Biraz gözlerinizi kapatın, sahneyi ben kurayım.
Amerika’da bir genç adam çıkıyor. Müslüman, göçmen kökenli, sosyalist.
Diyor ki: “Zenginleri vergilendireceğim. Kiraları donduracağım. Herkes eşit olacak.”
Wall Street homurdanıyor.
Trump öfkeleniyor.
Ama New York’un yoksulları alkışlıyor.
Adı: Zohran Mamdani.
Kısa bir sahne değişimi yapalım şimdi.
İstanbul’da bir başka adam:
Karadenizli, halkla iç içe, belediyecilikten geliyor.
Diyor ki: “Herkesin belediye başkanı olacağım. Adil olacağım. Kimseyi ötekileştirmeyeceğim.”
İktidar rahatsız.
Devlet refleksiyle bakılıyor.
Yargı dosya karıştırıyor.
Adı: Ekrem İmamoğlu.
Ve sonra en tuhafı oluyor:
Türkiye’de halkın bir kısmı, Mamdani’ye bayılıyor.
“Helal olsun adama!” diyor.
Ama aynı insanlar, İmamoğlu’nu "yetersiz, tehlikeli, proje" diye yaftalıyor.
İşte burası biraz acı.
***
Aynı Rol, Farklı Sahne
Zohran Mamdani, Amerika’da Trump gibi otoriter bir figüre karşı, daha adil bir sistem hayal ediyor.
Ekrem İmamoğlu da Türkiye’de Erdoğan gibi güçlü bir liderin karşısında, daha yumuşak bir dille umut inşa etmeye çalışıyor.
İkisi de:
* Sistemin dışından gelmiyor ama sistemi dönüştürmek istiyor.
* Sert değil, sakin konuşuyor.
* Halkçı, adil, gençlerle iletişim halinde.
Ama biri alkışlanıyor, diğeri içeri alınıyor.
Amerika’da Mamdani kazanınca "dünyanın geleceği değişiyor" diye umutlanıyoruz.
İstanbul’da İmamoğlu öne çıkınca "bunlar da dış güçlerin oyunu" diyoruz.
***
Aslında Kendimize Yabancıyız
Belki de sorun Mamdani veya İmamoğlu değil. Biz, adalet fikrine sadece "uzakta olursa" tahammül edebiliyoruz. Amerikan sistemi "devrilirse" hoşumuza gidiyor. Ama Türkiye’de mevcut düzene alternatif gelince, tedirgin oluyoruz. Çünkü orası “onların ülkesi”, burası ise “bizim düzenimiz.”
***
Tatlı Sonuç
Sonuç şu: Mamdani New York’u alırsa bayrak paylaşırız. İmamoğlu bir seçim kazanırsa hemen dosya açılır.
Amerika’da Trump’ın karşısında duran Mamdani'ye şiir yazarız, Türkiye’de Erdoğan’a karşı duran İmamoğlu’na savcı yollarız.
Birine "direniş", diğerine "darbe" deriz.
Aynı filmi iki salonda izleriz: Biri alkışlanır, diğeri sansürlenir.
Sahi...
Biz gerçekten adalet istiyor muyuz, yoksa sadece uzakta bir devrime alkış tutmayı mı seviyoruz.
Siyasi iktidar , İstanbul’un genç belediye başkanı Ekrem İmamoğlu'nu yalnızca siyasi rakip olarak değil, potansiyel bir sistem tehdidi olarak gördü. Yargı hamleleri, siyasi yasak davaları, bürokratik ablukalar… Türkiye'nin en büyük şehrini yöneten bir figürü siyasetin dışına itme girişimi.
Şimdi gözler New York’ta. Zohran Mamdani, sistemin “alışıldık” adamı değil. Uganda doğumlu, Müslüman, sosyalist, göçmen bir ailenin çocuğu. Seçim kazanırsa, ABD tarihinde New York gibi bir metropolün yönetimini ilk kez böyle bir profil üstlenmiş olacak.
Trump cephesi, şimdiden yüksek perdeden konuşmaya başladı.
* “Komünist” yaftasıyla itibarsızlaştırma çabaları,
* Vatandaşlık statüsünü tartışmaya açma,
* Medyada kişisel geçmişine dair karalama haberleri,
* Göçmen kimliğini kullanarak Amerikan kamuoyunda güvensizlik yaratma çabası...
Türkiye’de “millî güvenlik” kisvesiyle nasıl muhalif figürler törpülendiyse, ABD’de de “Amerikan kimliği” üzerinden benzer bir retorik kuruluyor.
Buradaki ironi şu:
İki ülkede de sistem, genç, halkçı, sol eğilimli bir figürle karşılaştığında benzer reflekslerle hareket ediyor. Çünkü mesele sadece bir belediye başkanlığı değil — mesele sistemin kontrolü.
Tarih, gücünü halktan alan ama sesi sistemin sinirini bozan liderleri kolay kolay affetmez. Bu yüzden İmamoğlu'na ceza verirken aynı anda Mamdani’nin vatandaşlığını tartışmaya açmak, yalnızca tesadüf değil; bu, küresel otoriter refleksin yerel düzeydeki mikro yansımasıdır.
***
Sözümüz :
Soru net: Mamdani'yi siyasi denklemden dışlamak isterler mi? Evet.
Bunu yapabilirler mi? Deneyecekler.
Ama başarılı olurlar mı? Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, bu halkın iradesine bağlı.
Yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle sağlıcakla kalın.