9 Nisan 2020

Günlerden Perşembe… Güneş, corona salgınına karşı alınan tedbirler kapsamında evlerinden çıkamayan yurttaşlarımıza inat, gökyüzünü saran grimsi ve açık maviye dönüşen pamuk kümelerini andıran bulutlar arasından kendini gösterirken oldukça neşeli gözüküyordu. Güneş, adeta bulutlarla raks ediyordu. Bir maviye dönen pamuksu bulutların arasından çıkıyor bir grimsi bulutların arkasında kayboluyor, sonra yeniden kızıl yüzünü göstererek olanca parlaklığıyla doğuyordu. Uzun zamandır güneşi bu halde görmediğim gibi park ve bahçelerdeki börtü böcekle sokak hayvanlarını da bu denli eğlenceli ve neşe içerinde görmemiştim.

Sokaklar tenha.

İnsanoğlu böyle işte. Gözle görülmeyen bir virüs, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de insanları evlerine hapsetmiş durumda. Sokak hayvanları; özellikle kuşlar, kediler, köpekler hatta Boğaz’daki yunuslar gasp ettiğimiz doğal ortamlarını birer birer ellerimizden alıyor; bizler de park ve bahçelerde neşe içinde baharın tadını çıkarmalarını, evlerimizin pencerelerinden yahut zorunluluktan arabayla işe gidip gelirken kıskanarak izliyoruz.

Hani bir atasözü vardır ya: “Bir musibet bin nasihatten iyidir.” diye, insanın aklına geliveriyor işte böyle anlarda. Düşünsenize, insanoğlu yıllardır doğayı katlederek birçok canlının neslinin yok olmasına sebep oldu. Bunun yanı sıra doğada yaşayan çok sayıda canlının toplu ölümlerine de seyirci olmuştu. İnsanın aklına ilk gelen soru şu oluyor: "Doğa intikam mı alıyor?"

Hemen her akşam ve sabah, yandaş TV ekranlarında corono virüsüne karşı korunma tedbirleri arasında yeni yeni yasakların yanı sıra, bazı koca koca bilim insanlarının bilime ve bilim ahlakına uymayacak biçimde halkın doğru, bilimsel bilgi almalarını engelleyerek iktidara yaranmak için türlü manipülasyonlarla halkı yanılttığına da tanık oluyoruz.

Diğer taraftan da İçişleri Bakanlığının aldığı tedbirler kapsamında koyulan yasaklara uymayan yurttaşlara Aziz Nesin hikâyelerini aratmayacak cezaların kesildiğine de tanık oluyoruz. Otoban kenarında geçimini sağlamak için kâğıt toplayan bir aileye yüksek miktarda para cezası kesilmesi, motosikletiyle işe giden karı kocaya sosyal mesafeyi korumadıkları gerekçesiyle kesilen para cezası, halka virüsten koruma amaçlı bedava maske dağıtan bir yurttaşın kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınması… Daha pek çok trajikomik olaya tanık oluyoruz.

Diyordum ya! Baharın tadını park ve bahçelerde sokak hayvanları ile kuşlar çıkartıyor. Kâğıthane sınırları içinde bulunan; tarihi Bizans’a, Roma’ya dayanan Cendere Deresi sahilinin kenarında bulunan parkta biraz oturup saka kuşlarının cıvıl cıvıl ötüşlerini dinlemek istedim. Ben aslında salgından önce, yaz kış hep bu parkın içinden geçerek otobüs duraklarına giderdim. Kışın özellikle kar yağdığında başka bir güzelliğe bürünen bu parkın, bahar mevsiminde ise her tarafı beyaz, sarı ve mor papatyalarla dolu olurdu.

Parktaki bankları böyle boş, bankların üzerinde kedi ve köpeklerinin oynadığını görmek doğrusu hayal olurdu. Her bankta ya bir yaşlı çiftin geçmişi yad ettiğini ya da köpeklerini gezdiren insanların gülümseyerek oturdukları görürdünüz. Anlayacağınız boş bank bulmak biraz zordu. Bu manzara karşısında sevinsem mi, üzülsem mi pek bilemedim. Tüm bunları düşünürken dalıp gittiğim esnada polis arabasının beni uyaran korna sesiyle irkilip kendime geldim. İşsizliğin ve parasızlığın kol gezdiği şu sıralarda polisten parkta oturduğum için para cezası yiyecek cesaretim yoktu açıkçası. Hemen oturduğum yerden kalkıp hareket etsem de polisler parkta oturduğumu görmüşlerdi bir kere. Yanımda bitiverdiler.

“Ne o hemşerim, park ve bahçelerde yürüyüş yapmanın, oturmanın yasak olduğunu bilmiyor musun?” diye uyardılar. Aralarından biri bu fırsattan yararlanıp ceza kesmek üzere makbuzu çıkarmıştı ancak gazeteci olduğumu ve işimi yaptığımı söyleyince yüzüme donuk donuk bakarak, “Parkta oturarak mı işini yapıyorsun?” diye sordu. “Evet!” dedim. Ardından “Dalga mı geçiyorsun hemşerim?” diye tekrar edince “Hayır dalga geçmiyorum, park ve bahçeleri coronadan dolayı sokak hayvanları işgal etmiş, diye haber yapacağım.” dedim. “Allah Allah! Parklar da boş diye haber mi olurmuş?” diye kendi kendine söylenip basın kartımı sordu. Basın kartım toplu taşımalara ücretsiz binmenin dışında ilk defa işe yaramış olacaktı, polisten para cezası yemeyecektim.

Neyse bulunduğum yerden uzaklaşarak Kâğıthane merkezine doğru yürümeye başladım. Kâğıthane merkeze giderken yol üstündeki benzin istasyonuna su almak için uğradığımda istasyonlarda arabalara yakıt koyan pompacının bir dilenciyle tartıştığını gördüm. Ne için tartıştıklarını anlamak için yanlarına doğru bir iki adım atıp yaklaştım. Dilenci pompacıya “Ayıptır kardeşim, açız ne yapalım? Adamlar Allah rızası için bir ekmek parası veriyor, sen de ona mani oluyorsun. Senin hiç mi Allah korkun yok?” diye söyleniyordu. Kendi kendime, “Ali hiç bulaşma, var yoluna git.” dedim ve Kâğıthane merkeze doğru tekrar yürümeye başladım.

Bu arada Kâğıthane meydana gelmiştim ama meydanda kimsecikler yoktu. Esnafın çoğu kapalıydı. Eskiden bu meydanda üç çay ocağı vardı. Buna rağmen oturacak yer bulamazdık. İki pastane, köşede kafe, esnaf lokantası, pilavcı ile kebapçının bitişiğindeki pastaneyi de saymazsan… Günün hiçbir saati hiç bu kadar sakin ve ıssız olamazdı buralar.

Yürüyerek meydanın sonunda, Kâğıthane müzesinin çaprazındaki tarihi Daye Hatun Camisi’nin önüne gelmiştim. Daye Hatun Camisi 1531 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın şehzadesi Mehmet'in sütannesi Daye Hatun tarafından Kâğıthane’ye yaptırılmış, o günden bu güne bu meydanda birçok olaya tanıklık etmiş, şimdi de corona virüs salgınına tanıklık ediyordu.

İşin açıkçası niçin buralara kadar geldiğimi ben de bilmiyordum. Ortalıklarda kimselerde yoktu. Sadece meydanın sonundaki tarihi binada bulunan polis karakolu önüne sonradan yapılmış güvenlik kulübesinin yanında duran bir iki polis memuru, bir de arada sırada gelip geçen yurttaşlar vardı.

Birden Metro inşaatında çalışan işçileri toplu halde köprünün direkleri altında gördüm.

Hemen yanlarına giderek, “Kolay gelsin.” dedim.

İçlerinden biri, “Sağ olasın arkadaşım, buyur, bir şey mi diyecektin?” diye sorunca fırsattan istifade hemen, “İş bırakma eylemi mi var?” diye sordum.

Aralarından biri, “O da nereden çıktı şimdi?” diye cevap verince kendimi tanıtarak gazeteci olduğumu söyledim. “Kalabalık bir halde sizi toplu olarak görünce, malum sosyal mesafe filan da gözetmiyorsunuz…” Bu cümlemi duyunca gülüşenler oldu. “Yok, vardiya değişikliği…” dedi aralarından biri.

Peki, “Sosyal mesafe kuralı size işlemiyor mu?” diye sorunca

“Yapma arkadaşım! Bizi insan yerine koyan mı var? Sözde herkes çıkıp bir şeyler söylüyor. Öyle evde kalın diye laflar ediyorlar. Biz işçiler için o dediklerin geçerli değil. Kimse sormuyor inşaat işçileri ne yapıyor ne ediyor. Biz de insanız ama gören, duyan yok. Varsa yoksa işler biran önce bitsin. Evimize ekmek götürmek için, işimizden olmamak için çalışmaya mecburuz.” diye sıkıntılarını dile getirirken bir taraftan da “Aman fotoğraf çekmeyesin kardeşim, işimizden oluruz aman ha!” diye tembih etmeyi de ihmal etmiyorlardı.

Ben de isimlerini yayımlamayacağımın ve fotoğraf çekmeyeceğimin sözünü vererek yanlarından ayrılıp evin yolunu tuttum.

Gün içindeki izlenimlerimi yazmaya başladığım sıralarda haber ajanslarından gelen bilgilere göre Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan yeni tip coronavirüs salgını (Covid-19) nedeniyle dünya genelinde 95 binden fazla insan hayatını kaybettiği, toplam vaka sayısının ise 1 milyon 600 bine yaklaştığı bildiriliyordu.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da açıklamalarında son 24 saatte 96 kişinin daha hayatını kaybettiğini, toplam can kaybının ise 908’e ulaştığını bildirirken vaka sayısının da 4 bin 56 artarak 42 bin 282’ye ulaştığını ifade ediyordu.