Halkın her alandaki sıkıntıları ve yoksulluk arttıkça İktidar yöneticilerinin ve devletten nemalananların yaşamlarındaki lüks ve şatafat daha da görünür hale geliyor. Bu gerçekliği açmayı ve sebeplerini tartışmayı düşündüğüm yazımı iki bölüm halinde sunacağım. Bu ilk bölümde yoksulluklar, yolsuzluklar ve demokrasi arasındaki ilişkiyi, yolsuzluklar konusunda ülkemizde nasıl ‘çağ atlandığını’, ele alacağım.

Yoksulların gitgide neredeyse açlığa, orta gelir grubunun da yoksulluğa sürüklendiği bir dönemdeyiz. Yani toplumun alt ve orta gelir gruplarının durumları gitgide kötüleşiyor. Yaşanan bu gerçeklere rağmen Cumhurbaşkanı vatandaşın “eve ekmek götüremiyoruz” cümlesini sadece kelime anlamıyla anlamayı tercih ediyor ve şikâyeti “abartılı” buluyor. Vatandaşın yoksulluk sorununa en tepeden bakış böyle olunca, iktidarın diğer temsilcileri de liderlerine uyuyor! CHP’li Engin Altay Meclis kürsüsünde “millet aç, midesine kuru ekmek dışında bir şey girmiyor” derken AKP’li Şahin Tin “o zaman aç değiller” cümlesini gönül rahatlığı ile kuruyor.

Bir esnafın 2001’de Başbakanlık önünde yazar kasa fırlatma eyleminin ekonomik krizin delili olarak gösterildiği günlerden, yoksulluk ve işsizlik intiharlarının sıradanlaştığı günlere geldik. Geçtiğimiz günlerde bir gencin Samsun'un Canik ilçesinde avucuna "iş aş" yazıp, köprü korkuluklarına kendini asarak intihar etmesi olayı, fırlatılan bir yazar kasa kadar itibar görmedi yaygın medyada.

Aynı günlerde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk “yoksulluk Türkiye için artık sorun olmaktan çıktı” müjdesini veriyordu. Bakan Selçuk Meclis’te bu intihar olayı ile ilgili soruları yanıtlamıyor ama, "Artık refahı paylaşma aşamasına geçtik" diyerek yoksulları intihar fikrinden uzaklaştırmaya mı çalışıyordu acaba?

YOKSULLUKLAR, YOLSUZLUKLAR VE DEMOKRASİ
Yoksulluklar, yolsuzluklar ve demokrasi arasında dikkat çekici bir korelasyon var. Bizde ve tüm dünyada yoksulluklar ve yolsuzluklar birlikte artıyor veya azalıyor. Demokrasi ise, bu iki olguya zıt yönde hareket ediyor. Yani yoksulluklar ve yolsuzluklar artarken demokrasi azalıyor, ya da demokrasi azaldığı için yoksulluklar ve yolsuzluklar artıyor. Demokrasi artarken de diğer ikisi düşüyor. Bizde demokrasiden kararlı geri gidiş devam ederken, yoksulluğun ve yolsuzlukların azalması elbette düşünülemez.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency International) her yıl “Uluslararası Yolsuzluk Algılama Endeksi (YAE)” yayımlıyor. Bu konuyu daha önceki bir yazımda detaylı ele almıştım. Ülkelerin yolsuzluk sıralamaları ile demokrasilerinin gelişmişliği arasındaki ilişki incelendiğinde vardıkları bazı sonuçlar şunlar;

* Sonradan demokrasiye geçiş yapan ülkelerin çoğunlukla yolsuzlukla etkili mücadele mekanizmaları geliştirmedikleri ve “yüksek yolsuzluk - düşük demokrasi” döngüsüne girdikleri;

* Yozlaşmalara itiraz ederek iktidara gelen bazı popülist liderlerin, şimdi yolsuzlukla mücadele mekanizmalarına ve demokratik kurumlara zarar verdikleri;

* Yolsuzlukların yaygın olduğu ülkelerde demokratik kontrol ve denge sağlayan kurumlarının zayıf olduğu;

* Bu ülkelerde var olan demokratik yasaların uygulanmasında ciddi sıkıntıların olduğu;

* Kamu kurumlarının hesap verebilirliğinin ve basın özgürlüğünün zayıf olduğu; hususları vurgulanıyor.

* Yozlaşma ve yolsuzlukların yaygınlığı bakımından ise 100 puan üzerinden (puanın düşmesi kötü) değerlendirilmişler. Demokrasi kalitesinde gerileyen ya da küçülen (Türkiye dâhil) ülkelerin hepsinde yüksek düzeyde kamu kesimi yolsuzluğu var ve hepsinde Yolsuzluk Algılama Endeksi (YAE) puanı ortalaması 100 puan üzerinden 50’nin altında.

* Yolsuzluk Algı Endeksi 2019 raporuna göre, Türkiye en fazla yolsuzluğun yapıldığı ülkeler arasında yer aldı. 180 ülkenin yer aldığı listede Türkiye 2012 yılından bu yana 10 puanlık sert bir düşüş yaşadı ve 39 endeks puanı ile 91. sıraya düştü.

* Raporda, Türkiye’de herhangi istişari karar alma mekanizmasının kalmadığına dikkat çekilirken, hükümetin sivil toplum liderlerini taciz etmeye, onları tutuklamaya ve susturmaya devam ettiğini yazdı.

YOLSUZLUKLAR ÇAĞ ATLADI
AKP’den önce de bu ülkede yolsuzluk oluyordu ancak bunlar ifşa olduğunda Yargı tarafından bir şekilde soruşturuluyor, cezalandırılıyordu. AKP’li yılların yolsuzlukları önceki yıllardan büyük farklar gösteriyor. Öncelikle bu dönem yolsuzluklarının hacimleri önceki dönemlerle kıyaslanamayacak düzeyde arttı, milyar dolarlarla ifade edilen devasa boyutlara ulaştı.

Öyle bir noktaya gelindi ki; adı veya türü ne olursa olsun, bir kamu kaynağı aktarımının olduğu her yerde mutlaka bir “paylaşım” olduğu kanaati toplumda iyice kökleşti. Ayrıca bu dönemde, bu tür olaylar bir şekilde ifşa olsa da bunların üstünün örtülmesi, gözden kaçırılması, görmezden gelinmesi ve cezasızlık kanıksanır oldu.

1993'te İSKİ Daire başkanı Ergun Göknel’in boşandığı eşinin ihbarı üzerine patlayan skandalın sonuçlarına bakıldığında, iki dönem arasındaki fark çok iyi görülecektir. İSKİ skandalında sözü edilen yolsuzluğun boyutu, bugünküler yanında çerez sayılırdı. Bu skandal sonrasında Başkan Nurettin Sözen 1994 yerel seçimlerinde yeniden aday olmazken, İstanbul belediyesi SHP'den Refah Parti'li Recep Tayyip Erdoğan'a geçmişti. 1989 yerel seçimlerinde %36 olan SHP'nin oy oranı 1994'teki yerel seçimlerde %20,3'e düşmüştü. Seçmen “çalıyorlarsa da çalışıyorlar” veya “bizler-onlar” diyerek olayı görmezden gelmedi, cezayı kesti.

'NE VAR BUNDA, SİZ DE ZAMANINDA YAPTINIZ!'
Bugün iktidar seçmen kitlesinin önemli kesiminin bu tür (ahlaken ve kanunen) suç içeren olaylara bakışı, konuyu kavrayışı da ciddi şekilde değişti. Toplumun “bizler ve onlar” olarak bölünmesi, toplumsal ahlak ve değer yargılarının iyice erozyonuna sebep oldu. “Bizden” olanların her türlü rezilliği görmezden gelindi, iddiaların doğru olduğu bilinse de “ne var bunda, siz de zamanında yaptınız” savunusu geliştirildi.

Gelecekte olacaklar için siyaseten ön alma amacıyla muhalefet ve muhalif medya zaten en baştan şeytanlaştırılmıştı. Bu sebeple, rezilliklerin ifşasını içeren muhalefet söylemleri, muhalif veya tarafsız basının yayınları çoğunlukla asıl hedefine, yani iktidar seçmenlerine ulaşamadı. Bu tür yolsuzluk iddiaları, iç ve dış düşmanların iktidara kurduğu komploların parçaları olarak görülüp dikkate alınmadı ve/veya toptan reddedildi.

Bu konunun devamı niteliğindeki bir sonraki yazımda, Cumhurbaşkanlığının uçak filosu ve lüks makam araçları ile sayıları 12’yi bulan saraylar tutkusuna değineceğim. Devletin lüks harcamaları ile pandemide halka verilen yardımları kıyaslayacağım. Ayrıca devletin lüks ve şatafat harcamalarında diğer zengin ülkeleri kat kat geçerken bunları neden bu kadar göstererek yaptığını, tarz-ı siyasetlerinde tevazua neden yer olmadığı hususlarını ele alacağım.