Acıdan, korkudan ve “negatif” diye nitelendirdiğimiz duygulardan kaçarız. Güzel olanlara sahip çıkar, bizi zorlayanları ise öteler, üzerini örteriz. Oysa acı, hayatımızın kapısına biz istemedik diye gelmekten vazgeçmez. İçimizde bir yerde kıpırdar, sıkıştırır, rahatsız eder; biz de onu susturmak için yok saymaya çabalarız.
Daha çocukken öğreniriz acıdan kaçmayı. Anne babamızın bizi korumak için yaptığı uyarılar, elimizi sobaya değdirdiğimiz o ilk an, zihnimize şu mesajı kazır: “Acıdan uzak dur.” Böylece büyürüz. Ve büyüdükçe, acı yaşamımızın görünmez baş köşesine yerleşir. Kayıplardan, yoksun kalmaktan, terk edilmekten, sevdiğimizi kaybetmekten, sahip olduklarımızı yitirmekten korkarız. Bu korku bizi hep tetikte tutar; nefesimiz yarım, adımlarımız temkinli olur.
Oysa acıdan kaçmak, acının kendisinden daha yıpratıcıdır.
Yoga pratiği bu gerçeği sade ve berrak bir dille öğretir. Bir pozda harekete başladığında zihin hemen direnç uygular. Bedenin zorlandığında, zihnin seni kaçmaya çağırır: “Bu his tehlikeli, uzaklaş.” Çünkü zihin acının öğretisini çocuklukta almıştır: Acıdan kaç.
Ama pozda kalmaya devam ettikçe bir şey değişir. Acının şekli, sıcaklığı, sesi değişir. Zihnin acıya dair algısı da değişir. Birlikte nefes aldıkça, acının içinden geçtikçe dönüşürsün. Aynı pozu başlatan kişiyle, pozu sürdüren kişi aynı değildir artık. Hem bedende hem zihinde yeni bir genişlik oluşur.
Kendini en iyi yaşamda gözlemleyebilirsin. Zor bir eylem ya da zor bir karar anında nefesini tutuyorsan, acıdan kaçıyorsun demektir.
Hayat da bundan farklı değildir. Direndikçe acı büyür; üzerine bastıkça daha çok kabarır. Çünkü zihin korkuyla çalışır. Geçmişten beslenir, olası senaryolar üretir, büyüdükçe büyür. Sen onun etrafında döndükçe, içine girecek cesareti bulmadıkça zihin korkuyu beslemeye devam eder.
Bu yaşamda sevgiyle köklenir, acıyla genişlersin.
Çünkü dönüşümün iki kapısı vardır: biri yumuşaklığın kapısı, diğeri yüzleşmenin kapısı.
Meditasyon bu yüzleşme yolunda kusursuz bir rehberdir. İlk oturduğunda zihnin çatışmaya başlar; kaçmak ister. Sıkılır, huzursuz olur. Ama sabırla devam ettikçe, her gün biraz daha kalabildikçe kendinle olma kapasiten artar. Zihnin seslerini gözlemlemeyi öğrenirsin. Kendine, kendi sessizliğine tahammülün genişler.
Aslında kendimizle kalmaktan kaçmamızın en büyük sebebi, bastırdığımız duyguların kapısını açma korkusudur. O duyguları yıllarca kilitli bir sandığa koymuşuzdur. Görmek istemeyiz; ama ironik bir şekilde, o sandığı her gün sırtımızda taşırız. Yürüdükçe ağırlaşır, yıllar geçtikçe bizi aşağı çeker. Ve fark etmeden yaşamla kurduğumuz ilişkiyi daraltır.
Acının etrafında dolaşmayı bıraktığımız anda bir kapı açılır.
Kaçmak yerine içinden geçtiğimizde, acı bizi dönüştüren bir öğretmene dönüşür.
Ve biz, o öğretinin içinden daha hafif, daha geniş ve daha gerçek çıkarız.
Cesaret, korkunun varlığını inkâr etmeden, onunla birlikte yola devam edebilmektir.