Yaşam Enerjisi denen enerji kaynağı her insanın derinliklerinde saklı. Önemli olan onunla temasa geçebilmek, ona hakim olabilmek. Binicinin atını eğitmesi gibi. Ama insan içindeki gücü ileri teknolojilere terkediyor. Oysa hangi teknoloji kadim bilgilerin önüne geçebildi?

Kırk yıl önce, 1980’lerde, savaştaki Bağdat’ta, kadın doğum doktorları ultrasonografik inceleme olmaksızın annenin karnını mezurayla ölçerek bebeğin doğum tarihini hatasız söylüyordu. Bu; doğru bir yöntemi bilimsel olarak yani sayısız kez sayısız kişide uygulamakla, olabilecek en iyi sonuçları almaya çalışmakla oluyor. Algılar, yetiler böyle gelişir. İnsanın sahip olduğu kaynağa yani Yaşam Enerjisi’ne Chi’ye Prana’ya ulaşması da çalışmayla mümkün. İnsandaki bu enerji hayvanda, bitkide, taşta, toprakta, suda da var. O olmadan zaten hayat olmuyor. Eksildiğinde hastalanıyoruz.

Eksilmenin nedenleri en başta kendi düşüncelerimiz. Öfke, hırs, arzu, kin, korku, kibir, nefret, kızgınlık, affedememe, aldatma, stres gibi kırıcı, acı verici düşünceleri zihnimizde günlerce, yıllarca taşımak, onları varlığımıza zehir gibi akıtmak sağlığımızı kaybettiriyor. Oysa onları bilinçli olarak içimizden silebiliriz.

İhaneti, dürüst olmayan bir davranışı, o anı, o kişiyi unutmak elimizde. Onu yargılama gücüne sahip olan biz değiliz çünkü. Bizi kıran, eylemiyle kendi kendini eleyecektir zaten. Bilinen neden/sonuç ilişkisidir bu adaletin kendisidir.

Asıl yapılacak zihinsel dünyamızın farkında olmaktır. Her yaptığımız alışkanlığa dönüşür çünkü. Alışkanlıklar kişiliği oluşturur. Kişilik de kader olur. Yani düşünceden kadere olan üç adımı doğru atmak gerekiyor.

Patates ekersek yerine muz biçemeyiz

Bizi zorlayan, illüzyona uğratan gerçeklik kentsel yaşam. Kendimizi düşünmeye zaman yok. Sağlıksız beslenme, sağlıksız yaşam biçimleri içindeyiz. Materyalistik kazançlar uğruna sağlığımızı harcıyoruz. Egolar, arzular öne geçiyor. Peşlerinde koşmak sağlığı iflas ettiriyor. Kendimize karşı dürüst değiliz.

Hastalıkların iki önemli boyutundan birincisi bedenimizi saran auranın yani savunma kalkanının stres altında zayıflaması, yer yer çatlaması. İkincisiyse düşüncelerimiz. Hastalıkları onlar tetikliyor. Mesela bir çocuğun ileride geçireceği hastalıkları ortaya çıkaracak olan şey evde ve okulda aldığı eğitim. Ona karşı dikkatli davranmak, küçük deyip geçmemek, kendisini ifade etmesine izin vermek önemli. Ebeveynlerin ve öğretmenlerin sorumluluğu büyük. Daha beş altı yaşlarında düşünceleriyle yazgısını oluşturması olası. O olumsuz olanı tanıyamaz; kendisine söylenenlere göre olumlu veya olumsuz diye bilir. Yazgısını çevresindeki şartlara, kişilere, verilen vizyonlara göre oluşturur.

Öte yandan insan maneviyatıyla, fizyolojik ve psikolojik durumuyla dünyaya uyum sağlar. Bu onun organik temeli; hücrelerinde var olan bağlantı. Dolayısıyla düşünceler illüzyon yaşamanın nedenlerinden biridir. İnsan doğayla bağlantıdaysa, çevresine doğru tutumlarla yaklaşıyorsa psikofiziksel dengesi yerinde olur. Spiritüel yapısı, gezegende beş duyuyla edindiği deneyimleri: Üzerinde yaşadığı dünyayı reddetmesine yol açabilir. Mesela evinin bulunduğu sokakta ağaçların günün birinde biliçsizce budandığını görmek red duygusuna neden olabilir. Mesela çarpık betonlaşmada, çarpık kentleşmede, duruma uyum sağlamak zorunda kalmak onu çarpıklaştırabilir. Çünkü içinde yaşadığı doğaya, çevreye uymak için kendini her an zorlamakta, ona uyarlamaktadır. Psikofiziksel dengesi beş duyuyla edindiği deneyimlere bağlıdır ama aklı, bilinci devreye girdiğinde edindiği kanıların, yanlış tutumların farkına varması hastalanmasına yol açabilir.

Bir film özetiyle bitireyim

Kasabanın parkında halkın çok hoşuna giden, özenle koruduğu bir endemik bitki vardır. Varlığını bilen bir yabancı araştırmacı oraya gelir ve yakında çiçek açacak bitkinin dallarından birini gizlice kesip laboratuarına ilaç firmaları için incelemeye götürür. Bitki her geçen gün kurumaya başlar kasabalıların da sağlığı bozulur. Fiziksel dayanıklılıkları zayıflar, sezgileri gücünü yitirir. Bitkiyi seven, onu kasabanın sembolü ve zenginliği olarak düşünen halk başında nöbet tutar; çözüm arar. Bir sabah birden iyileştiklerini farkettiklerinde bitkinin yeni bir dal vermiş olduğunu görürler. Yaşam normalleşir.

İşte böyle… 2021’de sevgi dolu iyi insanların kendilerini ve dünyayı düşünceleriyle koruyacaklarını ve iyileştireceklerini umuyorum. Çünkü ancak onlar sahip oldukları büyük kaynağa, yaşam enerjisine ulaşabiliyor. Onlar en güçlü en zengin. Seçimlerinin sorumluluğundan kaçmadan, kader denilen sözcüğe sığınmadan iyi ve güzel işler başarabiliyorlar.