Bugün Müslümanların büyük bir bölümünün karşı karşıya olduğu en büyük sorun kutsal kitabımız Kur’an’ı anlamadan okumaya mecbur ve mahkum bırakılmalarıdır. Bu durum dinsel alandaki yanlış bilgilerin yayılıp kök salmasının en önemli nedenlerinden biridir. 

Merhum Yaşar Nuri Öztürk hoca anlamadan okumak eylemi için Şeytanî ümniye ifadesini kullanmaktadır. Öztürk, Anadilde İbadet adlı yapıtının 129- 131.sayfalarında ümniye sözcüğünü açıklarken şu ifadelere başvuruyor. 

“Ümniye, takdir etmek (ölçü tutturmak) anlamındaki “meny” kökünden türemiştir. Meny, sözcüğündeki takdir, daha çok sanı, hayal ve kuruntuya dayanarak yapılan tahminler için kullanılır. Bu yüzdendir ki meny, genellikle gerçeğe dayanmayan – hayalî tasavvurlar ve tasarımları ifade eder… İlk müfessirlerden / Kur’an yorumcularından biri olan Mücahit b. Cebr (ölm.103/721) buradan hareketle ümniye’nin çoğulu olan emani kelimesini “yalanlar” diye anlamlandırmıştır. (Ragıb el İsfahanî, el –Müfredat, meny maddesi)

Kitap’a  (yani bilgi ve kanıta) karşı konmuş bulunan emanî, aslı- esası olmayan şey, yalan, sanı, ne dediğini anlamdan okumak anlamlarındaki ümniye sözcüğünün çoğuludur.”

“Kur’an’ın, kitaba, bu demektir ki bilgi- düşünce- aydınlık üçlüsüne karşıt gösterdiği emanî, bizim hurafe, uydurma ve anlamadan okumak dediğimiz illetlerin ta kendisidir. Emanî hakkında bilgiler veren ölümsüz dil ustası İsfahanlı Ragıb (ölm. 502/1108) şunu da söylüyor:

Şeytan, peygamberlerin ümniyelerine bir şeyler karıştırır mealindeki Kur’an sözü / ayet (Kutsal Ziyaret Bölümü 52. Söz) bünyesinde kullanılan ümniye, okuyuş demektir. Kendini iyice vermeden okumak bu tehlikeyi taşıdığındandır ki Hazreti Peygamber’e Kur’an okuyuşunda aceleden kaçınması emredilmiştir.” (bk. Taha Bölümü, 114. Söz/ Taha Suresi, 114. Ayet,  Diriliş Günü Bölümü 16. Söz / Kıyamet Suresi, 16. Söz)

Merhum Öztürk, Kadınlar Bölümü 119. Sözü / Nisa Suresi 119. Ayeti Türkçeye çevirirken şu ifadelere başvuruyor:

“Yemin olsun, onları mutlaka saptıracağım, kuruntulara / hurafelere / anlamını bilmende okumaya iteceğim…”

Yaşar Nuri hoca adı geçen eserinde devamla şöyle diyor:

Şeytanın insanı saptırışının esası da ümniyeye itmektir. Şeytan, tüm vaatlerinde ümniye kullanır. Yani, insanı, anlamını bilmeden sırf üfürük olsun diye okumaya ve aslı- esası olmayan şeylere inanıp bel bağlamaya iter. (bk. Kadınlar Bölümü 120. Söz) Şeytanın insanoğlunu ümniyeler (hurafeler, uydurmalar, anlamsız okuyuşlar) kullanarak saptıracağını Allah önünde açıkça beyan ettiğini az önce gördük.

Yine Yaşar Nuri Hocamızın sözünü ettiğimiz kitabından istifadeyle konuya devam edelim.

Kur’an’da emani ve ümniye sözünün kullanımlarından bazıları şöyledir:

Zafer, mutluluk, ölümsüzlük yani cennetle ödüllendirilmek bir emanî işi değildir. Bir eylem ve üretim işidir. (bk. Kadınlar Bölümü, 123. Söz)

Cennete gidiş de din mensuplarının ürettikleri ve kendilerini öne çıkarmak için kullandıkları emanî sloganlarıyla değil, üretilen değerlerle olacaktır. (bk. Dişi Sığır Bölümü, 111. Söz / Bakara Suresi 111. Ayet)

İnsanoğlunun yolunu vuran, başına bin türlü belalar açan da ümniyelerdir. İnsan bu ümniyelere aldanır, doğru yoldan sapar ve iyi şeyler yapıyorum zannede zannede batıp gider. Bu batışında en kahırlısı, insanın Allah ile aldatılmasıdır. Kur’an, bu aldanışın altını özellikle çiziyor. (bk. Yaratan Bölümü 5. Söz / Fatır Suresi, 5. Ayet, Demir Bölümü 14. Söz / Hadid Suresi, 14. Ayet )

Bu gerçeği gösteren ayet, ümniyelerle ayağına çalı dolandırılan kitlelerin, Allah’ı paravan yapanlarca aldatılıp perişan edileceğini de mucize bir biçimde gösteriyor.

Kitap (bilgi, düşünce, aydınlık, kanıt) yerine anlamadan okuyup üfürme, asılsız gelenek ve kabullerin peşinden gitme, hurafelere saplanma gibi olumsuzluklara kucak açanlar, şeytanın vaatlerinden başka hiçbir şeyle ödüllendirilmeyeceklerdir. Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için dini- imanı, hurafelerle bilim dışılıklardan temizlemek ve dinin tanrısal kaynağını, anladığı dilde okumak kaçınılmazdır. Bunu yapmayanlar, kitabın yerine emânîyi (uydurmaları, anlamsız üfürükleri, hurafeleri) geçirerek bunların işletilmesiyle saltanat sürenlere ve giderek şeytana teslim olur; yedek ilahlara kul- köle haline gelirler.

Evet; Yaşar hocamız böyle diyor.

Gerçek şu ki Kur’an’ı gerek namazda gerekse namaz dışı zamanlarda anlamadan okumak, Müslüman toplumların en büyük sapmalarından biri olarak dinsel yaşamı tutsak almıştır. Böylece Kur’an bir yol gösterici kılavuz olarak değerlendirilmek yerine tılsımlı sözler topluluğu biçiminde algılanır hale gelmiştir. Aslında bu durum Kur’an’ı inkâr etmenin en şuursuzca hallerinden biridir.

Gayet iyi bilmekteyiz ki bu konuda halkın yani sıradan Müslüman ahalinin bir vebali yoktur. Vebal ulemanındır. Zira Ebu Hanife ve onun gibi düşünen birkaç bilginin dışında ulemanın çoğu Kur’an’ın Arapça dışında bir dille okunmasına yüzyıllar boyu karşı çıkmış, Kur’an ile kitleler arasında duvarlar örmüşlerdir.

Ulemanın çoğu Kur’an’ın anlaşılmasını kesinlikle istememiştir. Anlamayı sadece kendi tekellerinde tutmak istemişler, Kur’an’ın herkes tarafından kolayca anlaşılabilecek bir kitap olmadığı yalanıyla halkı baskılamışlardır. Bu, Müslümanları, Kur’an’la aldatmanın bir ifadesi olarak Kur’an’a karşı münkir ve münafık bir tutumun faili olmak demektir.

Kur’an’ı inkâr etmek demek sadece onun Tanrı kaynaklı bir kitap olduğunu reddetmekle olmaz. Söylemde onu Allah’ın kitabı olarak niteleyip eylemde ise okunup anlaşılmasının önüne setler çekmek de dolaylı bir inkâr yoludur. Zira Kur’an’ın amacı anlaşılıp doğru yolu göstermektir. Kim ki Kur’an’ın amacına hangi yolla olursa olsun engel oluyorsa aslında o da bir nevi münkir konumuna sürükleniyor demektir.