Karl Marks ve Sultangaliyev’e ilişkin yazdığım iki yazıda “adeta peygamber” nitelemesine başvurdum. Bu nitelemenin, özellikle Marks için Muhammed İkbal ve Yaşar Nuri Öztürk tarafından kullanıldığını belirtmeliyim. Ben aynı nitelemeyi Sultangaliyev için de kullandım.

Peki, neyi kastettim?

Marks ve Marksizm için yazdığım yazının sonunda şöyle bir açıklamada bulunmuş ve bir soruyla sözlerimi bağlamıştım.

“Marksizm dünyayı etkileyen dinler ve ideolojik hareketler arasında, yarattığı sonuçlar bakımından sanırım en üstte yer alan siyasal akımdır. Bu akımın kuramcısı Karl Marks, küresel anlamda büyük bir alt üst oluşa yol açan, 100 milyonları oradan oraya savuran, devletleri çökerten, yeni devlet ve siyasal sistemlerin kuruluşuna neden olan, uğruna milyonların ölüme yürüdüğü bir ideolojinin baş öznesi olarak “adeta bir peygamber” nitelemesini hak ediyor mu?

Bence etmiyor. Zira o kitlesel ve sosyolojik etki bakımından bütün peygamberleri aşmıştır. Allah, din, peygamber gibi bütün üst yapı kurumlarına savaş açan Karl Marks’ı savaştığı kurumların kavramlarıyla nitelemek, düşünsel anısına emsalsiz bir saygısızlık olacaktır.

Böylesi bir saygısızlığın öznesi olmak istemem.

Peki, neden yazımıza böyle bir başlık koyduk?

Yanıtı ileriki yazılarımızda vereceğiz.”

İşte bu yazımızda neden peygamber nitelemesine başvurduğuma değineceğim.

Ama önce peygamberlik konusunda Sultangaliyev için de yazdıklarımı yeniden anımsatayım.

“Sultangaliyev bu öngörüsüyle adeta bir peygamber gibi eskatolojik hükümleri olan eşsiz bir düşünürdür. Bu arada onun “Tataristan Allahsızlar Derneği”nin kurucusu olduğunu da belirtelim.”

Şimdi, peygamber kavramını açıklayalım…

Peygamber Farsça bir sözcüktür ve sözlük anlamı; “haberci, haber getiren” demektir.

Bu sözcüğün bugün de kimi İranî dillerde “haber ajansı” anlamında kullanıldığını görüyoruz.

İslamî literatürde peygamber, “Allah’tan haber getiren” kişidir. Haber getirmekten kasıt vahiy almaktır. (Arapçada peygamber yerine resul ve nebi sözcükleri kullanılır.)

Ancak bu, sözcüğün terimsel anlamıdır.

Gerek Marks’ın gerekse Sultangaliyev’in Allah’a ve dine inanmadığını söylemeye gerek bile yok. O halde onların peygamberliği başka bir şey olsa gerek, değil mi?

Sözcüğün sözlük anlamı açısından bakarsak Marks da Sultangaliyev de haber getirmiştir. Dolayısıyla her ikisi de “haber getiren” kişidirler. Başka bir deyişle her ikisi de “peygamber”dir.

Biri toplumların gelişim evreleri hakkında haber getirmiş ve adeta eskatolojik bir hükümle insanlığın sosyalizme ve komünizme evrileceğini söylemiştir.

Öbürü ise büyük bir sosyalist devrimle kurulan SSCB’nin, sosyalizme ihanet edip Rus milliyetçiğine evrilmesinden ötürü yıkılacağını ve Federal Sosyalist Turan Devleti’nin kurulacağını ileri sürmüştür. O da eskatolojik bir hüküm ortaya koymuştur.

Öte yandan Marks ve Sultangaliyev’i “adeta peygamber” diye nitelemem gittikçe muhafazakârlaşan / dindarlaşan ve her sosyolojik ve siyasal meseleye dinsel terminolojiyle yaklaşan bir toplumda muhakkak ki dikkat çekici olacaktır.

İşte bundan ötürü, dikkat çekmek ve savımızı daha geniş bir kitleye ulaştırmak için peygamber metaforuna başvurdum. Ancak işin gerçeğini ve doğrusunu söyleyecek olursak iki sosyalist ve materyalist önderi dinsel bir kavramla anlatmak pek isabetli değildir. Bizim yaptığımız sadece konjonktürel koşullar çerçevesinde yöneldiğimiz bir söz oyunudur.

Onların düşünsel ve siyasal anılarına ve ideolojik miraslarına saygısızlık etmekten hicap ederim.

Ama acaba bu noktada Farabi’nin şu sözünü mü anımsamalıyız:

“Filozoflar peygamberlerden üstündür. Zira filozoflar gerçeğin bilgisine kendi çabalarıyla ulaşırlar.”

Ne dersiniz?