkardığımızda konuşmak ve yazmak olanaksızlaşır. Dil devrimi artık kanımıza işlemiş, deyim yerindeyse soluğumuz olmuştur. Bu devrim yeniden yaşamsallık kazanarak yeni çıkan yad sözcüklere karşı öz Türkçe sözcükler üretme çalışmasına kılavuzluk etmelidir.

Dilimiz ulusal varlığımızın tabanıdır. Bu taban yok olursa biz de yok oluruz. O nedenle dilimizin değerini ve önemini bilmeliyiz.

Dil devrimine ilişkin yazılacak çok bilgi var. Söz gelimi günlük dilde dil devrimi ile kullanmaya başladığımız yüzlerce sözcükten örnekler sıralayabiliriz. Ancak onu bir başka yazımıza bırakalım.

Bu yazımızı Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk diline ilişkin birkaç sözüyle sonlandıralım.

“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve varsıl olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili dillerin en varsıllarındandır. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yad diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. ”

“Türk ulusundanım diyen kişi her şeyden önce kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir kimse Türk ekinine ve Türk topluluğuna bağlılığını ileri sürerse buna inanmak doğru olmaz.”

“Türk ulusunun dili Türkçedir… Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir… Türk dili, Türk ulusunun yüreğidir, belleğidir.”