Bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ü, aramızdan ayrılışının yıldönümünde derin bir saygı, özlem ve minnetle anıyoruz.
O'nun bıraktığı miras, yalnızca bağımsız bir vatanın teminatı değil; aynı zamanda evrensel akla, adalete ve insanlık onuruna dair eşsiz bir düşünce manifestosudur.
Atatürk'ün Millî Mücadele yıllarında edindiği tecrübeler, sıradan bir tarihi gözlemden öte, tarihin döngüsüne dair keskin bir öngörüyü yansıtır. O, bizleri en büyük tehlikenin bazen dışarıdan değil, "içimizden, kendi içimizden gelebileceği" konusunda ikaz etmiştir. Cehalet, çıkarcılık, gaflet ve ihanete varan politik körlük; O’na göre bir milletin felaketine yol açan en büyük düşmanlardır.
Bu uyarı, bağımsızlığın yalnızca toprak bütünlüğüyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda ekonomik bağımsızlık, düşünce özgürlüğü ve sarsılmaz bir adalet duygusunun da varoluşumuz için yaşamsal olduğunu gösterir. O'nun gençliğe olan güveni, işte tam bu noktada anlam kazanır: Cumhuriyet değerleri tehlikedeyse, çaresizliğin reddedilmesi, tereddütün bir seçenek olmaktan çıkması ve "en zor koşullarda bile harekete geçebilen bilinçli bir iradenin" beklenmesidir.
Yenilmiş bir imparatorluğun enkazı üzerinde "Ya istiklal ya ölüm!" parolasıyla yeni bir milletin doğabileceğine inanan Atatürk, tarihin en zor şartlarında yalnız silahla değil, inançla ve akılla savaşmıştır.
Zaferin yalnız cephede değil, zihinlerde kazanılacağını gören bu büyük komutan, savaşın ortasında bile eğitime, bilime ve kültüre dair planlar yapmıştır. O, bir milletin kalıcı bağımsızlığının; siyasal bağımsızlıkla birlikte, fikrî ve kültürel bağımsızlıkla mümkün olduğunu görmüştür. Bu anlayışla gerçekleştirdiği inkılaplar, aklın, bilimin, laikliğin ve özgürlüğün korunması, yani "en kıymetli hazine"nin muhafazası anlamına gelmiştir.
Atatürk'ün "Yurtta barış, cihanda barış" ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarını aşan, evrensel bir barış manifestosudur. O, milletler arasında kalıcı barışın, ancak karşılıklı saygı ve iş birliğiyle sağlanabileceğini savunmuştur.
O'nun bu yaklaşımı, savaş meydanlarında bile insanlık onurunu koruyan tavrıyla birleşmiştir:
"Biz kimsenin düşmanı değiliz; yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız."
İzmir’e girerken yere serilen düşman bayrağını kaldırtıp "Bayrak bir milletin onurudur." demesi.
Çanakkale’de hayatını kaybeden yabancı askerler için "Huzur içinde uyuyunuz!" notunu yazdırması.
Bu tavırlar, O’nun, ırk, din, renk ayrımı yapmaksızın insanı merkeze alan, çağının çok ötesinde bir evrensellik taşıyan devlet adamı olduğunu göstermektedir.
Atatürk’e göre en büyük eser, bir ülkenin geleceğini emanet edeceği “adam yetiştirmek”tir. “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirmek hedeflenmiştir; çünkü eğitim, O’nun gözünde yalnız bilgi değil, karakter, vicdan ve sorumluluk inşasıdır.
“Bahçesinde çiçek yetiştiren insan, bu çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren de aynı hislerle hareket etmelidir.”
Bu sözler, O’nun, gelecek nesillere olan inancını ve eğitimin idealist temeller üzerine kurulması gerektiğini ne kadar derinden hissettiğini göstermektedir.
Ayrıca, kadınların eğitim ve toplumsal hayatta eşit biçimde yer alması gerektiğine dair kararlı duruşu, çağdaş bir toplum idealinin en güçlü göstergesi olmuştur.
Atatürk, 10 Kasım 1938’de bedenen aramızdan ayrılmış olabilir; ancak vizyonu, bugün dahi dünya siyasetinin temel ihtiyacı olan akıl, adalet ve barış ilkelerinde yaşamaktadır.
Bugün, O'nu anmak; yalnızca bir geçmişe özlem duymak değil, O’nun insanlık tarihine yön verecek düşünce mirasını bir gelecek bilinci olarak benimsemektir.
Bir yüzyıl geçti… Ama onun sesi hâlâ yüreklerimizde yankılanıyor:
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Bugün, o sesi duymaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü o ses; karanlığa karşı aydınlığın, umutsuzluğa karşı direncin, esarete karşı özgürlüğün sesidir. Çünkü o ses, bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun ve geleceğe uzanan kararlılığının yankısıdır.
Atatürk bir dönem lideri değil; insanlığın vicdanıdır. Ve bu vicdanın sesi, O'nu anlayabilen her yürekte yankılanmaya devam edecektir.
"Ne mutlu Türk’üm diyene!" — Bu söz, sadece bir kimlik ifadesi değil, insanlık onuruna inancın ve bu yüce mirasa sahip çıkma azminin özetidir.