Ülkemizde AKP iktidarının antidemokratik uygulamalarına karşı siyasal muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin demokratik tepkileri git gide artıyor. Tarihimizin her döneminde görülen sivil, silahsız toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı hiçbir dönemde son yıllardaki kadar engellerle karşılaşmamıştı.

Demokratik hakların kullanımı konusunda bugün AKP iktidarı, AKP Parti Tüzüğünde savunulan ilkelerden bile geriye düşmüştür. Parti tüzüğünde sık sık demokratik hakların önemi vurgulanır ve “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütünlüğün; bireysel, toplumsal, ekonomik ve siyasal hak ve özgürlüklerin sağlanması ile mümkün olacağı bilinci içinde hareket eder” denilmektedir.

Hukuksuzluklar ve baskılarla iktidarların ömrü belki bir süre uzatılabilir. Ancak tarihin hiçbir döneminde baskı ve engellemeler hak arayışlarının ve bunların dillendirilmesinin önüne geçememiştir. Geçtiğimiz günlerde ülkemizde yaşanan bazı örnek olaylar üzerinden, demokratik hakların cebren engellenmesi konusunu biraz açmaya çalışacağım.

SON HAFTALARDA YAŞANAN EYLEMLİLİKLER
Ülkemizde anayasa ve yasaların verdiği hakların fiili olarak kullanılamaz hale getirilmesine ilişkin son yaşanan üç gelişmeye kısaca bakalım.

1.) Baro Başkanlarının Yürüyüşü: Türkiye’nin dört bir yanından baro başkanlarının Ankara’ya yürüyüşünde hukuksuz engellemeler oldu. İktidarın kontrol edemediği baroları bölme ve çoklu baro projesine karşı “Savunma Yürüyüşü” başlatan baro başkanları, 23 Haziran günü Ankara’ya girişte polis engeliyle karşılaştı. Zor kullanarak baro başkanlarına müdahale eden polis, zaman zaman bazı başkanları tartakladı. Polis kalkanları önünde bir gün boyunca oturma eylemi yapan baro başkanları başladıkları eylemi sonunda gerçekleştirdiler, Anıtkabir’e çıktılar.

2.) Gazilerin Yürüyüşü: Geçtiğimiz günlerde sokağa çıkan diğer grup ise 15 Temmuz gazileri idi. Toplanan bağışların kendilerine ulaşmadığı ve verilen sözlerin tutulmadığı gerekçesiyle 1 haftadır eylemlerini sürdüren gaziler, son olarak 16 Haziran günü AKP Genel Merkezi önünde toplandılar. Polisin sert müdahalesiyle arbede çıktı, bazı gaziler gözaltına alındı. Nihal Bengisu Karaca’nın 17 Haziran tarihli Haber-Türk sitesindeki yazısına göre; 15 Temmuz gazi ve şehit yakınları için toplanan ve sadece anapara kısmı 309 milyon TL olan miktar vakfa aktarılmış. Bu vakıf gazi ve şehit yakınlarına "bu eylemi yapmayın, size bin TL gönderelim" diye haber salmış. Vakıf pandemi sürecinde ve bayramda üç kez biner TL ödeme yapmış sadece.

3.) HDP’lilerin Yürüyüşü: Gazilerden önce yürüyen diğer grup da HDP’lilerdi. 4 Haziran günü Milletvekillikleri düşürülen CHP’den Enis Berberoğlu, HDP’den Leyla Güven ve Musa Farisoğulları gece yarısı tutuklanarak cezaevine gönderilmişlerdi. HDP 5 Haziran günü Ankara’da düzenlediği yürüyüşle bu olayı protesto etmek istedi, ancak polis izin vermedi, Güvenpark girişinde milletvekilleri darp edildi. HDP’nin 15 Haziran’da Edirne ve Hakkari’den Ankara’ya başlattığı sembolik ‘darbeye karşı demokrasi‘ yürüyüşü de güzergah üzerindeki il valiliklerince sert tedbirlerle engellendi.

Yönetenler bu temel hakların engellenmesi için her dönemde klişe gerekçeler bulmakta hiç zorlanmıyorlar! Sık başvurulan “millî güvenlik ve kamu düzeni” bahanelerine şimdilerde de “pandemi” gerekçesi monte edildi.

ÜLKEMİZDE TOPLUMSAL VE BÜYÜK YÜRÜYÜŞLER
Yakın tarihimizde ülkemizde büyük yürüyüş eylemleri gerçekleştirildi, ama sonunda ne ülke yıkıldı, ne hükümetler düştü, ne toplum zarar gördü. Bunları kısaca hatırlamakta yarar var;

  • 1966 yılında Genel-İş Sendikası’nın Çorum’dan Ankara’ya başlattığı ve İstanbul’a dek uzatılan 720 km-32 günlük yalınayak yürüyüş taksim’de sona erdi.
  • 1967 yılında mühendislik öğrencileri özel okullara karşı İstanbul’dan Ankara’ya kadar yürüdü.
  • 1968'de aralarında Deniz Gezmiş’in de olduğu gençler Samsun’dan Anıtkabir’e 12 günde ve 350 km ‘Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü gerçekleştirdiler.
  • 1969’da üniversiteli gençler Kocaeli- İstanbul arasında “montaj sanayisine hayır yürüyüşü”nü gerçekleştirdi.
  • 1991 yılında Genel Maden İşçileri Sendikası Zonguldak’tan Ankara’ya 300 km - 5 gün 100 bin kişilik Büyük Madenci Yürüyüşünü gerçekleştirdiler.
  • 2017’de CHP lideri kemal Kılıçdaroğlu 15 Haziran Ankara Güvenpark’tan İstanbul Maltepe’ye 420 km 24 günlük “Adalet Yürüyüşü”nü gerçekleştirdi.

OSMANLI DÖNEMİNDE MİTİNGLER
Protesto yürüyüşleri ve mitingler sadece çok partili dönem Türkiye’sinde değil, Osmanlı döneminde bile sıkça gerçekleştirilen bir hak olarak görülüyordu. Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı devletinin işgali ile birlikte Kasım 1918’den itibaren çok büyük mitin ve toplantılar düzenlendi. Anadolu'nun birçok yerindeki bu mitingler sonunda alınan kararlar ilgili makamlara protesto telgrafları ile duyurulmuştu. 23 Mayıs 1919'da Sultanahmet Meydanı'ndaki mitinge 200.000 kadar kişinin katıldı.

İngilizler hükümetten mitinglerin yaptırılmasını yasaklama kararı almasını istedi ve Saray yayımladığı bir tebliğ ile mitinglerin yapılmasını yasakladı. Ancak 30 Mayıs I9I9'da yine Sultanahmet'te 100 bin kişilik bir mitingin yapılmasına engel olunamadı.

TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ ANAYASAL HAKTIR
Demokratik hakların kullanımı konusunda ülkemizde yasal düzenlemeler ortalama evrensel kriterlere sahiptir. Temel insan hak ve özgürlüklerin ayrılmaz parçası olan bu haklar hem Anayasa hem de özel bir kanunla korunmuştur. Ancak AKP iktidarının yarattığı fiili durumun, temel hak ve özgürlükleri koruyan mevcut mevzuatın çok gerisinde olduğu ortadadır.

Anayasa’nın “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” başlığı altındaki madde 34’de “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” denilmektedir.

2911 sayılı ”Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu”nun 3. maddesinde ise, “Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” denilmektedir.

İKTİDARLAR TOPLUMSAL İTİRAZLARDAN HOŞLANMAZLAR
İktidarların uygulamalarına karşı demokratik hak çerçevesinde itirazların dile getirilmesi sadece bu dönemde değil, siyasal tarihimizin her döneminde olmuştur. Dünyada ve bizde iktidarlar, kendilerine karşı dillendirilen toplumsal itirazlardan hiçbir zaman hoşlanmazlar ve ellerinden geldiği nispette engelleme yoluna gitmek isterler. Anayasal ve evrensel bir hak olan, şiddet içermeyen siyasal tepki eylemliliklerini siyasal yöneticilerin (çok arzu etseler de) her zaman baskı ile engelleme yoluna gidememelerinin önemli bir sebebi vardır.

İktidarlar meşruiyetlerini toplumsal destekten alırlar, bunu büyük ölçüde yitirdiklerinde konumlarını kısa sürede kaybedeceklerini bilirler. Görünürde de olsa demokratik anayasalarla yönetilen ülkelerde sivil ve şiddet içermeyen itirazları baskılamanın, iktidarlarının varlığına daha büyük zarar vereceğini düşünürler.

Ülkemizde de 1856’daki Islahat Fermanı, 1876’daki 1. Meşrutiyet, 1920’de TBMM ve 1923’te Cumhuriyet ilanından bu yana devlete karşı temel hakların kullanılması konusunda toplumda bir duyarlılık oluşmuştur. Bu nedenlerle yönetenler, itirazlara karşı demokratik meşruiyetleri çerçevesinde bir tutum takınma ihtiyacı duyarlar.

Toplumsal itirazları baskı ve cebirle engellemenin mümkün olamayacağını bilen iktidarlar, bu eylemleri toplum nezdinde önemsizleştirmeye çabalayabilirler. Döneminde pek de demokrasi şampiyonu olarak anılmayan, ancak bugünkü ölçülerde süper demokrat sayılan Süleyman Demirel’e atfedilen “yollar yürümekle aşınmaz” sözü, işte bu çerçevede söylenmiştir. Yani, baktın ki iktidar olarak önünü alamıyorsun, “varsın yürüsünler” diyerek hem kendine demokratlık payesi çıkartmış olursun, hem de “ülkede demokrasi yok” diyenlerin elini zayıflatma şansını kullanırsın.

AKP NEDEN DEMİREL KADAR 'DEMOKRAT' OLAMIYOR?
Yaşananlar gösteriyor ki; AKP iktidarı, Süleyman Demirel demokratlığı kadarcığını bile göstermeye ihtiyaç hissetmiyor! Ülkedeki tüm yasakları bitirme iddiası ile iktidara gelen ve 18 yılın sonunda devleti tüm kurumları ile ele geçiren “ileri demokrasinin mucidi” mevcut iktidar, en azından ‘görüntüyü kurtarmak’ için de olsa Demirel kadar demokrat görünmeyi beceremez miydi? Tabi ki istese bu görünümü verirdi, ancak artık veremez! Nedenini anlama çalışalım.

Çok partili döneme geçildikten günümüze kadar tüm siyasal partiler (hataları ve doğruları ile) iktidara gelişin bir de gidişi olacağını bilerek ülkeyi yönettiler. İktidardan düştüklerinde varsa hukuksuzluklarının hesabını vermeleri gerekeceğini hesaba katan siyasal iktidarlar, icraatlarını hukuk çerçevesinde yürütmek zorunda hissediyorlardı. AKP de ilk iktidar dönemlerinde kuşkusuz böyle düşünüyordu. Ancak ülkede son 7 yılda, önceki dönemlerde görülmediği kadar (herkesin bildiği) çok farklı şeyler yaşandı.

Sonuçta, ‘demokrat’ desinler diye iktidar geleceğinin riske edilemeyeceği, evrensel demokrasi ile köprülerin nerdeyse atıldığı bir yere gelindi. ‘Demokratımsı’ görünümün çok acı sonuçlar getirebileceğini ilk olarak 2013 Haziran’da Gezi olayları döneminde deneyimlediler. Ardından 17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 olayları yaşandı, temel hak ve özgürlükler bu bahanelerle iyice budandı.

Artık gelinen noktada; demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin sağladığı olanakların kullanılmasına müsaade edilmesinin, iktidarın geleceğine fayda değil zarar getireceğini düşünmeye başladılar. Bugün örneğin avukatların, 15 Temmuz gazilerinin ve HDP’li vekillerin yürüyüşlerine göz yumulursa, yarın diğer muhaliflere ve sivil toplum örgütlerine yol açılacağından, bunların önünün alınamayacağından çok eminler. Bu yüzden siyasal iktidara karşı yürütülen her tür yasal muhalefet topluma “darbe” olarak sunulmak isteniyor, kriminalize ediliyor, düşmanlaştırılıyor.

Aslında onlarla empati kurarsak kendi açılarından pek de haksız sayılmazlar. Çünkü, Demirel gibi ‘şapkayı alıp gitmek’ lüksünün kalmadığı bir duruma geldiklerini düşünüyorlar artık.