2002’de iktidara gelen AKP’nin, bitmekte olan terör örgütü PKK ile dolaylı olarak görüşmelere başlaması ve bu görüşmelerin 2006’da devam etmesiyle birlikte 2008’de kamuoyu ve medyaya da Oslo görüşmeleri diye bomba gibi düşmüştü.

Bu görüşmelerin ardından 11 Mart 2009’da dönemin Cumhurbaşkanı AKP’li Abdullah Gül “Kürt sorunuyla ilgili ilerleyen günlerde çok iyi şeyler olacak” ve 9 Mayıs 2009’da; “Kürt sorunu Türkiye’nin birinci sorunudur ve mutlaka halledilmelidir” demişti. Gül’ün bu açıklamasının ardından PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 19 Ekim 2009’da, 34 PKK üyesi Habur Sınır Kapısı’ndan girip teslim olmuşlardı.

Habur Sınır Kapısı'ndan giriş yapan 34 PKK’lı terörist mevcut iktidar ve yöre halkı tarafından adeta bir savaş kahramanı gibi karşılandı.

Sınırda kurulan çadır mahkemelerde, 4 savcı, 1 hâkim PKK’lıları beklediler. Pankartlar açıldı, sloganlar atıldı, konserler yapıldı.

Süreç böyle devam ederken, bu sürecin adını da çözüm süreci olarak tanımladılar…

Yıllarca insanlarımızın kanını akıtan PKK’nın bu şekilde muhatap alınması, kamuoyu tarafında kabullenmesi zor bir durumdu. Tabii bu şekilde terör örgütünün muhatap alınmasının ardından örgütün daha çok taraftar bulmasına ve azmasına neden oldu.

2002’lerde bitme noktasına gelen terör örgütü, AKP iktidarı tarafından muhatap alınmasıyla birlikte Güneydoğu’daki yaşayan yurttaşlar üzerinde kurduğu baskı ve korkunun da etkisiyle yeniden güçlenerek bölgede özerklik çağrısı yaptı.

PKK’nın bu çağrısı sonucu Doğu ve Güneydoğu’daki birçok il ve ilçe harabeye dönüştü. Terör saldırılarında 793 güvenlik görevlisi şehit edildi, 314 sivil yurttaş hayatını kaybetti. 4 binin üzerinde güvenlik görevlisi ve 2 binden fazla yurttaş yaralandı.

AKP’nin o dönemler PKK’yla masaya oturmasına ve Habur Sınır Kapısı'nda çadır mahkemesi rezaletine karşı CHP tepkisini, “Devlet Habur’da teröristlerin ayağına götürülmüştür. AKP Habur’da teröre teslim olmuştur” şeklinde dile getirmişti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’nin terör örgütüyle olan münasebeti karşısında tepkilerini gösterirken, AKP’liler de ayrılıkçı terör örgütüne şirin gözükmek için milletimizin adı ve bireylerinin yurttaş kimliği olan “Türk” sözcüğünü kullanmama eğilimine, siyasal rejimiyle devletimizin simgesi olan “T. C.” rumuzunu tabelâ ve levhalardan silme gayreti içerisindeydi.

31 Mart yerel seçimleri öncesi Millet İttifakı için “Bunlar zillet ittifakı, şer ittifakı, bu ittifak kazanırsa evlerinize gelen su faturaları dâhil hepsini PKK’lı militanlar getirecek” diye yalan ve iftira dolu, seçmene yönelik kara propagandalarının seçmen nezdinde karşılık bulmayışını hazmedemeyen AKP iktidarı ve kurmayları hedefine CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu koydular.

Başta Fethullahçı çete olmak üzere PKK ve onun elebaşı Abdullah Öcalan’a sayın diyerek övgüler yağdıranlardan ve devleti terör örgütleriyle aynı masaya oturtanlardan hesap sorması gereken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu. CHP liderini hedef tahtasına oturtarak tehdit etmesi ve 'şehit cenazelerine sokmayın' çağrısı üzerine 21 Nisan’da Ankara Çubuk’taki şehit cenazesinde Kılıçdaroğlu’na inek hırsızlığından sabıkalı bir AKP üyesi tarafından saldırı gerçekleşti. Ve saldırı daha sonra linç girişimine dönüşmüştü.

Aslında, AKP’nin asıl hazmedemediği ve korkulu rüyası olan Atatürkçü, Laik, Cumhuriyet rejiminin sürmesi…

31 Mart yerel seçimlerinde Millet İttifakı'nın kazandığı belediyelerde göreve gelen belediye başkanlarının, ilk iş olarak belediye binaları ve kurumlarına yeniden T.C. levhalarını asmaları ise AKP’nin yalan ve iftiralarının ne kadar mesnetsiz ve gerçek dışı olduğunun bir göstergesidir.