18. ASLİYE CEZA MAHKEMESİNE;

Cezalandırılmam istenen iki twitter yazım hakkındaki savunmam…

Birinci yazım;    

Bir ilahiyatçı olarak yazıyorum ki, tarih Türkiye’deki İslamcılar kadar hırsız, düzenbaz, yalancı ve cahil bir topluluk görmüş değildir. İslamcılar Hz. Muhammed öncesi cahiliye devrinin temsilcileri gibiler. İslamcı sapkınlığa karşı çare devrimci Muhammedî Müslümanlıktır.” 

Bu yazımda görüleceği üzere İslamcılar / İslamcılık eleştirilirken; İslam yani Müslümanlık sahipleniliyor ve övülüyor. Yazımın son cümlesinde yer alan “Çare devrimci Muhammedî Müslümanlıktır” ifadesi İslamcılığa karşı Kur’anî ve nebevî Müslümanlığı savunma irade ve inancımı yansıtıyor. İslamcılığı ve İslamcıları aşağıladığım iddiası Muhammedî Müslümanlığı övmemle birlikte bir cezalandırma konusu haline getirilemez. Ancak şayet İslamcılığı ve İslamcıları aşağıladığım için cezalandırılacaksam, bu cezalandırma hiç kuşku yok ki Muhammedî Müslümanlığı övmeyi cezalandırmayı da ihtiva edecektir. 

Kur’an- ı azimüşşan’ın ifadesiyle Allah katında tek din İslam’dır. İslam’a mensup olana da Arapça söyleyişle Müslim yani Müslüman denilir. Yüce Kur’an’ın hiçbir ayetinde ve Resulullah’ın hiçbir hadisinde İslamcı ifadesi geçmez. Bu nedenle, İslamcılık, Müslümanlık demek değildir. Aynı şekilde İslamcı ifadesi de Müslüman anlamına kesinlikle gelmez. Bu, Kur’anî ve nebevî bir hakikattir. Kur’anî ve nebevî bir hakikati göz ardı ederek İslamcılık ve İslamcılar eleştirisinin ceza konusu yapılması gerek şahsi manada itikaden gerekse genel anlamda hukuken kabul edilebilir bir hal değildir.  

Meselenin daha da serahat kazanması için tekraren belirteyim ki İslamcılık, İslam demek değildir. Müslümanlık demek de değildir. Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu 3 Şubat 2021 tarihinde partisinin genel merkezinde yaptığı bir basın toplantısında aynen şöyle demektedir:

“…Onun için ben dedim ki biz İSLAMCI değiliz. İslam’ı kendi menfaatlerimiz için kullanmayız. Ama biz Müslümanız. Müslüman yalan söylemez, Müslüman iftira etmez, Müslüman yolsuzluk yapmaz. Rüşvet alıp vermez. Ama İSLAMCI HER KALIBA GİRİYOR. Çünkü menfaat için İslam’la ilgileniyor.” 

Yine Sayın Karamollaoğlu 14 Şubat 2018 tarihindeki bir televizyon programında da şöyle söylüyor:

“Ben İslamcı değilim, Müslümanım. İslamcılık bize batıdan geldi. İstismara açık bir tabir…” 

Bunun gibi verilecek çok örnek var. Ama maksadın hâsıl olduğunu düşünüyorum.
Ancak yine de son bir örnek daha vermek isterim:

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan Temmuz 2002 tarihinde Financial Times’a verdiği bir mülakatta aynen şöyle demektedir:

“Bütün siyasi yaşamım boyunca kendimi tanımlamak için asla İSLAMCI sözcüğünü seçmedim. Kendimi sadece Müslüman olarak tanımlıyorum ve dinimin gereklerini yerine getirmeye çalışıyorum.”

Evet, şahsen ben bu ve bunun gibi açıklamalardan da güç alarak Müslümanlığı ve Müslümanları savunmak için sert bir İslamcılık eleştirisi yaptım. İslamcılığı eleştirip Muhammedî Müslümanlığı savunduğum yukarıdaki twitter yazımdan dolayı cezalandırılmam söz konusu olamaz. 

Buraya kadar cezalandırılma talebinin yanlışlığını dinî gerekçelerle ortaya koydum. Ancak meselenin bir başka ve çok önemli bir boyutu daha var.
Şimdi onu açıklamak istiyorum:

İslamcılık siyasal bir akım olarak Laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir hareketi de ifade etmektedir. Anayasamızın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinde yer alan ilkelerden biri de laiklik ilkesidir. İslamcıların Türkiye’yi laik bir devlet olmaktan çıkarmak istedikleri malumdur. Bu hedeflerine ulaşabilmek için her yolu kullanmakta oldukları da bilinen bir gerçektir. Tıpkı bölücü terör örgütü gibi İslamcılar da milli kurtuluş mücadelemiz, Cumhuriyetimizin kuruluşu ve büyük Atatürk’ün devrimleri hakkında bir yığın yalana, sahtekârlığa, ikiyüzlülüğe başvurmaktadırlar. Terör örgütünün faaliyetleri sırasında propaganda amaçlı olarak başvurduğu yalanlara, düzenbazlığa ve ikiyüzlülüğe benzer bir biçimde İslamcılar da gerçek dışı, ahlak ve edep dışı bir yığın yalanın propagandasını yapmaya çalışmaktadırlar. Hatta büyük Atatürk’ün ailesine, şerefine, annesine, evlatlık kızlarına yönelik en çirkin yalanları hayâsızca söyleyebilmektedirler. İşte bu nedenle onları yalancılık, iki yüzlülük, düzenbazlıkla nitelemek yalnızca gerçeği yansıtmaktadır. Ben o twitter yazımda büyük Atatürk ve Cumhuriyetimize yönelik yalanlardan ve sergilenen düzenbazlıktan duyduğum rahatsızlığımı dile getirdim. 

Türkiye’deki İslamcılar ifadesiyle ben IŞİD / DAEŞ, EL KAİDE, HİZBULLAH gibi terör örgütlerini ve onların ülkemizdeki uzantılarını, sempatizanlarını kastettim. Aynı zamanda din istismarcısı FETÖ terör örgütünü ve onun mensuplarını kastettim.  Bu örgütlerin yayın organlarında büyük Atatürk’e, cumhuriyetimize ve Türkiye Cumhuriyeti devletimize yönelik nasıl çirkin ve gerçek dışı ithamların, yalanların ve düzenbazlıkların yer aldığı kamuoyunca malumdur. 

Bu hayasızlar, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve büyük Atatürk’ü din düşmanlığı yalanıyla suçlamakta, yapılan devrimleri haşa İslam’a karşı yapılmış gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Bu alçaklığa karşı tepki vermem vatanseverliğimin bir gereğidir ve asla suç değildir. Bu ahlaksızlar, büyük Atatürk’ün aile mahremiyetine de dil uzatmaktadırlar. Büyük Atatürk’ün annesine en ağır sıfatlarla saldırmakta hatta onu ahlaksız işler yapan bir kadın olarak nitelemektedirler. Büyük Atatürk’ün manevi kızlarıyla arasında ahlak dışı bir ilişkinin olduğunu bile iddia etmektedirler. Bu iddia ve ithamlar, sahiplerini yalancılık, düzenbazlık ve ikiyüzlülükle nitelemek için kafidir. Benim onları bu şekilde nitelemem asla suç olarak görülemez. Ben Atatürk’ü, Cumhuriyet değerlerini, Türkiye Cumhuriyeti devletini savundum. İslamcı yalancılara karşı Muhammedî Müslümanlığı sahiplenerek, bir muvahhid mümin olmanın gereği ile mukaddes değerlerimize saldıranları ifşa ettim. Bu nedenle cezalandırılmak istenmem kesinlikle isabetli değildir. Zira suç işlemiş değilim. Tam tersine yurttaşlık ve Müslümanlık görevimi yaptım.

Hırsızlık meselesine gelince…

Fethullahçı Terör Örgütü’nün yıllarca himmet adı altında milletlin malını nasıl çaldığını hepimiz biliyoruz. Himmet adı altında toplanan paraları, çeşitli şantaj içerikli videolarla kimi zenginlerden aldıkları zorunlu bağışları devletimize karşı darbe yapmak için örgütlenmek amacıyla kullandıklarını herkes biliyor. FETÖ, CIA güdümlü, Türk düşmanı İslamcı bir örgüttür. Hırsızdır, yalancıdır ve düzenbazdır. Devlete yuvalanmış kimi FETÖ yanlısı hainlerin kamu malını örgüt yararına nasıl çaldıklarını, dolayısıyla hırsızlık dediğimiz o ağır suçu nasıl işlediklerini kim inkâr edebilir?

Evet, İsamcılar; hırsızdırlar, yalancıdırlar, düzenbazdırlar. Bu halleriyle de cahiliye devrinin temsilcileri gibidirler. Onlara karşı çare Muhammedî İslam’ı, Muhammedî Müslümanlığı savunmaktır. Söz konusu yazımda Muhammedî Müslümanlığı kararlılık, azim ve imanla savundum. Muhammedî Müslümanlığı savunan birini cezalandırmak herkesçe, izahı gayri kabil bir vaziyet olarak telakki edilecektir. Bundan imtina etmenizi talep ediyorum.

Öte yandan İslamcılık konusunda yazılmış pek çok kitap var. Bunlardan biri de eski bir İslamcı olan Dr. Ömer Turan’a aittir. Dr. Ömer Turan, “İslamcılıktan İslamiyet’e; Bir Öze Dönüş Hikayesi” adlı kitabında İslamcıların Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini yok etmek için nasıl yalanlara başvurduklarını, Milli Mücadeleyi, Kurtuluş Savaşımızı, Atatürk Devrimlerini hedef alan nasıl düzenbazlıklar ürettiklerini ortaya koyuyor. Artık kendisini tıpkı benim gibi;  Atatürkçü bir Türk milliyetçisi olarak niteleyen Sayın Dr. Ömer Turan’ın kitabını mutlaka incelemenizi dilerim.

İslamcılar; Lozan Anlaşmasına hezimet diyerek, laikliği din düşmanlığı ve dinsizlik diye niteleyerek devletimize yalanlarla, ikiyüzlülükle ve düzenbazlıkla saldırmaktadır. Bunlar; “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen hainlerdir. Bunlar büyük bir Türk kahramanı olan ve Özbekistan’la Türkiye arasındaki kardeşlik bağlarından birini ifade EMİR TİMUR’a ve Azerbaycan’ımızın milli kahramanı ve Safevi Türkmen devletinin kurucusu Şah İsmail Hataî hazretlerine lanet okuyacak, hakaret edecek kadar Türk milletine, dünya Türklerinin birliğine düşmandırlar. Böyleyken İslamcıları yalancılıkla, düzenbazlıkla, iki yüzlülükle vasfetmek nasıl suç addedilir, anlayabilmiş değilim.Ben büyük Türk milletini ve o milletin aziz dini olan Muhammedî Müslümanlığı savundum. Tekraren ifade edeyim ki suç işlemedim, suç işleyenleri deşifre ettim. 

İkinci yazım;

“Din güzel ahlaktır diyor sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed! Gel gör ki dincilerin çoğu ahlaksız!” 

Bu yazımdan dolayı dincileri aşağıladığım ve cezalandırılmam gerektiği belirtiliyor. Dincileri eleştirmek suç değildir. Çünkü dinciliğin kendisi suçtur. Böylesi bir suçu işleyenlerin eleştirilmesi dindarlığın gereğidir. Dincilik ve dindarlık arasındaki farkı fehmetmek lazımdır. Ancak öncelikle büyük Atatürk’ün şu sözünü dikkatinize sunmak isterim.

Büyük Atatürk 1923’te şöyle diyor:

“Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Milleti mahveden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.”

Büyük Atatürk işte bu sözünde açıkça dinciliği ve dincileri anlatmıştır. Atatürk bu sözüyle suç mu işlemiştir? Din istismarına karşı çıkmak, din istismarının ve din istismarcılarının yaptıklarını eleştirmek ve onları telin etmek nasıl suç olabilir? O zaman bölücü örgütü kınamak, telin etmek, teröristleri ağır bir biçimde eleştirmek de mi suç olacak? Dincilik, terörizme de uzanan bir ahlaksızlık ve istismar yoludur. Nitekim Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan, 15 Kasım 2003’te İstanbul’daki Neve Şalom ve Şişli’deki Beth İsrail Sinaogog’una ve 20 Kasım 2003’te İngiliz Konsolosluğu’na yapılan bombalı saldırıları DİNCİ TERÖR olarak nitelemiştir. Sn. Cumhurbaşkanı saldırıyı DİNCİ TERÖR şeklinde niteleyerek dincileri aşağılama diye olmayan bir suçu mu işlemiştir?
 
Bu noktada özellikle belirtmeliyiz ki, dinci tabirinin dindar tabiri ile karıştırılmaması gerekir.  2019 yılında yayımlanan “İslam’a Kurulan Pusu: Kur’an İle Aldatmak” adlı kitabımda dinci ve dindar kavramları arasındaki keskin farkı şu şeklide ortaya koydum:

Dincilik ve dindarlık bütün dinleri kapsayan iki temel davranış tarzı olmakla birlikte Müslüman bir toplumda bu iki tabirin öncelikle İslam’la ilintili olarak anlaşılması tabiîdir. Fakat diğer dinlerin dincileri ve dindarları da bu iki tabiri gereğince anlamada kendilerinden istifade edilmesi lazım gelen örnekler noktasındadır.
Ancak yine de ifade edelim ki, Müslüman dinci ile Müslüman dindarı tanıdığınız vakit, onların başka dinlerdeki versiyonlarını fark etmede hiçbir sıkıntı çekmeniz söz konusu olmayacaktır. Bu itibarla İslam dini özelinde ve Müslüman toplum temelinde dinci ile dindarı en azından ana hatlarıyla tanımalıyız.

Dinci sözcüğündeki –ci eki Türkçedir.

Dindar sözcüğündeki –dar eki ise Farsçadır.

Türkçe –ci ile Farsça –dar ekleri anlamca aslında birbirine yakın iki ektir.  

Türkçedeki –ci eki, “bir şeyi destekleyen, bir kimseden yana olan” anlamı verdiği gibi aynı zamanda bir şeyin satıcısı olan ya da bir işle meşgul olan manasına da gelmektedir.  Solcu, sağcı, Alici, sütçü, tüpçü, emekçi, ilahiyatçı gibi…

Peki, bu semantik izah sonrası soralım; dinci denildiğinde ortaya çıkan anlam yukarıdaki örneklerden hangisine koşut bir manaya geliyor?

Dinci demek, dinden yana olan demek mi?

Yoksa din işiyle meşgul olan demek mi?

Ya da din satan, din üzerinden para kazanan, kazanç elde eden demek mi?

Sahi hangisi kulağa ve gönle yatkın geliyor?

Bu soru şimdilik burada dursun. Yanıtı yazının ileriki bölümlerinde zaten vermiş olacağız.

Öte yandan Türkçede Farsça kökenli  – dar ekiyle türetilmiş dindar sözcüğünden başka sözcükler de kullanılmaktadır. Söz gelimi; bayraktar, hazinedar, emektar, silahtar, mühürdar, taraftar gibi…

Farsça -dar yahut –tar eki, sözcüğe; “sahip olan, tutan, yandaş olan, taşıyan…” şeklinde anlamlar katmaktadır.  Bu bağlamda dindar sözü de aslında “bir dine sahip olan kimse” anlamına geliyor. Bu açıdan “dindarım” demek de, “benim bir dinim var,” demektir.  Elbette ki dindar sözcüğü sadece bu anlamda kullanılmıyor. Dindar; dinini yaşayan, dini değerler konusunda duyarlılık sahibi olan kimse anlamına da geliyor. Kuşkusuz bu anlamlar, sözcüğün taşıdığı yalın anlamlardır. Bunun ötesinde meselenin tüm berraklığıyla ortaya konulabilmesi için bir de dindar veya dinci olan kimselerin temel özellikleri başlığı altında iki kavramın içeriğine ilişkin daha doyurucu bilgiler takdim etmek lazımdır.

Lakin buna geçmeden önce Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğünde dinci ve dindar kelimeleri acaba nasıl anlamlandırılmış; ona bir bakalım:

Dinci: Dini görüşleri her alana yaymak isteyen kimse.
Dindar: Din inancı güçlü, din kurallarına bağlı kimse, mütedeyyin.

Evet, bu tanımlar yeterince açıklayıcı olmasa bile yine de çok önemli bir anlam zemini sunmaktadır. Buna göre; dindarın tanımında bireysellik ön planda iken dincinin tanımında inancı başkalarına dayatma anlayışı kendini göstermektedir. Gerçekten de dindar, dinsel inancını özel yaşamında yaşamaya gayret gösteren ve başkalarına dayatmak gibi bir amaç taşımayan kimsedir. Arapça bir sözcükle dindara aynı zamanda “mütedeyyin” de denilmektedir.
Bu temel izahtan sonra şimdi dindar ile dincinin başkaca başat özelliklerini karşılaştırarak ortaya koymaya çalışalım…

Dindar her şeyden önce inancında samimidir. Dinci ise her hareketiyle kuşku uyandıran, dolayısıyla samimiyet testini geçemeyendir.
Dindar, alçakgönüllüdür. Kibir ve bencillik gibi kötü vasıflardan uzaktır. Dinci ise daima büyüklük taslar. İnsanlara tepeden bakar. Kendisi gibi inanmayanları zavallı görür, onları küçümser hatta ezmeye çalışır.

Dindar, dinde zorlamanın olmadığını bilen ve bunu içselleştiren gerçek mümindir. Kimseyi kendisi gibi inanmaya zorlamadığı gibi inanç propagandası yapmaya dahi kalkışmaz. Onun tek bir propaganda yöntemi vardır; o da yaşantısıdır. Şayet insanlar yaşantısını örnek alıp onun gibi inanmaya ve onun gibi yaşamaya yönelirse bundan sevinç duyar. Ama hiçbir zaman bundan süflî bir zafer duygusu devşirmeye de kalkmaz.

Dinci ise kendi inanç ve görüşlerini başkalarına gerekirse yahut gücü yeterse zorla kabul ettirmeye çalışır. İnancı ile yaşantısı çelişse de o bunu pek dert etmez. Zira onun daima bir bahanesi vardır. Lakin şayet aynı durumda olan başkaları varsa onların hiçbir bahanesi ona göre geçerli değildir.

Dindar kendisi gibi inanmayanların bile sevgi ve saygısını kazanma erdemini önemser. Ayrıca onun temel ilkelerinden biri yaradılanı yaradandan ötürü sevmektir. Dindar, doğadaki tüm canlılara da hak nazarıyla bakar ve onları korur. Dinci ise kendisi gibi inanmayan ya da düşünmeyenlerin nefretini kazanmayı başarı sayacak kadar bağnazdır. Ona göre doğa ve doğadaki her canlı, insana hizmet için yaratıldığından onlara zarar vermenin bir sakıncası olmadığını düşünür. Doğayı kendi malı sanır. Dindar çevre dostu iken dinci kendisini doğanın / çevrenin efendisi gibi görür.

Dindar, kendi dininden olmayan insanlara karşı münasebetinde Hz. Ali’nin Mısır valisine yazdığı mektupta söylediği şu direktifi esas alır: “Sakın din farkından dolayı insanlar arasında ayrım yapma. Unutma onların bir kısmı sana dinde kardeş ise diğer kısmı da yaratılışta eştir.”

 Dindar için; bir Yahudi’nin cenazesi geçerken ayağa kalkıp saygı duruşunda bulunan Hz. Muhammed’in; o bir Yahudi’nin cenazesi, neden ayağa kalktınız şeklindeki soruya, “Ben bir insanın cenazesine saygı için ayağa kalktım” deyişi diğer din mensuplarına yönelik ilişkilerde sarsılmaz ve sağlam bir örneklik teşkil eder.
Dinci ise Müslüman olmayan herkese karşı düşman olmayı neredeyse dinin bir gereği sanır. Ona göre gerekirse bütün kafirler imana davet edilmeli, kabul etmezlerse ya öldürülmeli yahut köle yapılmalıdır. Söz gelimi IŞİD adlı terör örgütünün yaptığı gibi… Ayrıca dinci, dini kendisi gibi yorumlamayanları da kafir yahut fâsık kabul eder. Yani ona göre Müslüman olmanız bile yeterli değildir. Onun gibi Müslüman olmak zorundasınız. Zira dini doğru anlayan ve doğru yorumlayan bir tek odur. Ondan başkasının yorumları dini tahrip etmeye yönelik bir sapkınlıktır.

Dindar, bir mezhebe bağlı olsa da asla mezhepçilik yapmaz. Dinci ise kendi mezhebinden olmayanları katletmekte bir beis görmez.

Dindar; Kur’an’ın; Topluluklar Bölümü 9. Sözünde / Zümer Suresi 9. Ayetinde geçen “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...”  ifadesini esas alarak bilgiye ve bilime daima saygılı olup bilim insanlarına değer verir. Dinci ise hem bilime ve hem de bilim insanlarına karşı kuşkuyla yaklaşır. İnancına ters geldiğini düşündüğü bir takım bilimsel gelişmeleri şüpheci bir bakışla reddetmeye meyillidir. Ancak kimi zaman da pragmatist bir biçimde bilimin sunduğu olanaklardan yararlanmaktan da geri durmaz.  Özetle dinci, bilime karşı çelişkili tutumlar sergiler.

Dindar, kadın erkek eşitliğine gönülde bağlıdır. “Mümin erkeler ve mümin kadınlar birbirlerinin yardımcıları ve dostlarıdır…” anlamındaki  Uyarı Bölümü 71. Sözde / Berae Suresi 71. Ayette yer alan ifadeleri, bu konudaki tutumunun kaynağı olarak görür. Hz. Muhammed’in Medine’de kadınları pazarda zabıta olarak görevlendirmesi gibi uygulamalarını da dikkate alarak yaşamın her alanında kadın ve erkeğin birlikte yer almasının dinin değerli bir öğüdü olduğunu daima hatırında tutar.

Dinci ise kadını eve hapseder. Onu daima ikincil görüp kadın erkek eşitliğini asla kabul etmez.

Dindar, dinsel kuralların zaman ve topluma göre bazı değişiklikler gösterebileceğine dair temel İslamî yaklaşımı içtenlikle benimseyip yenilenmenin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu kabul eder.

Dinci ise yenilik ve değişim sözünden neredeyse nefret eder. Yeni dinsel görüşleri dini tahrip etmek olarak değerlendirir. 

Dindar, dindarlığını bilgiye dayandırır. Dinci ise hikmet kavramından habersiz bir biçimde kör inançlarını sloganlarla ifade eder.

Nitekim dindar ile dinci arasındaki en büyük farkın doğru bilgiye sahip olup olmama olduğunu Kur’an şu şekilde ortaya koymaktadır:

“İnsanlardan öylesi vardır ki, hiçbir bilgiye veya yol göstericiye yahut aydınlatıcı bir kitaba dayanmadan Allah hakkında tartışmaya kalkar. Allah yolundan saptırmak için de kendini eğip bükerek büyüklük taslar. Onun için dünyada bir rezillik vardır; diriliş gününde ise ona yakıcı azabı tattırırız.” (Kutsal Ziyaret Bölümü 8.- 9. Sözler / Hac Suresi 8. – 9. Ayetler) 

“… İnsanlardan bazı kimseler, bir bilgiye dayanmadan, yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında tartışıp dururlar. Onlara; Allah’ın indirdiğine uyun, denildiğinde, onlar; biz atalarımızdan ne gördüysek ona uyarız, dediler. Peki, ya Şeytan onları bir alevli ateşin azabına çağırıyorsa?”  (Lokman Bölümü 20.- 21. Sözler / Lokman Suresi 20.-21. Ayetler)

Görüleceği üzere dinci aslında din konusunda doğru bilgiye sahip olmayan kişidir. Lakin sanki o konuda uzmanmış gibi davranır. Hatta yanlış bilgisiyle kibirlenir yani büyüklük taslar.

Dindar, Allah’ın, rahman olma vasfı gereği bütün insanlara ve doğaya merhamet ettiğine inanır. Allah rahmetini sunarken kulları arasında din ve ırk ayrımı yapmaz. Yağmur herkes için yağar, güneş herkes için doğar.  Dinci ise Allah’ın Müslümanlara yahut kendisi gibi inananlara ayrıcalıklı davrandığını sanır. Müslüman olmayan ülkelerin başlarına gelen doğal afetleri Allah’ın bir cezalandırması gibi telakki eder. Müslümanların başına gelen felaketleri ise ilahi bir imtihan olarak niteler.

Dindarın din anlayışı Kur’an’a, Hz. Muhammed’e ve ehlibeyte dayanır.

Dinci ise Muaviye ve Emevi sultanlarını örnek alır. Güya din ve hilafet için peygamber torunu Hz. Hüseyin’in bile başının kesilmesini meşru görebilecek kadar bir dalaletin içinde olduğunu fehmedemez yahut fehmetse de içindeki kine teslim olur.

Dindar, insanları cennetle müjdelemeyi öne alırken dinci ise daima cehennem vurgusu yapıp korku üzerine kurulu bir dinsel yaşamı önceler.

Dindarın din anlayışında asla şiddete yer yoktur. Dindar, kesin olarak barışçıdır. Zira iman ettiği dinin adı olan İslam’ın anlamlarından birinin de Allah’a teslimiyetle birlikte barış demek olduğunu gayet iyi bilir. O cihadı bile ancak savunma amaçlı olduğunda meşru görür. Öte yandan dindarın cihadı daha çok nefsine karşı mücadele etmek biçimindedir. Dinci ise cihat kavramının arkasına saklanarak terör ve savaş da dahil her türlü şiddeti güya Allah yolunda mücadelenin olmazsa olmaz bir parçası görür. Hatta çoğu kere çarpık cihad anlayışını sözde dindarlığının nişanesi gibi takdim etmeye çalışır.

Dindar tevhid inancının temsilcisidir. Tevhidi sadece muhayyel bir ilahı birlemek olarak değil aynı zamanda insanları da birlemek ve eşit görmek olarak anlamlandırır. Dinci ise şirk dinin dindarı olup Allah ile insanların arasına şeyhleri, gavsları ve bilumum kerameti kendinden menkul sözde dini liderleri yerleştirir. Allah’a ibadet adı altında onlara tapınır. Ne var ki çoğu kez bunun farkında bile değildir.

Dinciliğin kök itibariyle İslam öncesi döneme değin uzandığını ifadeyle birlikte İslam sonrasında ise beslenme kaynağının Emevi saltanatı olduğunu belirtmeliyiz. Bu gerçeği dile getirmek bakımından; büyük İslam bilgini Ebu Hanife’nin hocalarından olan İmam Cafer Sadık’ın; “Emevilerin en büyük kötülükleri şirkin tanınmasını engellemeleri olmuştur,” (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk; Dincilik, s. 138) şeklindeki sözü son derece dikkat çekicidir. 

Gerçek şu ki dindarın en büyük düşmanı ne ateistler, ne deistler, ne agnostikler ne de başka dinden olanlardır. Dindarın en büyük düşmanı dincilerdir. Nitekim Türk sağının fikir adamlarından olan Nurettin Topçu, bu savı desteklercesine şu cümleyi kurmaktadır:

“Gözlerinden kin, riya ve para akan habis tip. Allah’ın dininin kara talihi ateistler falan değil işte bu habis tiptir.”

Son çağın büyük İslam bilgini merhum Yaşar Nuri Öztürk de bu konuda sözü hiç dallandırıp budaklandırmadan o yalın gerçeği şöyle açıklıyor:

“Dindarların en zararlı düşmanı dincilerdir. Tabii ki, dincinin en tehlikeli düşmanı da dindarlardır. Çünkü dinci, dindarın en yüce, en kıymetli sermayesini kirleten, çalan, istismar eden bir namerttir. Dinci, dindarın hayatı pahasına koruduğu ve yaşama sebebi bildiği yücelikleri birer maske gibi kullanarak hesaplarını denk getirmeyi esas alan hayasız bir hırsızdır, gaspçıdır.” (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk; Dincilik, s. 140)

 Merhum Yaşar Nuri Öztürk, bu cümlelerin ardından daha da ilginç olarak şu cümleleri yazıyor:

“Dindar, Allah’ın rahmeti, dinci ise Allah’ın musibetidir. Dinci, dindarın kıymetini bilmeyenlere Allah’ın musallat ettiği bir beladır.” (Age, s. 140)

Gerçek şu ki dindar, dini, Allah’a ulaşmanın, onun rızasını kazanmanın aynı zamanda daha iyi ve daha olgun insan olmanın yolu olarak bilir. Bu nedenle dindarın amacı daha iyiye ve daha güzele ulaşmaktır. Din ona; “Halka hizmet, Hakka hizmettir,” dediği için o daima insanlara bir şeyler verebilmenin çabası içinde olur. 

Dindar, kendisinin iyi ve rahat olmasıyla işinin bittiğini düşünmez. Başkalarının da iyi ve mutlu olması için çalışır. Bu tavrının altında Hz. Muhammed’e nispet edilen şu söz vardır:

“Kendin için sevip istediğini başkaları için de sevip istemedikçe gerçek mümin olamazsın.” (Müslim; İman 71-72, Tirmizi; Kıyamet 59, Nesai; İman, 19- 33)

Dincinin yaşamında ise, “İyi ve güzel şeyleri yalnızca kendin için iste, başkalarının da bunlara sahip olmasını engelle!” duygusu egemendir.

Dindarın dindarlığında din, insan içindir. Dincinin dinciliğinde ise insan, din içindir. Dindar amaç ve aracı yerli yerinde görürken dincide amaç ve araç alt üst olmuş durumdadır.

Dindar, Allah için iyi işler yapıp değer üreten bir rahmet insanıdır. Dinci ise Allah adına ahkam kesmeye kalkan ve kendini Allah’ın vekili sanan kötü bir kişiliktir.

Dindar, karşıtlarının bile kendisinden emin olduğu kişidir. Zira o bir rahmet insanıdır. Dindar bilir ki, iman ettiği peygamberin en güzel ünvanlarından biri de Muhamed’ül- Emiyn / Güvenilir Muhammed ünvanıdır. Güvenilir Muhammed’e iman ettiğini söyleyip güvenilmez bir kişilik sergilemek dindar için asla söz konusu değildir. Dinci ise sözcüğün tam anlamıyla kendisine asla güvenilmeyen kişidir. Onda ahde vefa yoktur. Onda sözünde durma vasfı da bulunmaz.

Bilindiği gibi ahde vefa yani anlaşmaya ve dostluğa sadakat dinin ve dindarlığın temel değerlerinden biridir.  Dindar, kıymet bilen kişidir. Bu sebeple onun aslî özelliklerinden biri de ahde vefa duygusuna sahip olmaktır. Oysa dinci nankördür. Onun ihanet etmekten çekineceği hiçbir kimse ve hiçbir değer yoktur.
Dindar, ibadetlerini yalnızca Allah rızası için yapar. İbadetlerinin asla reklamını yapmaz. Onları ticari veya siyasi kazanca tahvil etmeye çalışmaz. Hasılı; ibadet onunla o ibadetle güzelleşir.

Dincinin ibadeti ise daima bir dünyevi çıkara endekslidir. O ibadetini toplumun neredeyse gözüne sokar. Bu nedenle de onun namazı, İyilik Etme Bölümü / Maun Suresi’nde yer alan; “ Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar gösteriş yaparlar…” ifadeleriyle anlatılan sahte namazın ta kendisidir.  Onun orucu da aslında oruç değildir. Dinci öyle bir sapkınlık içindedir ki adeta kimin namaz kılıp kılmadığının, kimin oruç tutup tutmadığının Allah adına çetelesini tutar. Oysa bu, Allah’ın asla razı olmayacağı ifsad edici bir tavırdır.

Dindarın ibadetinden; namaz ve orucundan kimsenin pek de haberi olmaz. Zaten o da birileri bilsin ve görsün diye değil sadece Allah için ibadet eder. Oysa dincinin namaza gidişi de bir gösteriş halindedir. Orucu, haccı da öyledir. 

Dincinin en belirgin özelliği küstahlığıdır. O, en büyük küstahlığını da Allah’a karşı yapar. Zira o Allah’a din öğretmeye kalkacak kadar küstahdır.

Evet, Allah’a din öğretme tabiri Kur’anî bir tabirdir. Bu tabir Kur’an’da Odalar Bölümü 16. Sözde / Hucurat Suresi 16. Ayette geçmektedir. Ayetin Türkçesi şu şekildedir:

“De ki; siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa göklerde ne var, yerde ne varsa Allah onların hepsini bilir. Çünkü Allah her şeyi gereğince bilendir.” (Anlamak İçin Türkçe Kur’an, 4. Baskı S. 431)

Allah’a din öğretmeye yeltenmek hiç kuşku yok ki eşi benzeri olmayan bir küstahlıktır. Bu küstahlığın temelinde yatan neden de azgınlık ve dini kendi çıkarları için utanmazca kullanmaktır. Bu, Allah’a kafa tutmanın belki de en ahmakça hâlidir.
Dindar ile dinci arasındaki en önemli farklardan biri de yurt ve ulus sevgisi konusundadır.

Dindar, yurtseverdir. Bunun bir gereği olarak mensup olduğu ulusu da sever. Ne yurduna ne de ulusuna asla ihanet etmez.

Dinci ise yurt / vatan ve ulus / millet kavramlarını kabul etmez. Zira onun için söz konusu olan ümmettir. Lakin dincinin ümmeti, Hz. Muhammed’e nispet edilen ümmet değil Muaviye’ye nispet edilen bir ümmettir. Emevi kabilesinin ideolojisini ve yayılmacılığını savunmayı ümmetçilik olarak gören dinci, aslında bir gizli / kripto vatan hainidir. Zira onun ümmetçiliğinde vatan / yurt ve millet / ulus kavramlarına yer yoktur. Eğer bir dincinin ağzından vatan ve millet kavramlarını duyarsanız biliniz ki onlar, tümüyle siyaseten ve halkı aldatmak için söylenmiş sözlerden ibarettir.

Tüm bu izahlardan sonra netlikle ifade edelim ki asıl kavga dindar ile dinsiz arasında değil dindar ile dinci arasındadır. Bu kavganın dindar lehine sonuçlanması sadece dindarlar için değil bütün insanlık için hayırlı ve hak olandır. Hayrın ve hakkın galibiyeti ise en samimi dileğimiz ve duamızdır.

Dindar ve dinci kavramlarına ilişkin bazı özellikleri ana hatlarıyla verdiğimiz bu yazı elbette ki meseleyi tüm boyutlarıyla ortaya koymaya kifayet etmez. Her bir özellik için ayrıca sayfalar dolu açıklama yapmak mümkündür. Bizim bu yazımızsa belki ancak bir dibace olabilir.

Sözlerimizi Türkiye’de dinciliğe karşı savaşmış ve hakiki dindarlığın yolunu açmış olan büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle bağlayalım:

“Türk milleti daha dindar olmalıdır. Bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat hakikate nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum. Çünkü bizim dinimizde akla aykırı, gelişmeye ve ilerlemeye engel hiçbir şey yoktur." 
 
Tekraren ifade edeyim ki, evet dincilerin çoğu ahlaksızdır. Bu gerçeği dile getirmek de asla suç değildir. 

Size merhum Yaşar Nuri Öztürk’ün “İnsanlığı Kemiren İhanet DİNCİLİK: Zulümleriyle Dini Kirletenlerin Tarihi” adlı kitabını da takdim etmek istiyorum.

Merhum Öztürk bu kitabında bizim 2 satırlık twitter yazımızdaki eleştiren çok daha ilerisini gözler önüne sunuyor. Dinciliği, ihanet, gaspçılık, ikiyüzlülük, sahtekarlık, şirk, riyakarlık, kamu malını talan etme, din adına kötülük ve çirkin üretmek biçiminde tanımlıyor. İşte bundan dolayıdır ki dincilik en kısa tanımla ahlaksızlıktır. Dinciler ahlaksızdır. Ben yazımda her şeye karşın yine de nezaketen ve ihtiyaten dincilerin çoğu ifadesini kullandım. Ancak merhum Yaşar Nuri Öztürk dincilerin tümünü ağır vasıflarla ve son derece kararlı bir biçimde yaftalıyor. Ruhu şad olsun. Mekanı cennet olsun…