İki gün önceki yazımda, ülkede yaşanan tüm sorunların birbirleri ile doğrudan ilgili olduğundan, bu sorunlara iktidarın yaklaşımını ve toplumu ikna için başvurdukları duygu siyasetinden bahsetmiştim. Bu yazıda ise sorunların ana başlıklarını, bunların gerçek nedenleri ve iktidarın bunları bize izah şekillerini irdelemeye çalışacağım.

Baştan şu anahtar yaklaşımı hatırlayalım; üretilen gerekçeler her ne olursa olsun, iktidarın tüm eylem ve işlemleri, iktidarlarının olabildiğince sürmesi temelinde planlanmaktadır. Ülke ve toplum menfaatleri, ülkenin uluslar arası saygınlığı gibi konular daha tali olarak kalmaktadır.

Ekonomik kriz büyüyor: Çünkü mevcut tek adam sisteminin kaçınılmaz bir sonucudur bu. Ülkenin tüm kaynaklarını partizanca tükettiler, üretimi bitirdiler. Nitelikli büyüme ve kalkınma uzun dönemde sonuçlar getirecek ciddi ekonomi kararlar ve üretim altyapısının desteklenmesi ile mümkündür. Ancak onların buna zamanları yok. Tek gayeleri bugünü ve iktidarın yakın geleceğini kurtarmak.

Onlara sorarsanız; “kriz miriz yok, sakın ha inanmayın böyle şeylere, patates-soğan kuyrukları yokluk değil, varlık kuyruğudur! Ülkemize içeriden ve dışarıdan ekonomik terör saldırıları var, hepsi bu!”

İşsizlik ve yoksulluk artıyor: Tek adam yönetiminde hukuk ile birlikte ülkeye güven de bitirildi, yabancı sermaye çekildi. Fabrikalar ve işyerleri kapanıyor, üretim azaldı, yeni girişimler olmuyor, bu yüzden işsizlik sürekli artıyor. Üretim olmayınca milli gelir düşüyor ve yoksulluk kaçınılmaz olarak artıyor.

Onlara sorarsanız; “Yüzde 14 işsizliği konuşuyorsun da yüzde 86 iş sahibi olmayı neden konuşmuyorsun? Eğitim düzeyinin yükselmesinin de etkisiyle iş gücüne katılım oranı yükseldi, işsizlik bu yüzden nispeten yüksek çıkıyor, ayrıca her üniversite bitirenin iş sahibi olması diye bir şey yok. Her şeyin sebebi dış güçler.”

Yargı iktidarın kontrolüne girdi, hukuka güven kalmadı: Rejim kendini güvende hissetmiyor, yönetenler yaptıkları işlerden dolayı başlarının ileride yargı ile derde gireceğini biliyorlar. Bu yüzden iktidarı mümkünse hiç elden bırakmamaları gerekiyor. Muhalefetin susturulması, toplumun sindirilmesi bağımsız yargı ile deği, ancak kontrollü bir yargı ile mümkün olabilir.

Onlara sorarsanız; “Birlik ve beraberliğimizin timsali iktidarımıza saldırılar var, bizi yıkmak, alaşağı etmek istiyorlar. Terör örgütleri ile mücadele ediyoruz, yargımıza güveniyoruz. Ben yüksek yargı kurum başkanlarının da Cumhurbaşkanıyım!”

Kentler ve doğa rant için talan ediliyor: Daha önceki yazılarımda ayrıntılı ele aldığım gibi, üretmeyen ekonominin çarklarının bir şekilde dönmesi ve yakın geleceği kurtarmak için mega projelerin sürekli yürümesi lazım. Üretimden elde edemedikleri zenginliği kent ve doğa rantının acil nakde çevrilmesi ile sağlamaya çalışıyorlar. Cumhuriyet’in tüm birikimlerini nakde çevirip tükettiler, şimdi ise geleceğe borçlanarak bugünlerini kurtarmaya çalışıyorlar.

Onlara sorarsanız; “Muhalefete ne yapsanız yaranamazsınız, bunlar birinci ve ikinci köprüye de karşıydılar. Avrupa bizi zaten kıskanıyor, bize köstek olmak istiyorlar, inanmayın siz onlara. Bu yatırımlar için vatandaşın cebinden beş kuruş çıkmıyor. Ayrıca on ağaç kesersek yüz ağaç dikiyoruz!”

Komşularda ve dünyada dostumuz kalmadı, sürekli bir çatışma hali var: Çünkü her otoriter rejimin düzenli olarak savaşa, iç ve dış tehditlere ve düşmanlara ihtiyacı vardır. Bu operasyonlar sayesinde “milli birlik ve beraberlik” duygusunu pekiştirmeye, muhalefetin birliğini parçalamaya, buradan iktidara destek sağlamaya çalıştıkları görülmektedir. C.Başkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın, Libya operasyonunu savunmak için söylediği (mafya özentisi dizi repliği) “Sonunu düşünen kahraman olamaz!” sözü dış politikalarının özeti; bir karar alırken çok da önünü sonunu düşünmüyorlar.

Onlara sorarsanız; “One minut! Artık dünyada oyun kuran ülkeyiz. İçte ve dışta düşmanlarımız var, istikrarımızı bozmak, bizi bölmek ve parçalamak istiyorlar. Ne mutlu şehit olanlara ve ailelerine! İngiltere Almanya Fransa ve şahsım dörtlü zirve yaptık. Birlik ve beraberlik içinde olursak karşımızda duracak hiçbir güç yoktur!”

Laik eğitim bitti, Diyanet en önemli kurum oldu: Dindar bir toplumu yönetmenin daha kolay olduğunu düşünüyorlar. Toplumsal refahı ve huzuru sağlayamadıkları için dine gitgide daha çok sarılıyorlar. İnanç üzerinden sağlamayı umdukları desteği iktidarlarının geleceği için elzem görüyorlar. Bunun için yeni kuşakların çok daha dindar yetişmesi gerekiyor, Diyanete de yeni rejimin oturtulması sürecinde aktif rol yüklediler.

Onlara sorarsanız; “Dindar ve kindar nesiller yetiştireceğiz, anaokulundan başlayarak bir hayat tarzı sunacağız. İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz. Eski Türkiye’de Kuran eğitimi yasaktı, bu milletin inancı ve değerleri sizi neden rahatsız ediyor?”

Güçler ayrılığı bitti, katı bir tek adam yönetimi var: Yeni rejimin sürmesi başka türlü zaten mümkün olamaz. Tüm erkler tek elde bunun için toplandı ve tüm sistem sadece bir kişi için dizayn edildi. Sistem demokratik yollardan çözüm üretmeye ve el değiştirmeye açık planlanmadı. Yaşanan tüm sorunlar ucube sistemin kaçınılmaz ve beklenen sonuçlar zaten.

Onlara sorarsanız; “Yasama, yürütme ve yargı arasında bir karmaşa vardı, ülke bundan çok büyük zarar gördü. Yeni sistemde yasama da yargı da güçlendi. İstikrar önemli. Uçacağız, bizi kimse tutamayacak.”

Temel hak ve özgürlüklerde dünyada en sonlardayız: Bu da sistemin beklenen bir sonucu, tersi zaten olamazdı. Tek adam sistemi anayasal demokratik hakların serbestçe kullanıldığı bir siyasal ortamda zaten yürümez. Bu sistem bitene kadar basın ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere; toplanma, gösteri, basın açıklaması, demokratik protesto haklarına (bu haklar Anayasada durmaya devam etse de) asla müsaade edilemez. Sistemin dayanakları çok zayıf olduğundan, demokratik siyasal mücadelenin serbestçe yürütüldüğü bir ortamda ayakta durması mümkün değildir, bu yüzden fiili olağanüstü hal artarak devam edecektir.

Onlara sorarsanız; “Türkiye'de basın özgürlüğü Batı’daki pek çok ülkeden fazla. Ülkemizde özgürlükler sorunu yok; isteyen istediği gibi konuşuyor, giyiniyor, yiyor içiyor. Biz hiçbir şeye yasak getirmedik. Hiçbir dönemde bu kadar özgür, bu kadar huzurlu, bu kadar rahat bir dönem yaşanmamıştır!”

YAŞAMSAL İKİLEM
Bazen naifçe soruluyor ya, “Erdoğan toplumun farklı kesimlerinin seslerine ve taleplerine neden kapalı, neden daha barışçı ve uzlaşmacı değil?” diye. Yukarıda ele aldığım yaklaşım çerçevesinde bu sorunun yanıtının daha kolay bulunabileceğini umuyorum. Şu anda olduğundan daha anlayışlı ve uzlaşmacı olmak Erdoğan’ın seçenekleri arasında olamaz gibi görünüyor.

İktidarın tercihleri yaşamsal gereklerden kaynaklanıyor. Bir tarafta iktidarlarının olabildiğince sürmesi için kaçınılmaz gördükleri (kendi rasyonalitesi içinde anlaşılabilir) bir otoriter kararlılık var. Diğer tarafta ise daha demokratik ve insani denilebilecek, ancak iktidarlarının sonu olabilecek esnek siyasal yaklaşım tarzı seçeneği duruyor diyelim. Zor bir ikilem; kendileri açısından bir tarafta sınırsız güç-kudret, diğer tarafta sonu belirsiz (belki de belli!) karanlık bir gelecek. Siz olsanız hangisini seçerdiniz?

Bir duyuru: Bugün, 11 Ocak Cumartesi günü saat 17’de Adana-Çukurova TÜYAP kitap fuarında Destek Yayınları standında “Eğitimde Çöküş – İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları” kitabımla, Adanalı dostlarla ve okurlarla buluşacağım, beklerim.