Atatürk karşıtları camileri, ayetleri ve hadisleri istismar ederek büyük öndere saldırmaya devam ediyor. Özellikle Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesinin verdiği bir özgüvenle deyim yerindeyse gemi azıya almış durumdalar.

Öyle ki, Ayasofya, kimi Atatürk karşıtları için bir saldırı zemini olarak görülmeye başlandı. Önce Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya’nın vakıf belgesinde yer aldığı ileri sürülen sözde amacı ve konumuna aykırı olarak müze yapılmasını diline dolayıp şöyle dedi:

“Bizim inancımızda vakıf malı kutsaldır, dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir. Çiğneyen lanete uğrar…”

Ne demek istediğini bütün toplum anladı. Erbaş, Atatürk’ü Ayasofya vakıf belgesindeki şartları çiğnemekle suçladı ve lanete uğrayacağını söylemek istedi, aslında söyledi de…

Ama Erbaş, İstanbul’un, İstanbul’daki yüzlerce caminin ve Ayasofya’nın yaklaşık 5 yıl boyunca İngiliz işgali altında kalmış olmasını umursamadı. İşgal altındaki bir beldede Cuma namazı kılınamayacağı şeklindeki Sünni itikadı da umursamadı. Zira İngiliz işgal güçleri sözde İslam halifesi Vahdettin’in izniyle İstanbul’da idiler.

Erbaş, Atatürk’ün yurdu işgalden kurtararak on binlerce camide özgürce ezan okunması ve namaz kılınmasını sağlamasını da umursamadı. İşgal yıllarında yıkılmak ve yerine apartman yapılmak istenen Beyoğlu’ndaki Ağa Camii’nin Atatürk tarafından kurtarılıp restore edilmesini de umursamadı. Onun tek derdi Ayasofya’nın müze yapılması idi. Oysa Ayasofya müze yapılıncaya değin 1934’e değin cami olarak işlev gördü. Müze yapıldığında bile tapuda cami olarak gösterildi. Dönemin uluslar arası ilişkileri bağlamında Ayasofya’nın müze yapılması o günün hükümetinin, yurt ve ulus yararına gerçekleştirdiği bir tasarruftu. Atatürk olmasa ve işgal devam etse belki de Ayasofya yeniden kilise olacaktı. Ortada camiye çevrilebilecek bir mekan bile olmayacaktı. Bunu idrak edememek ne büyük bir aymazlıktır. Bu aslında mabetperestliktir. İslam’da mabede tapılmaz, Allah’a kulluk edilir. Mabet sadece bir araçtır. Üstelik İslam inancına göre bütün yeryüzü zaten mescittir. Bu nedenle gerçek anlamda İslamî duyarlılığı olan bir mümin, bırakınız Atatürk’e hakaret etmeyi ve lanet okumayı, doğrudan doğruya ona teşekkür etmeli ve onu hayırla yad etmelidir. Ne var ki, Ali Erbaş, “Bugün yeniden camiye çevirebildiğimiz bu kutsal mekanı işgalden kurtararak bize miras bırakan büyük Atatürk’ü minnet ve şükranla anıyoruz,” demesi gerekirken tam bir nankörlük ifadesi olarak lanet okumayı yeğledi.

İkinci saldırı birincisinden daha vahim… Çünkü ikinci saldırıda bir Kur’an ayeti kullanıldı. Mustafa Demirkan adlı meczup Allah’ın ayetini Atatürk’e hakaret için açıkça istismar etti.

Bakara Suresi 114. Ayeti okuyup ad vermeden Atatürk’e zalim ve kâfir dedi. Bu apaçık bir sapkınlıktır.

Peki, ne deniliyor ayette:

“Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim vardır?...”

Tefsir kitaplarında bu ayet ile Beyt’ül- Makdis’i tahrip eden Romalıların yahut Müslümanların Kabe’de ibadet etmesine engel olan Mekkeli müşriklerin kastedildiği açıklanmaktadır. Hiçbir tefsir kitabında Ayasofya’dan bahis yoktur. Ama Mustafa Demirkan keyfine göre yorum yapıp ayeti çarpıtarak Atatürk’ü zalim ve kafir ilan edebiliyor. Bir kere Bakara 114. Ayet, Hz. Muhammed’e vahyedildiğinde Ayasofya bir Hıristiyan mabedi idi. Dolayısıyla ayetin Ayasofya ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Ancak denilebilir ki, ayetten genel bir hüküm çıkarmak mümkündür.

O halde biz de soralım…

Atatürk, hangi mescitte Allah’ın adının anılmasına engel olmuştur? Ayasofya’nın müze yapılması bir egemenlik tasarrufudur. Atatürk on binlerce camiyi düşman işgalinden kurtarıp özgürce ezan okunmasını sağlamış, düşmanın tahrip ettiği onlarca camiyi devlet bütçesinden sağlanan ödeneklerle yeniden onartmıştır. Atatürk’ün onarılmasını sağladığı camilerden biri de Beyoğlu Ağa Camii’dir. Buna yukarıda da değinmiştik.

Atatürk Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuş, binlerce din görevlisini camilerde istihdam etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in meal ve tefsirini yaptırmış ayrıca hadis derlemelerini de Türkçeye tercüme ettirmiştir. Böylece İslamî bilginin geniş halk yığınları tarafından daha yaygın bir biçimde öğrenilmesi için emsalsiz bir imkan oluşturmuştur.

Büyük Atatürk, son derece dindar bir ailenin ve dindar bir kadının evladıdır. Böyleyken onu din karşıtı gibi göstermeye çalışmak hem dine, hem gerçeğe hem de büyük Türk milletine ihanet etmektir.

Atatürk’e düşman olup hakaret edenin sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’e dost olması da mümkün değildir. O kişi olsa olsa münkir ve münafık Yezit’e asker olur.

Sözlerimizi büyük Atatürk’ün bir sözüyle bağlayalım:

Türk milleti daha dindar olmalıdır. Bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat hakikate nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum. Çünkü bizim dinimizde akla aykırı, gelişmeye ve ilerlemeye engel hiçbir şey yoktur."

Ruhu şad olsun, ışıklar içinde uyusun.