Merhaba sevgili okuyucularım,

Bizim toplumun en büyük alışkanlıklarından biri, birilerini göklere çıkarıp sonra da aynı hızla unutmaktır. Hele iş akademi, bilim ve başarı olunca, tablo büsbütün çarpıcı hâle geliyor. Televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada öyle methiyeler düzülüyor ki, sanki o kişi insanlığı kurtardı, dünyaya yeni bir çağ başlattı.

Ama gelin görün ki, övülen kişilerin somut başarısı ne?
Kansere çare mi bulundu? Hayır.
Göz hastalıklarını kökten bitiren bir ilaç mı geliştirildi? Yok.
Obeziteyi tarihe gömecek bir tedavi mi çıktı? Asla.
Ya gençlik iksiri? O da yok.

O zaman neden bu kadar övgü?

İşte tam da burada başlıyor “övgünün rezaleti.” Çünkü gereksiz övgü, insanın gerçek başarısını parlatmaz; aksine sıradanlığını cilalar. Birine sürekli “çok değerlisin, çok başarılısın” derseniz, onu üretmekten değil, sahte bir başarı atmosferinde yaşamaktan keyif alır hale getirirsiniz. Ego şişer, kibir büyür, ama ortaya çıkan iş yine vasat kalır.

Akademi dünyasına bakın. Bir makale yazılır, çoğu zaman yabancı bir dergide, çoğu da okunmaz. Bir kongreye katılım sağlanır, orada sunum yapılır, sonra klasörlere kaldırılır. Ama haber bültenlerine bir bakın: “Değerli hocamız dünyada ses getirdi!” diye manşetler atılır. Oysa gerçek şudur: O çalışma ne bir hastayı iyileştirmiştir, ne bir insanın ömrünü uzatmıştır, ne de topluma dokunmuştur. Ama biz alkışlamaya, parlatmaya devam ederiz.

Bunun örneklerini sık sık görürsünüz. Bir üniversitede “kanseri yok eden formül bulundu” başlığı atılır. İnsanlar umutlanır. Birkaç gün sonra haber kaybolur, formül de ortadan kaybolur. Başka bir yerde “yaşlanmayı geciktiren mucize molekül keşfedildi” denir. İnsanlar sevinir, sonra hiçbir şey olmaz. İşte bu döngü, övgünün nasıl bir yanılsama yarattığının en açık kanıtıdır.

Gerçek başarı, laboratuvarların ışığında değil, hayatın içinde test edilir. Eğer bir bilim insanı gerçekten kansere çare bulmuşsa, o zaman övgüyü hak eder. Eğer bir akademisyen obeziteye kalıcı bir çözüm geliştirmişse, işte o zaman toplum onu alkışlamalıdır. Ama bir kişi sıradan bir makale yazdı diye, bir kongrede sunum yaptı diye onu göklere çıkarmak… işte bu övgünün rezaletidir.

***
Bu yazıyı yazarken bazı haberler gözüme takıldı bu vahamet içinde olma durumunu sizle paylaşmadan edemedim durumun vahamiyetini göstermesi açısından çok önemli

Akademide Sessizlik ve Haksızlık Döngüsü

Son aylarda farklı üniversitelerde yaşanan olaylar, akademide övgü ve gerçek arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor.

Bülent Ecevit Üniversitesi’nde yaklaşık 15 akademisyen, rektörlük ve yöneticilerin baskı ve dayatmalarına dayanamayarak istifa etti; basına yansıyan haberlere göre çoğu, kötü yönetim ve mobbing uygulamalarını gerekçe gösterdi. ([Kaynak: İzmir’de Son Dakika](https://www.izmirdesondakika.com.tr))

Ege Üniversitesi’nde öğrenciler ve akademisyenler, disiplin süreçleri ve soruşturmalar konusunda ciddi şikâyetlerde bulundu. Rektör Prof. Dr. Necdet Budak’ın yönetim tarzının, bazı durumlarda sistematik olarak adaletsizlik ve ilgisizliği alışkanlık haline getirdiği iddia ediliyor. Öğrenciler, disiplin süreçlerinde delillerin dikkate alınmadığını, randevu taleplerinin çoğunlukla cevapsız bırakıldığını ve soruşturmaların usulsüz biçimde kapatıldığını bildiriyor. ([Kaynak: Evrensel](https://www.evrensel.net))

Yaklaşık 13 kişi, resmi başvurular ve CİMER dilekçeleri göndermesine rağmen süreçlerin uzun sürdüğünü ve çoğu kez alakasız cevaplar aldıklarını aktarıyor. Ayrıca farklı üniversitelerde, kendi yaşadıkları sistematik haksızlık ve baskı örnekleri ile birlikte değerlendirildiğinde, akademik ortamda şeffaflık ve adalet eksikliği ciddi bir sorun olarak ortaya çıkıyor.

Örneğin, bazı durumlarda özel hayatla doğrudan ilgisi olmayan konular disiplin süreçlerine konu edilebiliyor; bu durum, yalnızca bireysel bir sorun değil, üniversite yönetiminde alışkanlık hâline gelmiş uygulamaların göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Tüm bu örnekler, akademik ortamda hem öğrenciler hem de akademisyenler için şeffaflık ve adalet eksikliğini gözler önüne seriyor. Seslerini duyurmaya çalışanların resmi başvuruları ve dilekçeleri, çoğu zaman cevapsız kalsa da bu girişimler, sistemdeki sorunları görünür kılıyor.

***

Sevgili okuyucularım, övgü çoğu zaman teşvik için kullanılır. Ama gereksiz övgü, aslında bir zehirdir. Hem kişiyi gerçek üretimden uzaklaştırır, hem toplumu boş umutlara mahkûm eder. Birini parlatmak kolaydır, ama hak ettiği yere oturtmak zordur. Biz ise kolay olanı seçiyoruz: Parlatmak.

Unutmayın: Birini övmek yerine sormak daha değerlidir. “Gerçekten ne yaptınız? Hangi hayatı değiştirdiniz? İnsanlığa ne kattınız?” Bu soruların cevabı yoksa, övgü sadece boş bir balondur. Ve o balon şiştikçe, hem bireyi hem toplumu gerçeğin uzağına savurur.

***

Sevgili okuyucularım, bir sonraki yılda görüşünceye kadar sağlıcakla kalın.*