Canlıların oluşması ve gelişmesini evrimleşmeye dayandıran Evrim Kuramına eski dilde “Tekamül Nazariyesi” denilmekteydi. Tekamül; kemal kökünden türeyen Arapça bir sözcüktür. Kemal, tamamlanmak ve mükemmelleşmek anlamına geliyor. Tekamül Nazariyesine öz Türkçe karşılık olarak bulunan ”Evrim Kuramı” anlambilimsel olarak son derece başarılıdır. Nitekim bu başarının bir göstergesi olarak eski söyleyiş bırakıldı ve yeni karşılık dilimize bütünüyle yerleşti.

Evirmek sözünden türetilen evrim sözcüğü Batı dillerindeki “evolution” sözünün de karşılığıdır. Günümüz Arapçasında tekamül yerine istihale, tahavvül, tatavvur, tebeddül sözcükleri kullanılıyor. Güzel Türkçemizde ise; evrim sözcüğü ile birlikte, dönüşüm, değişim, gelişim, başkalaşım gibi sözcükler de var. Bu arada “nazariye” yerine öz Türkçe “kuram” sözcüğünün kullanılması da yerinde bir yeğleme olarak nitelemeyi kanımca hak ediyor.

Evrim Kuramı; canlılar dünyasında yalından karmaşığa ya da ilkel olandan gelişmiş olana doğru bir oluşum ve dönüşüm yaşandığını kabul eden akım tarafından ileri sürülmüştür.

19. Yüzyılda bilimin gelişmesiyle birlikte gerek yoktan yaratma düşüncesini gerekse -R. Chambers’in The Vestiges of the Natural History adlı yapıtında (1844) savunulduğu gibi- yaratmanın evrimsel bir süreçte gerçekleştiğini kanıtlamaya yönelik çabalar karşısında canlıların ortaya çıkış ve türeyişinin Tanrı’nın değil doğanın bir ürünü olarak göstermeye çalışan araştırmalar ivme kazanmıştır.

Tanrı ve doğa ikilemi aşkınlıkçı Tanrı düşüncesinin bir sorunsalıdır. Canlıların oluşum ve gelişimini aşkın Tanrı inancı çerçevesinde yoktan yaratma kavramıyla açıklamaya çalışmayı konunun inançsal neliği açısından tek tutum olarak göremeyiz. Zira Tanrı ve doğa ikilemini yadsıyan ve evrende içkin bir Tanrı düşüncesine dayanan çok güçlü inançsal bir akım da var. Bu akımın İslam içindeki damarı da son derece güçlüdür. Egemen İslam düşünce ve inancına aykırı bir biçimde içkin Tanrı inancına dayanan karşıt İslam düşünce ve inancı görmezden gelinerek Evrim Kuramı ve İslam konusu yetkin düzeyde irdelenmiş olmayacaktır.

Bu bağlamda evrimi savunmak doğrudan doğruya ve kaçınılmaz bir biçimde Tanrı’yı ve İslam öğretisini reddetmeyi içermez. Nitekim pek çok Müslüman düşünür evrimi savunmuştur.

Evrimi savunmak İslam’ın yaratılış inancına karşıt bir tutum değildir. Zira yaratılışın / yaratmanın neliği konusunda farklı farklı açıklamalar vardır. Dolayısıyla evrim de yaratmanın bir yolu ve yöntemi olarak kabul edilebilir. Ancak yukarıda da kısmen değindiğimiz üzere Tanrı’nın evrim yoluyla yaratması düşüncesi de kimi evrimcilerce şiddetle reddedilmiştir. Onlar canlıların oluşum ve gelişimini Tanrı’ya değil doğaya bağlarlar. Fakat doğa dedikleri Tanrı’dan başka bir şey midir ki?! İşte bu soru bizi evrende / varlıkta içkin Tanrı inancına götürmektedir.

İçkin Tanrı inancı düzleminde belirtelim ki ilk varlık ve ilk canlı yoktan değil Tanrı’nın varlığından var edilmiştir. Bu durumda Tanrı, varlığın ezeli halidir.

Kur’an’da Tanrı’nın varlıkları nasıl var ettiği / yarattığı Yasin Suresi 82. Ayette şöyle belirtilir:

“Kun fe yekun!”

Peki, bu ne demektir?

Geleneksel anlayış bu ayeti şu biçimde anlamlandırıyor:

“Tanrı ol der ve dediği olur.”

Bu, yaratılışın Tanrı’nın ol buyruğuyla gerçekleştiğini dolayısıyla evrim gibi bir sürecin asla söz konusu olmayacağını ileri süren inançsal görüşün zeminidir. Oysa bütün İslam bilginleri ve Kur’an yorumcuları bu ayeti böyle anlamlandırmaz.

Biz de böyle anlamıyoruz.

Biz bu ayeti şöyle anlamlandırıyoruz:

“Tanrı ol der ve oluş süreci / oluşum başlar.”

Burada bizce yine Tanrı’dan kasıt aşkın bir Tanrı değil evrende / doğada içkin bir Tanrı’dır. Dolayısıyla Tanrı’nın ol demesi doğanın kendi yasaları çerçevesinde oluşum sürecinin başlamasıdır.

Ayeti, Arapça dilbilgisi ve anlambilim açısından irdelersek savımızın doğruluğu ortaya çıkacaktır.

“Kun”, Arapçada “ol!” demektir.

“Fe”, takip fe’sidir. Bir tür bağlaçtır. Bir eylemin ardından gelecek eylemi belirtmeden önce genellikle takip fe’si kullanılır.

“Yekûn” ise “oluyor” ve “olur” demektir. Hem şimdiki zamanı (mudarî) hem de geniş zamanı belirten bir kalıpta kullanılmış olan “olmak” eylemi, oluşumun bir süreç içerisinde gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.

O halde bu ayetteki ifade, bir şeyin olması Tanrı’nın ya da başka bir deyimle doğanın buyruğunun hemen ardından ve anında olması değil; bir süreç içerisinde olmasını belirtiyor. Bu da apaçık bir biçimde canlıların bir evrim süreci içerisinde oluştuklarını gösteriyor.

Bu ifadeyi ilahiyatçı Mustafa İslamoğlu bizim çevirimizle koşut bir biçimde şöyle Türkçeleştiriyor:

“O, ol deyince oluş süreci başlar…”

Kur’an’da yaratılış / var oluş ile ilgili başka pek çok ayet var. Tümünü Evrim Kuramı çerçevesinde anlamlandırmak olanaklıdır. En azından bir bölümü sunalım:

“Tanrı, bütün canlıları sudan yaratmıştır. O canlıların bir bölümü karnı üzerinde sürünür. Kimisi de iki ayağı üzerinde yürür. Bir bölümü de dört ayağı üzerinde yürür. Tanrı dilediğini yaratır. Çünkü Tanrı’nın her şeye gücü yeter.”

Işık Bölümü 45. Söz. (Nur Suresi, 45. Ayet)

Görüleceği üzere burada canlıların oluşumu ve gelişimi için suyun kaynak oluşu, tıpkı Evrim Kuramındaki gibi dile getiriliyor. Evrim karşıtlarının savının tersine her canlı bir oluşum ve gelişim sürecine bağlıdır. Yaşamın kaynağı sudur. Evrim Kuramı da, Kur’an da özdeş bir tutum içinde.

“O yarattığı her şeyi halden hale çevirerek en güze bir biçime ulaştırdı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.”

Secde Bölümü 7. Söz. (Secde Suresi 7. Ayet)

Bu Kur’an sözünde de canlıların bir oluşum ve gelişim süreci sonunda var edildiği apaçık bir biçimde ortaya konuluyor. Evrim Kuramının diliyle söylersek canlılar bir oluşum ve gelişim sürecinin içinden geçerler. Böylece türler oluşur.

Şu Kur’an sözlerine de bakalım:

“O sizi türlü evrelerden geçirerek yaratmıştır.

Görmüyor musunuz Tanrı yedi göğü birbiriyle nasıl uyumlu yaratmıştır?

Onların içinde ayı bir ışık, güneşi ışık kaynağı yapmıştır.

Ve Tanrı sizi de yerden yeşertip bitirmiştir.”

Nuh Bölümü 14- 17. Sözler. (Nuh Suresi, 14. 17. Ayetler)

Görüleceği üzere bu Kur’an sözlerinde apaçık bir biçimde evrimden söz edilmektedir. Evrim ya da Arapça deyimle tekamül Kur’an’ın başka pek çok ayetinde de işlenmektedir.

Cumhuriyet Dönemi Kur’an yorumcusu Elmalılı Hamdi Yazır, İnananlar Bölümü 14. Sözün / Muminun Suresi 14. Ayetin yorumunda evrime ilişkin şöyle diyor:

“Evet, doğada evrim / tahavvül, doğal seçilim / ıstıfa, gelişim/ tekamül yok değildir. Fakat o doğal seçilimi ve gelişimi gerçekleştiren doğa değil doğa üzerine egemen olan Yaratıcıdır.”

Söz konusu ayette insanın anne karnında oluşumu anlatılıyor.

Bu yorumda da egemen İslam inancının bir yansıması olarak aşkın Tanrı düşüncesi ile koşut bir biçimde Tanrı ve doğa ayrımı keskince ortaya konulmuş. Oysa yeniden belirtmek gerekirse içkin Tanrı inancı açısından Tanrı ve doğa ayrımı yapılamaz. Bu nedenle doğa yapıyor demekle Tanrı yaratıyor demek arasında bir fark yoktur. Tümtanrıcı düşüncenin dışında varlıkta içkin Tanrı inancı, egemen İslam’a karşı öteki İslam’ın düşüncesi olarak öne çıkmaktadır. Bu düşünce özellikle İslam tasavvufçuları ve kimi Müslüman filozoflar tarafından temsil edilmektedir. Nitekim bu düşünceyle uyumlu biçimde evrim düşüncesi Batı’da bir kuram olarak dizgeleştirilmeden önce pek çok Müslüman sufi ve filozof tarafından çeşitli boyutlarda savunulmuştur.

Bütün insanların tek bir atadan yaratıldığı ve o atanın da Adem olduğu biçimindeki egemen dinsel anlatı da evrimi savunan bilginlerce farklı yorumlanmaktadır. Buna göre Adem bir kişiyi değil insan türünü belirtmektedir. Üstelik Adem’in / insan türünün bir oluşum sürecine dayandığı ve süreç sonunda insanlaştığı savunulmaktadır. Adem’in yeryüzünde “halife” olarak yaratılması, halife sözcüğünün anlambilimsel / semantik açıdan irdelenmesi üzerinden Adem’in Adem olmadan önce pek çok aşamadan geçtiği dolayısıyla önceki halinin ardılı olarak var edildiği biçiminde açıklanmaktadır. Nitekim melek metaforu üzerinden bu gerçek; “sen yeryüzünde kargaşa çıkaracak olan ve kan döken birini mi yaratacaksın?” sorusuyla dile getirilmektedir. Anlaşılıyor ki Adem’in Adem olmadan önceki hali / ilkel insan ya da insanımsı canlılar, vahşi ve kan döken varlıklar imiş. Başka bir deyimle “beşer” imişler. Henüz insan olamamışlar ya da insanlaşma sürecini tamamlayamamışlar. İşte Adem, evrim süreci sonunda olgunlaşmış insan türünü ifade etmektedir. Yukarıda söz konusu ettiğimiz ifadelerin geçtiği ayet Dişi Sığır Bölümü 30. Söz / Bakara Suresi 30. Ayet’tir.

Gelelim evrimci İslam düşünürlerine…

Kuşku yok ki Evrim Kuramı denildiğinde usa gelen ilk ad, dirimbilimci / biyolog Charles Robert Darwin’dir. Darwinci Evrim Kuramı, insan dahil bütün canlıların, doğal seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan geldiğini savunur.

Türlerin Kökeni adlı yapıtında Darwin, kuramını özetler bir biçimde şöyle der:

“Her canlı türü, yaşaması mümkün olandan daha fazla birey doğurduğundan ve bunun sonucu olarak sık sık tekerrür eden bir hayatta kalma savaşı mevcut olduğundan, yaşamın karmaşık ve zaman zaman değişen koşullarında kendisine yarar sağlayacak herhangi bir değişikliğe sahip olan her canlı, hayatta kalmada daha yüksek şansa sahip olacak ve doğal olarak seçilecektir. Kuvvetli kalıtım ilkesi sayesinde, seçilen her cins kendi yeni ve değişik formunu yayma eğiliminde olacaktır.”

Peki ya İslam düşünürleri canlıların oluşum ve gelişimi konusunda egemen dinsel inanıştan farklı olarak ne dediler? Onların farklı görüşleri Evrim Kuramı çerçevesinde nereye oturabilir?

Öncelikle açıkça Evrim Kuramını reddedenlerden birkaç örnek verelim:

İslâm dünyasında er-Red ʿale’d-Dehriyyîn adlı eseriyle Cemâleddîn-i Efgānî, Huzûr-u Akl ü Fende Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti’yle Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Maddiyyûn Mezhebinin İzmihlâli isimli kitabıyla İsmail Fenni (Ertuğrul) ve Mehmet Ali Ayni Evrim Kuramı’nı reddedenler arasındadır.

Evrim Kuramı’nın destekçileri ya da öncüleri bahsi söz konusu olduğunda da kimi Batılı tarihçiler, tekamül, tatavvur, tebeddül, hayat mücadelesi ve doğaya uyum gibi kavramlara yer veren Nazzam, Cahiz, İhvan-ı Safa, Birunî ve İbn Miskeveyh gibi Müslüman düşünürleri Evrim Kuramı’nın öncüleri arasında değerlendirmişlerdir.

Friedrich Dieterici, 1878’de yayımladığı bir yapıtında İhvan-ı Safa’yı Darwin’in habercisi kabul ederken, Eilhard Wiedemann ise Cahiz’i örnek göstermektedir.

Yine Evrim Kuramı’na ilgi duyan yazarlar, Farabi’den İbn Sina’ya, Muhyiddin İbn’ül- Arabî’den Celaleddin-i Rumî’ye kadar birçok düşünür ve sufinin, Darwin’in öncüleri olarak kabul edilebileceğini savunmuşlardır.

Sözü geçen bu düşünür ve sufiler, Yeni Eflatunculuk’a dayanan sudur nazariyesinden devinimle oluşturdukları varlık evrelerini veya insan ruhunun Tanrı’ya ulaşıncaya kadarki süreçte yaşadığı tinsel ve ahlakî olgunlaşmayı belirtmek üzere ileri sürdükleri devriye nazariyeleri ile modern Evrim Kuramı’nın savlarını çağrıştırır düşünceler ortaya atmışlardır.

Canlıların oluşum ve gelişimi konusunda, Tanrı kavramını reddeden evrimi ya da akıllı tasarım adı atında aşkın Tanrı’yı savunan düşüncelerin dışında neredeyse panteist yahut panenteist bir yaklaşımla ve içkin Tanrı inancı üzerinden doğa – Tanrı birliğini ileri süren öteki İslamî düşüncenin, yukarıda sözünü ettiğimiz Müslüman düşünür ve sufilerce savunulduğu gerçeğini ilgi çekici bir yalınlıkla tanılıyor ve belirliyoruz.

O halde ya Tanrı’ya iman ya da Tanrı’yı red üzerine kurulu evrimi savunma ikilemi seçeneksiz değildir. Evrim gerçektir ve bu gerçek evrende içkin Tanrı inancını reddetmeyi gerektirmez. Evrende içkin Tanrı’yı doğa ile özdeş görmek temel İslamî referanslara da aykırılık oluşturmaz.

Sözlük

Nelik: Mahiyet

Koşut: Paralel

Tanılamak: Teşhis etmek

Tinsel: Ruhsal, manevi.

Dizge: Sistem