Kampüsler, bilimin, ilerlemenin ve özgür düşüncenin yuvası olmalı. Ancak bazı üniversitelerde, kapalı kapılar ardında yaşanan şiddet olaylarının üstü örtülüyor. Ta ki biri çıkıp “Artık yeter!” diyene kadar.
Geçtiğimiz günlerde, ülkemizin saygın üniversitelerinden birinde yüksek lisans öğrencisi olan bir birey, kampüs içinde şok edici bir olay yaşadı. Kapanmış bir ilişki sonrası medeni bir konuşma çabası, orada bulunan bir akademik personelin fiziksel müdahalesiyle beklenmedik şekilde tırmandı. Tanıklara göre sözlü tehditler, fiziksel itme ve darp iddiaları yaşandı. Öğrenci, yaşadığı travma sonrası durumu resmi makamlara taşıdı.
Bu bir öfke anı değil; gücün kötüye kullanımıydı. Akademik unvanların ardına sığınıp öğrenciler üzerinde baskı kurmaya çalışan zihniyet, sadece bireylere değil, eğitimin bütününe zarar vermektedir.
Burada sormamız gereken sorular var: Eğitim kurumları gerçekten ne kadar güvenli? Öğrenciler, kadınlar, gençler kampüslerde kendilerini güvende hissedebiliyor mu? Ve bu tür olaylar neden sıklıkla görmezden geliniyor?
Olayın detayları savcılık ve ilgili kurumların incelemesine sunulmuş durumda. Ancak toplum olarak tepkisiz kalmamız, bu karanlığın büyümesine yol açacaktır.
Üniversiteler; korkusuzca yaşanabilecek, adaletin ve aklın hüküm sürdüğü yerler olmalıdır. Sorumluların tespiti ve gerekenin yapılması için adaletin işletilmesi şarttır.
Bu yazı, yalnızca yaşanmış bir olayın tanıklığı değil, aynı zamanda susmayan bir vicdanın çağrısıdır.
Çünkü biz sustukça, bu karanlık yayılacak.
Ve unutulmamalıdır ki: Karanlığı dağıtan, sesini yükselten ilk ışıktır.