Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde 19 Ekim Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalif Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman yüzde 63 oy alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın oyu ise yüzde 36’da kaldı.

Bu seçim sonuçları Türkiye’de özellikle iktidara yakın kamuoyu yoklamalarını boşa çıkarırken açık ara hezimet iktidar tabanında şok etkisi yarattı. Aslında en büyük hataları, bu seçimleri KKTC halkının Türkiye’nin yanında veya karşısında olmasının referandumu gibi sunmaları ve müdahalelerinin sonuçlarından bu kadar emin olmalarıydı.

KKTC’nin yolsuzluk, kara para aklama, her tür mafyanın sığınağı, kumar, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı ile anılır hale gelmesinin ve tüm bunların Kıbrıslı Türklerin onurunu ciddi biçimde zedelemiş olmasının seçim sonuçlarında etkili olduğu söyleniyor. Yüksek enflasyon, kamudaki verimsizlik, kayırmacılık ve genç işsizlik oranının artması gibi sebepleri de eklemek gerekiyor. Adada tüm bu olan bitenler gerçekten bir “çığırından çıkma” olarak görüldü. Sonuçta; seçmenlerin sağcısı-solcusu ve hatta Türkiye’den göçle gelmiş Türkler bu duruma “yeter artık” dediler.

Erdoğan’dan “Tebrik” Bahçeli’den “Kabul Edilemez” Açıklamaları

Görsel 01-2

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimin hemen sonrası Tufan Erhürman'ı tebrik etti ancak iktidar ortağı Bahçeli bu sonuçlara çok kızdı! "KKTC'de yapılmış olan seçimin sonuçları Kıbrıs Türklüğünün kaderini temsil edemeyecek durumdadır. KKTC parlamentosu acilen toplanmalı, seçim sonuçları ve federasyona dönüşün kabul edilemeyeceğini ilan etmeli ve Türkiye Cumhuriyeti'ne katılma kararı almalıdır" dedi. Bahçeli ayrıca partisinin 21 Ekim’deki grup toplantısında yaptığı konuşmada da sözlerinin ardında durdu; “Kıbrıs, Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almalıdır. 81 Düzce’den sonra 82’nin KKTC olması artık hayat memat haline gelmiştir” ifadelerini kullandı.

Kıbrıs halkının yüzde 63’ler seviyesinde ortaya koyduğu demokratik iradesini Türkiye’ye karşı tehdit olarak algılayan, hamasete yaslanan siyasi akıl ne ölçüde ciddiye alınmalı acaba? Bu açıklamalar; Devlet Bahçeli’ye atfedilen mistik, uhrevi, her şeyi bilen ve yönlendiren “devlet aklı” yakıştırmasının ciddiyetini bir kez daha tartışmaya açtı. Bahçeliye bu sert sözleri; son seçimler sonrasında Ada’da oluşabilecek olası bir çözüm sonrasında rahatça at koşturabildikleri arka bahçelerini” kaybedecekleri kaygısı söyletmiş olabilir miydi acaba?

Görsel 02-1

KKTC’deki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) milletvekili Doğuş Derya, Bahçeli’nin bu çıkışı hakkında yaptığı açıklamada; “Bu tip iç politikaya yönelik söylenmiş, hukuki zemini olmayan açıklamaları çok ciddiye almıyor gülümseyerek izliyoruz. Halk iradesinin üstünde hiçbir şey yoktur. Pazar günü sandığa giderek Sayın Erhürman’a %63 oranında destek veren halk, nasıl yönetilmek istediğini açıkça ortaya koymuştur” dedi.

KKTC Seçimlerinde Türkiye Her Zaman Etkin Rol Aldı

Türkiye önceki yıllarda da KKTC’deki seçimlerde örtülü ama etkin roller üstlenmiştir. Ancak son yıllarda devlet tüm gücüyle, doğrudan bir parti ve adaya destek için görkemli çıkarmalar yapıyor. Ersin Tatar’ın 2020’de kazandığı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rakibi Mustafa Akıncı, seçim sürecinde kendisinin ve ailesinin MİT aracılığıyla tehdit edildiğini ve adaylıktan çekilmesinin talep edildiğini iddia etmişti.

Bu seçim sürecinde de iktidar adaya siyasetçilerini, bazı sanatçı ve sporcuları göndererek Tatar lehinde yoğun çaba harcadı. Propagandalarda bizim iktidarın benimsediği ve Tatar’ın da savunduğu “iki devletli çözüm” tezini “milli dava”; federatif çözümü ise “Kıbrıs’ı Rum’a teslim hainliği”.gibi sundular. Bu yaklaşıma göre sonuçlar “hainlerin zaferi mi oldu” sorusu akla gelebilir!

“De Facto” Olmak “Kukla” Olmayı Gerektirmez

Görsel 03-1

KKTC uluslar arası statüde De facto devlet (yasal görülmeyen ancak fiilen var) durumundadır. “Türkiye uluslararası hukuku yok sayarak Kıbrıs’ın kuzeyini işgal etmiş durumdadır ve KKTC Türkiye’nin kukla devletidir” diyorlar ve Türkiye resmi olarak bu iddiaları reddediyor.

Uluslararası tanınırlıkları olmamasına rağmen bu tür devletlerin başarısı; (bir dış gücün müdahalesinden bağımsız şekilde) kendi iç yönetimlerinde kanun ve kurallarını egemen bir devlet gibi uygulayabilmeyi başarmalarından kaynaklanır. KKTC’nin bu başarıyı şimdiye kadar gösterememiş olması, sürekli “Yavru Vatan” muamelesi görmesinden kaynaklanıyor olabilir mi acaba?

“Ana Vatan” eğer “Yavru Vatan”da kendi politikalarına uygun gördüğü kukla bir yönetim kurarsa, bu ülkenin kanunlarına ve uygulamalarına müdahale ederse, burayı bir “arka bahçe” olarak görür ve kullanırsa, bu ülkenin egemenliğine saygı duyulmuş olur mu? Türkiye eğer KKTC’nin egemen ve bağımsız bir devlet olarak uluslararası alanda tanınmasını bekliyor ve egemenliğine saygı duyulmasını istiyorsa, öncelikle kendisinin bu iddiasını güçlendirecek uygulamalarda bulunması gerekli değil midir?

Ada’da Çözüm; Bağımsız İki Devlet mi Federasyon mu?

Görsel 04-1

Ersin Tatar Ankara’nın da teşvikiyle hep “bağımsız iki devletli çözüm” ön koşulunu öne sürdü. Görev süresi boyunca çözüm için masaya hiç oturmayan ilk Kuzey Kıbrıs lideri oldu. Bu De facto devlet yapısının korunup uluslar arası tanınırlığın olabildiğince artması yönünde çabalar savunuldu.

Ancak bugüne kadar Türkiye dışında KKTC’yi tanıyan tek bir devlet dahi olmadı ve Türkiye Kıbrıs’ta “işgalci” olarak görülmeye devam etti. En yakınımız oldukları farz edilen Azerbaycan ve diğer Türkî Cumhuriyetler bile Kuzey Kıbrıs’la ilişkilerini mesafeli tuttular; Güney Kıbrıs’ta Büyükelçilikler, diplomatik temsilcilikler açmaya başladılar.

Seçimi kazanan Tufan Erhürman ne Türkiye karşıtı bir çizgi benimsiyor ne de Ankara’nın mutlak belirleyiciliğini kabul ediyor. “İki kesimli, iki toplumlu, siyasal eşitliğe dayalı federasyon” fikrini ve Türkiye ile ilişkiler konusunda açık bir denge politikasını savunuyor. İlişkilerin diyalog ve istişare üzerine kurulması gerektiğini söylüyor.

Bir süredir Kıbrıs’ta iki devletli çözüm” (ya da çözümsüzlük) politikasını savunan Türkiye daha öncelerde (bugün hainlik olarak niteledikleri) “federatif yapı”yı savunuyordu. Yirmi sene önce Rauf Denktaş “AB’ye girişi baltalayan kişi” sıfatıyla bir dış politika tehdidi olarak görülüyordu. Yani, Türkiye’nin iç ve dış politik tercihleri, tehdit algısı konjonktürel olarak ve sıkça değişebiliyor. Bu seçimler öncesinde “tehdit” olarak nitelenen Tufan Erhürman yakın zamanda dış politikamız açısından bir “avantaj” ve Türkiye için yeni kapıların aralanmasına vesile olarak görülebilir.

Nitekim emekli Büyükelçi Selim Kunaralp KKTC’de Erhürman’ın seçilmiş olmasının Türkiye’nin elini güçlendireceğini söylüyor. Kunaralp mealen; “İktidar AB’ye yanaşmak, Rus tehdidine karşı oluşturulan Avrupa ortak silahlı gücü SAFE programı savunma bütçesinden pay almak istiyor. Bunun için Kıbrıs ve Yunanistan vetolarını aşmak, adada iki bağımsız ve egemen devlet (dünyanın kabul etmediği) tezinden vazgeçmek gerekiyor. Dolayısıyla bu tezle özdeşleşmiş Ersin Tatar’ın seçimleri kaybetmesi iktidarın işine gelmiştir. Erdoğan’dan gelen açıklamaların ılımlı tonu bence bunu yansıtıyor” dedi.

Halk İradesi Sonsuza Kadar Baskılanamaz

Görsel 05-1

Kıbrıs halkının tüm dış baskı ve yönlendirmelere rağmen (ve belki de tam bu sebeple) iradesini özgürce ortaya koymuş olması demokrasi adına umut verici olmuştur. Bu seçim sonuçları, tüm manipülatif dayatmalara rağmen serbest seçimlerin ve sandığın demokrasideki mucizevî rolünü bir kez daha kanıtlamıştır.

Bu seçimler KKTC’nin en önemli egemenlik kararlarındandır ve uluslararası müzakerelerde hem KKTC’nin hem de Türkiye’nin elini güçlendirmiştir. Bir büyük ülkenin kuklası görünümlü bir devlet yerine kendi özgür iradesi ile yönetenlerini seçmiş olan bir KKTC’nin uluslararası statüde daha saygın ve elinin çok daha güçlü olacağı muhakkaktır.

Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı seçimleri ayrıştırma ve kutuplaşma politikalarının sonsuza kadar iktidarları ayakta tutmaya yeterli olamayacağını, tüm dayatmaların sonunda duvara toslayabileceğini göstermiştir. Halkın iradesine sonsuza kadar ipotek konulamayacağının kanıtı olan bu seçimler demokrasiye inananlara bir umut ışığı olmuştur.