“Dostlarını yakın, düşmanlarını ise ölü tut.” Cengiz Han
Yaklaşık 300 bin yıl önce ortaya çıkmaya başlayan modern insan/ homo sapiens olarak kodlanmasına karşın; insanlık tarihi içinde yaşadıkları ülkenin bireyi olarak toplumdaki yerleri çoğu zaman meçhule karıştırılmıştır. Bunun nedenlerinden biri de yaşadıkları dönemin bireysel öne çıkışlarında “yalnız” kalma görevinin ileri yıllarda genel geçer psiko-sosyal bir emirname olarak içselleştirilmesidir. Bu insanlar nesnel gerçeklik içinde yaşadıkları zaman ve mekân toplumsallığında belli bir sınıfın üyeleriydiler. İçinde oldukları sınıfın, müesses nizam içindeki gücüne göre ya “kahraman” oldular; ya da değişkenlik sürecinde gizli veya açık “persona non grata” listesine girdiler. Güçlerinin kapasitesine göre “resmi tarih” yazıcıları bu görevi yerine getirdiler… “Yenişehirlizade M.Halid” beyin nerede konumlanması gerektiğine bilinçli okuyucunun kendi yorumu karar verecektir. Bu kısa bilgiyi değerli dostum emekli hâkim, avukat ve araştırmacı yazar Suat Parlar’ın ısrarı üzerine yazıladım…
Yenişehirlizade M.Halid (em.dnz. Mirliva), 1885 yılında İzmir’de doğdu. Babası, 1865 Girit doğumlu; Harbiye mezunu süvari mirlivası olarak emekli olmuş olan Ahmet Fethi II. Paşa’ydı. Sakal bırakmayan ilk subaylardandı… Yeni “paşa” olduğunda Suriye’de görev yaparken bölgenin rüşvetçi ve sapık paşalarını genelkurmaya şikâyet ettiği için paşalar tarafından zehirlenmişti. Atının üzerinde uyumadan aşiretinin yaşadığı Niğde-Güllüce karyesine ulaşmış, iyileştikten sonra Elen-Teselya’da XIV.yy. sonunda ataları tarafından kurulan Yenişehir(Larissa)’de yaşamıştı. Eşi Giritli Rasime hanımdı. 1937’de İstanbul’da vefat etti. Aşiretin Otoman İmparatorluğu “kapıkulu sipahi”si kayıtlarındaki adı “Gümüşgerdanoğulları”dır. (Kabilenin adı ise Moğolca “Trug” olduğu iddia edilir)… “Soyadı Kanunu” ile “Özkul” olmuşlardı. Ataları Timurlenk’in Anadolu’ya 1402’de getirdiği Moğollardı. (Prof.Y.Halaçoğlu’nun iddiasına göre Anadolu’da 100 bin Moğol yaşıyormuş! 1403’de 30 bin Moğol/Tatar geride bırakıldığına göre 600 yıl sonrası Prof. hesabı tutmuyor…) Bunlar 1241-43’te Anadolu’ya gelen Cengiz Han’ın istilacılarının akrabalarıdır. Bu Moğollar, Kara Tatarlar’ın saf değiştirmesinden sonra saf değiştiren Türkmenler, Karakoyunlular, Tatarlar ile beraber saf değiştirmişlerdi… Savaş sonrası yeni gelenler kalırken, eskiler Timurlenk’le beraber dönmüşlerdir. Aşiret atları ile ünlü Kapadokya’ya yerleşmişti… Ege’de Karacabey’i tercih etmeleri ise ünlü Troy atlarının efsanesi olsa gerektir…
Yenişehirlizade M. Halid Bey
Fakat babaerkil aşiretin en üst hiyerarşisinin kent kültürlenmesine sahip aristokratları 1403’de Bizans’a ait olan İzmir’i elegeçirerek Bayraklı’ya yerleşmişlerdir. O zaman Kapadokya’da yaşayan Ermeniler ile yoğun bir birliktelik sonucu Ermeni kadınlar aileleri olmayan Moğollarla evlendirilmişler.
Bu düzen 300 yıl kadar sürmüş. Karlofça ile beraber Anadolu’nun demografisi de değişecektir. Sivil Ahmet Fethi adlı kişinin Tanzimat Fermanı’na dayanan reform hareketleri başında İzmir’in Sultan fermanı ile ilk belediye başkanına sahip olması da araştırmaya değerdir. Sonra sürekli seçimle gelenler belediye başkanı olmuştur. Aşiretin bazı kabileleri Kapıkulu sipahileri olarak Ege bölgesinde, Karadeniz ve Çukurova bölgelerine yerleştirilmişlerdir…
Yenişehirlizade M.Halid, Deniz Harp Okulundan mezun olarak donanmaya katılmıştır. “M” mahlası da askeri okulun getirdiği kültürün sonucu olabilir. Kısa bir zaman sonra Abdülhamid II. istibdadı dönemi içinde Midilli adasına sürgüne gönderilmiş. “1908 Hürriyet İlanı” ile deniz subayı olarak Teşkilat-ı Mahsusa’ya tayin edilmiştir. İlk görev alanı Karadağ-Güney Makedonya-Batı Trakya bölgesinde “kaptan” olarak görevlendirilmiştir. Bu bölgede federatif birlik için çalışan Bulgar sosyalistleri, İştirakiyum’a bağlı Otoman sosyalistleri ile beraber İngilizler tarafından yönlendirilen Bulgar radikal milliyetçilerine karşı silahlı direnişi örgütleyen askerlerden biridir. Resmi tarihte adının geçmemesi, aşiretin gücünün İttihatçı şebekeye bağlanmamış olmasındandır…
Mayıs-Haziran 1910’da Otoman Ordusu İtalyanların kışkırttığı Arnavutluk İsyanını bastırdı. Fakat 1911-1912 arasında İtalyan krallığı Otoman sınırları içindeki Trablusgarp’a saldırarak bölgeyi işgal etti. Ekim 1912’de Elen, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ’ın Otoman’a savaş açması ile I.Balkan Savaşı patlak verdi. 30 Mayıs 1913’te Otoman yenilerek Balkanlardaki topraklarını kaybetti. Edirne de Mart 1913’te yitirildi; ama 21 Temmuzda tekrar kurtarıldı. Makedonya’da bulunan “kaptan” M.Halid, eşi ve küçük oğlu ile İzmir’e giden son gemiye zor yetişerek Bulgar çetecilerin elinden kurtulacaklardı.
M.Halid; yeşil gözlü sarışın, yemenisi ile Karadağlı Refika hanımı at üstünde belinde revolver tabanca, omzunda çifte, göğsünde fişeklikler, süvari pantolonu ve çizmeleri ile görünce peşini bir daha bırakmamıştı. “Resmi Tarih”te Refika hanım Selanikli Mevlevi “Topal Şeyh”in torunuydu. Ama 1492 Endülüs muhacirliğine giden özgün görenek ve geleneğe göre yabancıya kız vermek asla mümkün değildi. Hele Moğol kökenli birine asla. Ama M.Halid, tam bir Otoman entelektüeliydi; Kapıkulu olarak Mevlanakapı Dergâhına bağlıydı. Aşiret olarak Hassan Sabbah’ın daisi olan Hace Bektaş-i Veli dergâhına bağlıydı. Bunun sonucunda Refika hanımı ikna etmiş Selanik’te -3 gün 3 gece kaldıkları hamamda yakalanınca- evlenmişlerdi. M.Halid, askerliği yanında iyi bir gurme, usta bir ut virtüözü (Hafız Burhan’a eşlik ettiği taş plağı vardı. “Mahmud” adını kullanmıştı… Gece yarısı küfeliklerinin ünlü “Sakın geç kalma erken gel” bestesinin güftecisi), iyi bir ressam, usta bir tahta işçiliği olan bir şilep kaptanıydı. Kılıç baston, bıçak ve rövolveri kadar “Otoman tokadı” ile de meşhurdu. Yaşam ilginçtir ki o kadın İzmir-Bayraklı’daki bağın ve köşkün Tahsin Piyale’ye satılmasına neden olacak; Tutturduğu İstanbul saplantısı da yaşamı M.Halid’e zehir edecekti. Aynı zamanda Otoman’ın son zamanlarının ve cumhuriyetin ilk günlerinin Türk-İslam armatörü olarak İstanbul bataklığında kadın ve kumar yaşantısında sonunu hazırlayacaktı…
Balkan Savaşı karanlığında; deniz yüzbaşı M.Halid İzmir’de bir dergi çıkarmaya karar vermiş, dergi bürosunu Konak-Gümrük’te açmış. Derginin adını Selanik İştirakiyumcularından ilhamla “Proleter” koymuş. Aynı grupların el kitabı olan Marx-Engels tarafından 1848 Avrupa’sında yazılmış olan ”Komünist Manifesto” güvenilir yegane rehber olmuştu. Fakat kitapçığın eski Türkçe basımı yoktu. Fransızca basımını da bulamamış. M.Halid Balkan yenilgisi sonrası bölgede toprakları kalmış devlet görevlilerine ödenen kişi başına 12(x3) dönüm zeytinliğin (Edremit) üzerinden tazminat ve Tahsin Piyale gibi milli burjuva dostlarının yardımı ile yaşlı olmasına karşın yüzebilen bir küçük İtalyan şilep satın alır. Lisanslı gemi kaptanı olarak tekne ile Marseille’e gitmiş, kitapçığı bulup, satın alarak İzmir’e dönmüştü. Fransızca’dan tercüme ederek pasajları dergilerinde yayımlamayı planladığı sırada 16 Haziran Ağustos 1913’de II.Balkan Savaşı patlayınca dergicilik hayalleri sulara gömülmüştü. Temmuz 1914’te I.Dünya Savaşı başlayacaktı. 2 Kasım’da Osmanlı fiilen savaşa katılacaktı.
1835’ten beri zaman zaman kanlı ayaklanmalar ve bastırmalar olarak süren ve 1915’te iktidardaki İttihatçı triumvirlik tarafından Otoman İmparatorluğu Ermenilerine karşı “tehcir ve tenkil” siyaseti uygulaması Dünya Savaşının kaosu içinde sorgulanamamıştı. Ne ki Doğu Anadolu’nun Çarlık Rusyası ordusunca işgali sorgulamayı da kısıtlıyordu. Ama ordunun içinde İttihatçı olmayan daha çok sarayın adem-i merkeziyetçi liberal kanadına yakın siyasi bürokrasi işgal altında olmayan Kapadokya ve çevresinde yapılacak hızlı bir rapor hazırlaması için Teşkilat-ı Mahsusa müfettişi olarak İstanbul’a çağrılan Yenişehirlizade Yzb.M.Halid Beyi görevlendiriyor. M.Halid Bey yabancısı olmadığı bölgeye gidip insanlarla yüz yüze görüşüp, görgü şahitliği ile resmi bir rapor hazırlayıp genelkurmaya iletiyordu. (Bu raporu babam, iki ağabeyim ile bana eski Türkçeden tercüme ederek okumuştu.) 12 Eylül sonrası Tekel’den istifa etmek zorunda kalınca eski Otoman evrak-ı metrukeyi satmak zorunda kalmıştım. Bir dostumun tavsiyesi ile antikaları toplayıp okutmakta simsar olan Sabah-spor yazarı Ergun Hiçyılmaz alıcı olmuştu. Tabi onu ilgilendiren raporun içeriği değil, üzerindeki iki sayfada yapıştırılmış dörter(x2) adet “1915 tarihli damgasız resmi pul”lardı. Bu değerli belge çöpe gitmemişti. Çünkü 1918 sonrası askeri Divan-i Harp bu raporları inceleyerek idam kararları vermişti…
Konumuz olana raporda en çok suçlanan kişi Dr. Nazım beydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olarak Ermeni “tenkil ve tehcirini örgütlemekle” suçlanıyordu. Bölgedeki Ermenilerin büyük çoğunlukla yoksul rençber oldukları bunların ve ailelerinin nerede ise Ankara Savaşı sonrasından beri tanınan sadık insanlar olduğu belirtiliyordu. “Bu insanlar bizim kardeşlerimizdi. Yaralılar zehirli iğne ile öldürülürken, suçsuz insanlar toplu halde kurşuna diziliyor” diye yazıyor M.Halid. Fakat raporu günün siyasi gücü tarafından kabul edilmiyor. O da Teşkilat-ı Mahsusa’dan istifasını veriyor. Tabi kızağa çekiliyor. İzmir’e dönüyor. Evde 40 gün matem ilan ediyor. Küçük oğlu Ahmet Fethi III. ut çalınca 150 yıllık kadim aile utunu kafasında parçalıyor. Sonra “Kur’anı getir” diyor. El bastırıp yemin ettiriyor. “Hayatın boyunca asla bir, İttihatçı; ve Mason; asla olmayacaksın!” Dr. Nazım, 1919’da Divan-ı Harb-i Örfi tarafından gıyaben idama mahkûm edildi. (Ama 1926’da Gazi Mustafa Kemal’e suikast girişiminden dolayı tekrar idama mahkûm oldu ve karar infaz edildi…1915’te tutulmuş raporlar tekrar dikkate alınmıştı.)
Kuvvay-ı Milliye ile başlatılan İstiklal/Bağımsızlık Savaşı 19 Mayıs 1919 ile resmileşiyor. Yenişehirlizade M.Halid İstanbul’da Taş Kışla’da görevli. Abdülaziz’in oğlu usta bir ressam ve bestekâr olan şehzade Abdülmecid efendinin desteği ve bahriyenin örgütlemesi ile “Felah-ı Vatan” örgütü kurulmuş. Abdülmecid efendi İngilizler tarafından Vahdettin’in emri ile göz hapsinde tutuluyor. Zaman içinde Anadolu’ya cephane ve insan kaçırmak için ilginç operasyonlar yapıyorlar. Örgüt içinde Otoman tebanın Ermeni, Rum, Yahudi üyeleri de bulunuyor, bunlar kritik gizli operasyonlarda çalışıyor.
Kıbrıs harekâtı sonrası Cumhuriyet gazetesi sahipleri ve başyazarları Yunus ve Nadir Nadi’nin “İstiklal Savaşı’nın İlk Şehir Gerillacısı Kara Mahmud” adlı anılarını babamın anlatıları ile harmanlayarak tarihe not düşelim. Otoman ordusunun toplarının kamaları toplanarak Taş Kışla ve Tophane’deki bakım deposunda toplanmıştı. Bunların Anadolu’ya sevki için deniz Yarbay Yenişehirlizade M. Halid, “Felahı Vatan”daki kod adı ile “Kara Mahmud” görevlendiriliyordu. Önce Taş Kışla’daki bürosunun zeminini delmeye başlamıştı. Çünkü altındaki odada yüzlerce topun ateşleme kaması yatıyordu. Delik açılınca bu sefer Tophane’deki bitpazarından bir dükkân kiralandı içine çuvalla leblebi getirildi. Leblebi alış-verişi yapılıyor gibiydi. Ama alttan tophane deposuna bir tünel açılıyordu. Tünel açılınca çuvallara konulan top kamaları dükkâna çekildi. Leblebi ile kamufle edilip Tophane rıhtımından Üsküdar’a geçiriliyor oradan Ankara’ya yol alıyordu. Taş Kışla’daki delikten sarkıtılan ip merdiven ile depoya iniliyor, orada çuvallara konan kamalar leblebi ile kamufle ediliyordu. Dikkat çekmemek için büro gıda sevkiyatı yapan levazım komutanlığına bağlı olarak çalışıyor görünümündeydi. Nerede ise İngilizlerin topladığı bütün top kamaları topçu bataryalarına iade edilmişti. Yıllık silah sayımı için gelen İngiliz askerleri depoları açtıkları zaman şok oldular. Depolarda sadece fareler cirit atıyorlardı. İngilizler kısa zaman içinde Yenişehirlizade M.Halid beyin adına ulaştılar. İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığı M.Halid için Askeri Mahkeme kararı ile yakalanıp kurşuna dizilmesine izin veren Vahdettin imzalı fermanda çıkarttılar. Bu o kadar çabuk yapılmıştı ki Otoman Bahriyesinin subaylarının oturduğu Kasımpaşa semti hemen sarılmıştı. M.Halid bey acilen Kasımpaşa camiine giderek imamdan yardım istemişti. Fakat camiin Rizeli imamı “padişah efendimizin fermanı var; sizi saklayamam” diyerek ondan hemen uzaklaşmıştı. O sırada uzaktan “Halid bey!” diye bağıran Rum komşusu Hristo belirmişti. Halid bey her ihtimale karşı elini silahında tutuyormuş. Hristo: “İngilizler her yerde sizi arıyor, padişah idam fermanı vermiş. Çok çabuk eve gidelim başka çaremiz yok” demiş. Gerçekten de başka çaresi yokmuş. Eve gelince Hristo her şeyi Marika’ya (Rumca Maria’nın geleneksel yuvarlaması) anlatmış. Üst kata çıkıp Marika çeyiz sandığını boşaltmış; içine iri bir adam olan M.Halid beyi sığdırmış. Üstüne pamuktan yumuşak bir yatak koymuşlar. Marika başını bağlamış yatağın içine girip hasta gibi inlemeye başlamış. O sırada İngiliz sömürge askerleri evin kapısına dayanmışlar. Gerek Hristo, gerek Marika büyük bir gürültü koparmışlar Marika “bana saldırıyorlar” diye bağırınca askerler evden ayrılmak zorunda kalmışlar. Gecenin ortalarına doğru M.Halid bey Marikanın kara çarşafına sarılmış; küçük topuklu ayakkabısının eziyeti ile Hristo’nun çektiği bir eşeğe binerek Perşembe pazarı sahilinden bir tekne ile Üsküdar’daki güvenli eve ulaşarak Ankara yoluna koyulmuş…
M.Halid bir istihbarat üst görevlisi olarak, bir yandan elle hazırlanmış siyah-beyaz kart postallar olan propaganda iletişimini örgütlerken diğer taraftan emperyalist ülke ajan ve çalışma ağını takip etmiş. Bir başka görevi ordudan firar edenleri tutuklayıp askeri mahkemeye teslim ederek, ordunun moralini yüksek tutmak. I. ve II.İnönü muharebeleri sırasında İnönü başarısızlığını Gazi Mustafa Kemal yetişerek önlüyor. Savaşan tarafların yorgunluğu Türk Ordusunun lehine değerlendirilir ise de ardından gelen Kütahya-Eskişehir muharebeleri ordunun yenilgisi ile sonuçlanmıştı. Sonuçta 33 bin (resmi tarih kaynakları 116 bin diyor) kişilik ordudan 30122si silahlarıyla beraber olmak üzere 30809 er firar etmiştir.* Firarların önlenmesi için bir subay veya astsubay komutasında iki erden kurulu timler firarilerin peşine gönderilmiş. M.Halid bey yanına 1918’de İngilizlere Suriye cephesinde esir düşüp, kapatıldığı esir kampından kaçarak İstanbul’a geldikten sonra orduya katılmış olan kardeşi süvari teğmeni İzzet efendiyi alarak Niğde-Güllüce karyesine dönmüş süvarileri ve piyadeleri toplamışlar. Kendilerine ceza verilmeyeceğine dair garantileri veren aşiret liderlerine güvenen erler iki gün içinde orduya iltihak etmiş. M.Halid beyin gece gündüz demeden, yaklaşık bir hafta içinde, hemen hemen bütün firarileri toplamakta büyük başarı gösterdiği, Süvari Teğmen İzzet bey tarafından sonraki anlatılarında ifade edilmiştir.
[*Bu konuda belgelere dayanan yegane çalışma Em.Dnz.Bnb.Dr. Erol Mütercimler’in “Kurtuluş Savaşında Denizden Gelen Destek” -Yaprak Yayın.1992. s.151- adlı Deniz Müzesi askeri arşivine dayanan başarılı analiz kitabıdır. Kitaptaki belgeleri okuyana dek biz amcamın ve babamın anlatılarını hep “savaş efsaneleri” kabul ederdik!]
İstanbul’un kurtuluşu ile kente gelen M.Halid bey bu sefer askeri rütbesi de yükselmiş olarak MiM grubu yöneticisi olarak Otoman’dan miras kalmış olan “Bekirağa Koğuşu” hücrelerini dolaşırken bir bakar ki Hristo demir parmaklıkların ardında. Yanına gider Hristo’ya sorar “Burada senin ne işin var Hristo?” Hristo üzüntüyle cevaplar. “Benim vatan haini olduğumu ihbar etmiş biri!” “Hangi biri?” “Kasımpaşa camii imamı!” M.Halid bey sakin şekilde Hristo’ya: ” Sen birkaç gün daha sabret, ben gerekeni yapacağım!” M.Halid bey durumu açıklayan bir rapor yazıp verir. Hristo serbest bırakılır. İmam tutuklanır. Yargılanır. 5 yıl ağır çalışma kampı cezası. Cezası tamamlanınca ne kendi ne de ailesinden birinin İstanbul’da ikamet etmesinin ömür boyu yasaklanması…
M.Halid bey İzmir’e döner. O sırada İştirakiyumcular yargılanmaktadır. Bilirkişi olarak M.Halid beyden rapor istenir. Babam, böyle durumlarda dedemin odasına çekildiği, “Manifesto”yu okurken evde gürültü yapmama yasağının uygulandığını anlatırdı. Davadan yargılanan Dr.Hikmet Kıvılcımlı’nın o günkü gazeteye yansıyan ifadesine göre; “sayın hâkim bey, emniyetçi arkadaş bizim siyasi ve iktisadi amacımızı çok güzel anlamış ve doğru yorumlamış ama siz anlayamamışsınız…”der. Beraat!
Tabi Gazi Mustafa Kemal’e suikast hazırlayan İttihatçı (ve Mason) komplosu ile İzmir-İstanbul-Ankara üçgeninde mücadele eden, bu hainlerin ensesinde biten, o yıllarda korkmadan Ermeni “Tenkil ve Tehciri” hakkında İttihatçı-mason şebekeyi sorgulayan bir MAHçıdır M.Halid bey. Böyle konumda bir adamın bu ülkede İzmir’deki bağlarını koparıp (Tahsin Piyale’nin bütün ricalarına karşın malı mülkü satıp) İstanbul’a gelmesi büyük hatadır. Bir yandan İnönü’nün etrafında toplanmış İttihatçı-mason şebekesi (ve Nazi –sonra Amerikalı- dostları) onların karşında “inkılapçı/devrimci”, “Yalnız Adam(lar)”; Gazi M.Kemal ve M.Halid bey(ler)…
M.Halid beyin emekli tuğamiral olarak MAH’ta İstanbul bölgesinde görev sürdürdüğü varsayılır. Kendisi İstiklal Madalyası verilmesi işlemi dönemi içinde müracaatta bulunmadığı için yasanın şartlarına uymamaktaydı. Buna karşın madalya isteği kabul edilmiş. Fakat 100 TL. gibi zamanı için büyük bir para istenmesi üzerine: “Ben para ile alınan madalyayı göğsüme takmayı utanç sayarım. Ankara’daki zat alsın bu madalyayı münasip yerine taksın” deyince ev halkı M.Halid beyin tutuklanacağını bekler iken tepki kendisinin MAH’tan da emekli edildiğini bildiren sarı zarf olmuş…
M.Halid beyin son adımı 1947’de çıkarılan “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” tutumuydu. Kanun çıkınca odasına çekilip geleceği haber veren küresi “Manifesto”ya sormuştu, herhalde… Güllüce’den aşiret ve kabile önde gelenleri “ne yapacağız Bey?” diye sorduklarında. Kısa ve öz cevap almışlar: “Toprakta bugün kim alınteri harcıyor ise toprağın asıl sahibi odur. Ben gemicilik yapıyorum, geçiniyorum. Toprağı olmayanlara da toprak verin. Kim ki buna karşı çıkar hiç bekletmem kafasını ezerim!” Gümüşgerdanoğullarından sadece babam bunu 1967’de bozmaya kalktı, teyze çocukları dedemin emrini hatırlatınca iş kapandı!
İttihatçı deve kini unutmaz dostun yoksa yalnızsan çakallar anı kollar… DP iktidardadır, halktan saklanan ABD işbirliği ve müttefik ambargosunun gündem olmaması için “yolsuzlukları takip ediyoruz” balonu şiştiği günlerde, “tuz ve branda bezi” skandalı patlar. M.Halid beyin ortak aldığı kişi tutuklanır. Şirketin gemisine, banka hesaplarına el konur. Bir komplo kurulduğunu savunan M.Halid bey, intihar etmeye kalkar; beyin kanaması geçirir. Felç olur… 1 Aralık 1951’de vefat eder. Ortağı tahliye olur. Ama gemi ve banka hesapları ne oldu bilinmiyor. Şirket aynı ad ile ticarete devam ediyordu… Aile zor duruma düşer. Oğlu Ahmet Fethi III. kurucu muhasebecisi olduğu Ford temsilcisi Vehbi bey’in desteği ile Kartaltepe Mensucat fabrikasının muhasebe ve personel şefi olur…
Bu gizli değil; açık bir sınıflar mücadelesi, devam ediyor! Bertolt Brecht’in dediği gibi “kurtulmak yok tek başına….ya hep beraber ya da hiçbirimiz”!