Türkiye, büyük toplumsal kırılmaların günden güne derinleştiği bir ülke… Bu durum, merkezinde dinin ve onun yaşanma biçiminin yer aldığı bir bunalım. Toplumsal kırılmalar, geri dönülmez bir aşamaya gelerek kalıcılaşırken yanı sıra kimi yeni tutumlara, törenlere ve yaşam biçimlerine de yol açıyor. Böylece toplum, ortak değerlerinin bir bölümünü yitiriyor. 

Türk toplumu ana çizgi olarak iki büyük bölüğe ayrılmış durumda. Bir yanda dindarlar ve dinbazlar, öbür yanda ise laikler ve sekülerler. Kuşkusuz başka bakımlardan da çeşitli ayrışmalar söz konusu ama biz bu yazıda yalnızca dini merkeze alarak bir irdeleme yapıyoruz. Dolayısıyla dilsel ve etnik ayrışmalar konumuz değil. 

Dindarlık ve dinbazlık iki ayrı tutum olsa da görünüşte benzeşiyor. Aralarındaki temel ayrım dindarların inancında içtenlikli olması, dinbazların ise gösterişçi, yapay ve kötüye kullanıcı bir ayrıt edici özellik taşımasıdır. Dinbazlıkta dini siyasal ve yönetkisel çıkarlar için kullanma yönelimi çok baskın bir nelik taşıyor. Bu nelik, kimileyin en kutsal, en dokunulmaz ve en özel alanlara bile karışıp yığınları birbirine karşı kışkırtma biçiminde de açığa çıkabiliyor. 

Kuşku yok ki dini merkeze alarak yaptığımız değerlendirmede en kutsal, en dokunulmaz ve en özel alanlardan biri cenaze gelenekleridir. Bu toplumda ölen kişi için yapılan törenler geçmişi yüzyıllara dayanan köklü uygulamalardır. Cenazeyi yıkamak, kefenlemek, cenaze namazı kılmak, cenazeyi toprağa vermek, cenaze törenine katılanlara “hayır yemeği” vermek,  7. gün, 40. gün, 52. gün mevlit ve Kur’an okutup “ölü aşı” vermek vb.

Şimdilerde özellikle dinbaz kesimin kışkırtmasıyla laik yahut seküler kesime mensup kimi ünlü kişilerin cenazelerinin camiye götürülüp cenaze namazının kılınmasına karşı çıkmak gibi bir sapkınlık türedi. Ölen kişinin yaşamdayken dile getirdiği kimi görüşlerini din karşıtı olarak görüp ona dinsel tören düzenlenmesinin kabul edilemeyeceği biçiminde bir içeriğe sahip olan söz konusu sapkınlığın kimi kesimlerce de desteklendiğine tanık oluyoruz. Camileri ve dini, kendi özel mülkleri sanan bu çevreler, cenazeler üzerinden bir ayrışmayı derinleştirme tutkusuyla adeta yanıp tutuşuyor. Aslında böyle yaparak topluma karşı büyük bir çıyanlık sergiliyorlar. 

Ölen kişinin cenazesinin camiye götürülmesi, onun Müslümanlığının işaretidir. Geleneksel İslam fıkhında egemen görüş şudur ki, bir kimsenin kâfirliğine ilişkin 99 işaret olsa, müminliğine ilişkin de yalnızca bir işaret olsa, o bir işarete göre davranmak gerekir. Bu tutum, İslam toplumlarının birliği için yaşamsal önemde isabetli bir yaklaşımdır.

Yaşamdayken ne derse desin, öldüğünde cenazesinin camiye gelmiş olması, hem o kişinin Müslümanlığına işarettir hem de İslam’ın bu toplumdaki kültürel egemenliğinin göstergesidir. Gerçek bir dindar, bunu kendi inancının en azından kültürel anlamda egemenliğinin göstergesi olarak görür ve bundan memnuniyet duyar. 

Bir kimse, ben öldüğümde cenazem camiye götürülsün ve orada namaz kılınsın diyorsa yahut buna karşıt bir açık vasiyette bulunmadıysa elbette ki o kişi için camide ya da başka bir yerde cenaze namazı kılınmalı…

Ancak kişi apaçık bir biçimde benim için dinsel tören yapılmasın, cenazem camiye götürülmesin, diye vasiyette bulunduysa bu vasiyete de kesinlikle uyulmalı…

Ne var ki cenaze yakınları ölen kişinin vasiyetine uymak istemiyor. Yaşamda iken inançsız bile olsa cenazesini camiye götürüp namazını kıldırıyor, kılıyor. Elbette burada, başka ne yapılabilir ki, sorusu büyük etken. Gerçekten de aileler başka ne yapabilir ki?

Bilinen cenaze töreni dışında başka nasıl bir tören yapılabilir?

Ne yapsınlar, nereye gitsinler?

Hem dışlanmak, kınanmak ve ötekileştirilmek diye haklı bir kaygı da var.

Ancak, benim cenaze namazım kılınmasın, cenazem camiye yahut başka bir ibadethaneye götürülmesin, diyenler için alternatif bir tören geliştirilmeli…

İşte tam da bu noktada bir öneride bulunmak istiyorum.

Yok, sakın yakılmaktan söz edeceğimi düşünmeyin. Dileyen onu da yaptırabilir elbette. Kimseye karışamayız sonuçta…

Ancak cenaze namazı ile toprağa verilmenin ve uğurlanmanın dışındaki tek seçenek yakılmak olmamalı. Başka bir seçenek de olmalı… Niyesi, yakılmak hem çevre duyarlılığı açısından hem de kültürel geçmiş ve geleneksel bellek bakımından pek de doğal karşılanabilecek bir yeğleyiş olarak durmuyor.

O halde cenaze namazı ile toprağa verilmenin ve yakılmanın dışında seküler bir tören kurgulanmalı…

Peki, bu nasıl olabilir?

Öncelikle şunu belirteyim ki İslam’a göre cenaze namazı gerçek bir namaz olarak görülmüyor. Zira ne rükû var, ne secde var, ne de oturuş var.

Cenaze namazı ölen kişi ile vedalaşmak ve onu ahirete uğurlamaktır. 

 Ölü için iyi tanıklıkta bulunmak ve onun için dua etmektir.

Tevbe Suresi 84. Ayetten anladığımıza göre cenaze namazı biçimindeki ölü uğurlama töreni, İslam’dan önceki Arap toplumunda da vardı. 

Kur’an’da cenaze namazı için bir açıklama ve dinsel bir hüküm yer almamaktadır. Başka bir deyişle ölen kişi için bilinen anlamda bir cenaze namazı kılmak aslında koşul değildir. Her ne kadar egemen İslam fıkhı cenaze namazı kılmayı  “farz-ı kifaye” olarak nitelese de bunu illaki bilinen anlamda bir cenaze namazı gibi düşünmemek gerek. Ölen kişiyi uğurlama törenine katılmak, ölünün yakınları, komşuları ve tanıdıkları için insanî bir yükümlülüktür biçiminde değerlendirmek gerek. Öyleyse ölen kişi için yapılacak törenin içeriği ne olursa olsun o da bir tür “cenaze namazı” olarak görülmeli…

İlla ki camide (cami önünde) ve bir imamın öncülüğünde kıbleye doğru dönüp Arapça sözlerle dualar okumak koşul değildir. Törende ölü için iyi dileklerde ve iyi tanıklıkta bulunmak, yakınlarını avutucu sözler etmek, acılarını paylaşmak aslolandır.

 İşte bu çerçevede acaba seküler cenaze töreni nasıl olabilir?

Şöyle olabilir:

Cenaze istenirse yıkanabilir ve kefenlenebilir. Yıkama ve kefenleme İslam öncesi dönemde de olan bir Arap geleneğidir. Ama yıkanmadan ve kefenlenmeden de cenaze, cenaze törenine hazırlanabilir. Yaşarken giydiği, giymeyi sevdiği giysilerle giyinik bir biçimde bir tabuta konulabilir. Cenaze ağır yaralı ve çeşitli kazalar nedeniyle parçalanmış halde ise ceset torbasıyla tabuta konabilir. 

Cenaze töreni açık alanda yahut kapalı bir tören alanında yapılabilir. Cenaze, kültür merkezi, konferans veya toplantı salonu vb. yerlere tabutla götürülüp yakınları ve sevdikleriyle bir vedalaşma etkinliği düzenlenebilir.

Törende bir aile büyüğü yahut deneyimli bir kişi tören yöneticisi olarak belirlenebilir. 

Sevenleri ve yakınları ölen kişiye ilişkin konuşmalar yapabilir. Konuşmacılara tören yöneticisi tarafından sırayla söz verilir.

Konuşmacılar ölen kişi ile yaşadıkları güzel anıları anlatabilirler. 

Ölen kişinin sevdiği şiirler okunabilir.

Yine ölen kişinin sevdiği şarkılar veya türküler söylenebilir yahut dinlenebilir.

Ağıtlar okunabilir.

Son olarak ölü alkışlarla esenlenir / selamlanır. Alkış bir Türk geleneğidir. Alkış dua anlamına gelen “algış” sözünden gelir.

Ardından toprağa verilmek üzere, cenaze, mezarlığa götürülür.

Cenaze toprağa kefenle değil tabutla verilir.

Kabir başında da yine ağıtlar okunabilir.

Yahut ölen kişinin sevdiği şiirler okunabilir, şarkılar, marşlar ve türküler söylenebilir, dinlenebilir.

Cenaze toprağa verildikten sonra kabir başında saygı duruşunda bulunulabilir.

Ölen kişinin yakınlarına, tokalaşmak yahut sarılmak yoluyla başsağlığı dilenir.

Ölü evi birkaç gün yahut birkaç hafta boyunca ziyaret edilebilir. Böylece ölenin yakınlarıyla duygusal dayanışma içinde bulunulabilir. Bu ziyaretler başsağlığı dileme ve acıyı paylaşma ziyareti olarak görülmelidir. 

Kırkıncı gün ve ölüm yıldönümünde de anma töreni düzenlenebilir. 

Sözün özü; eğer istemiyorsanız camiye, cemevine, imama, hocaya başka bir anlatımla dinsel törene gereksiniminiz yok.

Sözlerimizi o güzel Türk dileği ile sona erdirelim:  

Ulu Tanrı gecinden versin.