Egemenliğin tek kişiden alınıp millete verilmesinin 100. yılını geçtiğimiz günlerde evlerimizde, lakin büyük bir coşkuyla kutladık. Daha sabahtan başlamıştı hazırlıklar. Kimileri balkonlarını bayrak ve balonlarla süslüyor, kimileri de ne giyeceğini düşünüyordu. Yanlış duymadınız, ne giyeceğini düşünüyordu insanlar. Bu 23 Nisan’da evlerimizde olsak dahi, akşam 21.00’de Ata’mızı anmaya, ona şükranlarımızı sunmaya ve çocuklarımıza hediye ettiği bu güzel bayramı kutlarken ona olan sevgimizi haykırmaya elbette en güzel kıyafetlerimizi giyerek çıkacaktık Ata’mızın karşısına. Saat 20.55 olmuştu. Tüm Türkiye ellerinde bayraklarıyla balkonlarda hazırdı. Saat 21.00… Başta Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, silah arkadaşları ve tüm aziz şehitlerimizin huzurunda 1 dakikalık saygı duruşuna geçtik. Evlerden çıt çıkmıyordu. Yer gök derin bir sessizliğe bürünmüş, Ulu Önder’ini saygıyla anıyordu. 1 dakika sonra sessizliğin yerini gür bir şekilde, coşkuyla okunan İstiklal Marşı almıştı. Tüm Türkiye bayraklarını sallıyor, neşeyle bu güzel bayramı kutluyordu. Kimileri şişirdikleri balonları balkonlarından gökyüzüne bırakıyor, kimileri kırmızı beyaz meşalelerini yakıyor, kimileri coşkuyla İzmir Marşı’nı söylüyor, kimileri halay çekiyor, kimileri de oyun havası oynuyordu. Ama yüreklerdeki heyecan aynı heyecandı.


Evet, meclisimizin açılmasının üzerinden tam 100 yıl geçmişti; fakat 100 yıl önce Anadolu nasıldı, Anadolu’da şartlar, imkanlar neydi bir de ona bakalım.

Atatürk, “hukuk” ve “akıl” ilkeleriyle 600 yıllık bir padişahlıktan (tek adamlıktan), sadece 4 yılda (1920-1923) bir Cumhuriyet yaratmayı başardı. İşte Türkiye Büyük Millet Meclisi, o Cumhuriyet’in temel taşıdır. 


Peki ama Atatürk; bir ölüm kalım savaşında, onca yokluk ve sefaletin kol gezdiği Anadolu’nun orta yerinde, TBMM’yi neden ve nasıl açtı?

16 Mart 1920’de İngilizler, İstanbul’u işgal ettiler. Hemen ertesi gün ise Atatürk, kolordu komutanlarıyla konuşup Ankara’da bir “Kurucu Meclis” açma düşüncesini paylaştı. O sırada İstanbul’daki Mebusan Meclisi kapatılmamıştı, lakin Atatürk yakın zamanda kapatılacağını tahmin ediyordu. Düşündüğü gibi de oldu. İstanbul’u işgal eden İngilizler, Mebusan Meclisi’ni basıp bazı milletvekillerini tutuklayarak Malta’ya götürdüler. Bu tutuklamaları protesto eden Mebusan Meclisi, 18 Mart 1920’de çalışmalarına ara verdi. “Bir millet var koyun sürüsü, ona bir çoban lazım, o da benim.” diyen Padişah Vahdettin de 10 Nisan 1920’de Mebusan Meclisi’ni tamamen kapattı. 

İşgalci emperyalizm, işbirlikçi saray ve onun hükümeti Ankara’da yeni bir meclis açılmasına karşıydı. Atatürk ise bu içerideki ve dışarıdaki düşmanlara karşı “milli iradenin” gücüne güvenerek Ankara bozkırında TBMM’yi açtı. Atatürk meclisin açılmasını çok önemsiyordu; çünkü meclis, gelecekte kurulacak olan Cumhuriyet’in temel taşı olacaktı. O günlerde Ankara ateş çemberi içindeydi. Bir taraftan emperyalist güçlerin işgali, diğer taraftan işbirlikçi saray ve onun hükümetinin başlattığı iç savaş devam ediyordu.

O günlerde durum şöyleydi:

2 Nisan 1920’de kurulan Damat Ferit Hükümeti,

-8 Nisan’da Anzavur’a paşalık verdi. Anzavur, 10 Mayıs’ta Adapazarı’nı işgal etti.

-10 Nisan’da Milli Mücadele’yi kınayan ve Kuvayi Milliyecileri “asi” olarak suçlayan bir beyanname yayımladı.

-10 Nisan’da Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın hazırladığı “ihanet fetvasını” yayımladı.

-18 Nisan’da Kuvayi Milliye’yi bastırmak için Kuvayi İnzibatiye (Halifelik Ordusu) kurulmasına karar verdi.

-11 Mayıs’ta İstanbul Divanı Harbi; Atatürk, Ali Fuat Cebesoy ve Halide Edip (Adıvar)’i idama mahkum etti. Vahdettin bu kararı 24 Mayıs’ta onayladı. 

22 Haziran’da Yunan ordusu, Milne Hattı’nı geçerek Bursa ve Uşak’a doğru ilerlemeye başladı.

TBMM’nin açılacağı günlerde Anadolu’da manzara şu şekildeydi:

Güney’de Antep, Urfa ve Maraş’ta Fransız işgaline karşı halk savaş veriyordu. Ege’de efeler Yunan zulmüne karşı direnmeye çalışıyordu. Doğu’da Ermeni saldırısı vardı. Marmara ve civarında ise Kuvayi Milliye Birlikleri, İngilizlere ve yerli işbirlikçilere karşı mücadele veriyordu. Bursa, Adapazarı, Gönen, Bolu, Düzce, Hendek, Konya ve Yozgat isyan ateşiyle yanıyordu. Anadolu’da da çeşitli isyanlar patlak vermişti. Bu isyancıların başında ise padişahın ve halifenin işgal devletleriyle işbirliği halindeki kumandanları vardı. 

İşbirlikçi saray ve hükümetinin Atatürk’ün üzerine saldırttığı Anzavur askerleri ve Hilafet Ordusu, Ankara’yı tehdit ediyordu. Ankara’da tüm yurtseverler çok tedirgindi. O günleri yaşayanlardan Halide Edip (Adıvar) şunları söylüyordu: “Rahat uyumak mümkün olmazdı. Çünkü Hilafet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp, yatağımızda bizi boğazlayacaklarını tahmin edemiyorduk. O günlerde bu vatan hainleri Bolu hastanesinde yatan bazı subayları da yataklarından sürükleyip hastanenin önünde kafalarını taşla ezmişlerdir.”

Tüm bunlar olurken Ankara’yı savunacak asker sayısı da çok azdı. Çünkü Atatürk neredeyse tüm birlikleri, iç isyanları bastırmaları için Anadolu’nun çeşitli yerlerine göndermişti. Refet Paşa’nın Denizli’den gönderdiği 120 kişilik birlik ve Kılıç Ali’nin Antep’ten gönderdiği 70 kişilik bir süvari birliği dışında Ankara’yı savunan asker yoktu. İşte meclis açılırken Ankara sadece bu 190 askere emanetti. Atatürk, o zor günlerde bile umutsuzluğa kapılmamış, milli bağımsızlık ve milli egemenlik savaşından asla vazgeçmemiştir.

Ankara’da İttihat ve Terakki Kulübü olarak yapılan, fakat tamamlanmamış olan binanın meclis binası olmasına karar verildi. Binanın eksikleri çoktu. Açık çatısı kiremitlerle kapatılarak onarıldı, toplantı salonuna tahta sıralar getirilip yerleştirildi. Milletvekillerine Öğretmen Okulu’nda kalacak yer hazırlandı. İstanbul’daki Mebusan Meclisi Başkanı Celalettin Arif Bey ve bazı arkadaşları da Ankara’daki TBMM’ye katıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de 115 vekille işte bu koşullarda açıldı. Mayıs ayında meclise 62 vekil daha katıldı. 

Atatürk, TBMM’yi açarken yalnızca yeni bir meclis değil, aynı zamanda yeni bir devlet kurduğunu da biliyordu. Bu yeni devlet, bir “din devleti” değil, “laik bir devlet” olacaktı. Egemenliği saraydan, sultandan alıp millete vermek zaten başlıca adımdı. 23 Nisan Cuma günü, Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılınarak, Kur’an okunarak, kurbanlar kesilerek, dualar edilerek TBMM açıldı. Atatürk ve Milli Mücadele önderlerini “dinsiz”, “zındık” ilan eden Dürrizade fetvalarının ve hükümet bildirilerinin havada uçuştuğu bir ortamda Atatürk, meclisi Cuma günü dini bir törenle açmıştır. Bugün de çevremizde Dürrizadeler yok değildir. Onlara en güzel cevaplardan biridir meclisimizin açıldığı gün. 

Demem o ki; Atatürk, “hukuk” ve “akıl” ilkeleriyle 600 yıllık bir padişahlıktan sadece 4 yılda (1920-1923) bir Cumhuriyet yaratmayı başardı. İşte TBMM, o Cumhuriyet’in temel taşıdır.
Tekrardan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız milletçe kutlu olsun.