Kamuoyu gündeminin tamamen kanal İstanbul meselesine odaklandığı bu günlerde, gündemde yer bulmaya fırsat bulamayan çok önemli bir konuyu irdelemeye çalışacağım. Şeriat hukukunun resmi gazetede kendisine yer bulması ve buna yeterli tepkinin gösterilmemesini iki bölümlü yazımda ele alacağım.

Erdoğan beş sene önce, 2014 yılında düzenlenen 19. Milli Eğitim Şûrasında yaptığı konuşmada Bizim bazı sıkıntılarımız var hâlâ. Bu sıkıntıları anaokulundan başlayarak bir hayat tarzı sunarak yeneceğiz” demişti ve söylediklerini adım adım gerçekleştiriyor.

İktidarın bu (karşı devrim) hedeflerine ulaşmada devrimsel nitelikte çok önemli adımlar attığına hergün tanık oluyoruz. İnanç ekseni üzerine oturtulan eğitim sisteminin geldiği yer ve eğitim kalitemiz ortada. Bu çerçevede, Milli Eğitim Bakanlığı’nın anaokullarında “dini eğitim sınıfları” açması adımını bu köşede “Daha Dindar Toplum” başlıklı yazımda ele almıştım. Küçücük bebelere Diyanet personeli tarafından “Dinimi Seviyorum, Öğreniyorum” adıyla haftada 6 saatlik Arapça ve din eğitiminin “2023 Eğitim Vizyonu” çerçevesinde verilmesi, hedefe kararlılıkla ilerlendiğinin bir kanıtıydı.

“İSLAM BİZE GÖRE DEĞİL, BİZ İSLAM’A GÖRE HAREKET EDECEĞİZ” VE SONRASI
Kasım 2019’da Diyanet’in düzenlediği Din Şurası’nda Erdoğan’ın “İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz” sözü öylesine söylenmiş bir cümle asla değil. Ortada hala laik Anayasa dururken, devletin başının böylesi radikal bir yaklaşım ifadesine toplumunun önemli kesimi, sivil toplum ve demokratik muhalefet ne yazık ki yeterli karşılığı vermedi, veremedi. İktidarın bu yolda attığı tüm adımlar, sıradan günlük politik mevzular kısıtlılığı içinde kaynayıp gidiyor, kanıksama duygusu toplumun tüm kesimlerinde iyice kökleşiyor.

İslam’a göre hareket edeceğiz “ yaklaşımının yaşama geçirilmesinde çok önemli bir adım daha atıldı. Resmi Gazetede yayınlanan bir mevzuat düzenlemesinde, şeriat hukukuna geçiş kararlılığında çok önemli bir eşik daha atlanmış oldu.

RESMİ GAZETEDE ŞERİAT HUKUKU
14 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazetede Hazine ve Maliye Bakanlığı'na bağlı “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu”nun bir kurul kararı yayınlandı. “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Etik Kurallar” başlıklı bu kurul kararında Faizsiz Finans Kuruluşları denetçilerinin uyması gereken kural ve prensipler düzenlenirken sık sık Kur’an hadislerine atıflar yapılıyor. Metnin “Etik Davranış Kuralları” başlıklı 6’ncı maddenin 5’inci fıkrasında denetçinin taşıması gereken sorumluluklar: “Allah-u Teala’nın kendisini izlediğinin sürekli bilincinde olmak… Kıyamet gününde Allah-u Teala’ya hesap vereceğinin sürekli bilincinde olmak…. Allah-u Teala’nın rızası için sevgi ve kardeşlik göstermek” şeklinde sıralanıyor.

Bu düzenlemede ayrıca “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Fıkhi İlke ve Kurallara Uygunluk sağlamasına Yönelik Güvence Denetimi” konuları da ayrıntılarıyla ele alınıyor. Yani, ülkemizdeki bir kısım finans kuruluşlarının çalışma prensipleri Türk Ticaret Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinin dışında, Kur’an ve onun yorumu olan fıkıhçıların görüşlerine uygun olarak hale getiriliyor.

ŞERİAT STANDARTLARINI KORUMA KURUMU
Bu düzenlemede “bağımsız ve kapsamlı bir fıkhi denetim FFK’ların (Faizsiz Finans Kuruluşları) dürüstlüğünü, itibarını ve sürdürülebilirliğini korumak açısından gereklidir” deniliyor. Yani denetçiler bu finans kuruluşlarını denetlerken, faaliyetlerini hukuk yönünden ziyade İslam inancına uygunluk açısından denetleyip raporlayacaklar. Yapılan denetimlerin AAOIFI standartlarına uygunluğu sık sık vurgulanıyor. Yaptığım kısa araştırmada gördüm ki, AAOIFI İngilizce kelimelerden oluşan kurumun kısa adı ve Türkçe açılımı “İslâmi Finansal Kuruluşlar Muhasebe ve Denetim Organizasyonu” imiş. Amacı İslami finans kurumları, katılımcıları ve tüm endüstri için Şeriat standartlarını korumak ve desteklemek olan kuruluş Bahreyn merkezli bir organizasyonmuş.

Yapılan denetimlerde diyelim ki Kur’ana ve fıkıha, yani şeriata uygun olmayan hususlar tespit edildi, denetçiler suç duyurusunu nereye yapacaklar? Mecelleye göre bir Kadı bulmak lazım değil mi? Belki onu da ihdas etmişlerdir de henüz resmi gazetede yayımlanmadığı için biz haberdar olamamışızdır! Sadece Cumhurbaşkanı’nın gerekli bulduğu kararname ve düzenlemelerin resmi gazetede yayımlanması hükmü getirildiğinden, abartılı görülebilecek bu öngörümün tümüyle akıl dışı olduğu tam olarak iddia edilemez, değil mi?

Felaket riskinin göz göre göre düzenli şekilde artmasına toplum duyarlılığının iyice körelmiş olması ve tüm garabetlerin kanıksanması, alışılmış çaresizliğin bir sonucu mu acaba? Yarın, yazımın devamında “Türkiye İran olmaz mı?”, demokratik muhalefet ve başta CHP bu konulara neden yeterli tepkiyi göstermiyor sorularının yanıtlarını aramaya çalışacağım.