AKP'li yılların Türk siyasetine ve sosyal hayatına en kötü etkilerinden biri de bu dönemde anaakımın yok olmasıyla birlikte her türlü sağ aşırılığın siyasette kendisine yer bulabilmesi oldu. CHP'nin 2010'lardan itibaren boşalan anaakımı doldurma gibi bir strateji benimseyip aşama aşama tüm gündemini güncel ekonomik sorunlara ve demokratik hak ihlalleriyle mücadeleye indirgemesi de eski ülkücülerin ve MHP artıklarının, siyaseten ulusalcı olarak adlandırılan yurttaşlara oynaması sonucunu getirdi. Bunun en trajik sonuçlarından biri de sosyal medya trolleri de kullanılarak özellikle genç yaşlardaki Atatürkçü yurttaşların Batı merkezli neofaşist akımların dezenformasyonuna maruz bırakılması ve kendilerini Atatürkçü addeden gençlerin bir bölümünün Türkçü faşizme ait bazı söylem ve simgeleri benimsemesi oldu. 3 Mayıs Türkçülük Günü denilen günün yaygın bir şekilde kutlanmaya başlaması ve Nihal Atsız gibi ırkçıların propaganda broşürü niteliğindeki kitaplarının yaygınlaşmaya başlaması bu eğilimin sonucu... 

Bu girizgahtan sonra size Türkçülük Günü denilen günün öyküsünü anlatayım. 

İkinci Dünya Savaşı, bu yazıyı okuyacak okurlarımızdan çoğunun malumu olduğu üzere bir cephe savaşı olduğu kadar aynı zamanda bir propaganda savaşıydı. Nasyonal sosyalizm, işgal etmeyi planladığı ülkelerde beşinci kol faaliyeti yürütüyor; Alman savaş makinesinin 'kusursuzluğu', Nazilerin savaşı kesin kazanacağı, komünistlerin ve azınlıkların her devlet ve toplum bünyesinde tehdit olduğu yönünde propagandalar hızla yayılıyordu. Buna karşılık sosyalist ülkeler dışındaki komünist partiler de Geniş İlerici Cephe politikası doğrultusunda ülkelerindeki demokrat ve ilerici kesimlere hitap ederek Nazi dezenformasyonunun etkisini kırma odaklı savaş karşıtı bir politika izliyordu. 

İkinci Dünya Savaşı devam ederken Türkiye'de 1940'ların ilk yarısında bürokrasi içinde demokrat- milliyetçi çatışması artmış, siyasi düzeyde de sol demokrat-Türkçü faşist çatışması şiddetlenmişti. Siyasi düzeydeki bu çatışma, yargıya da yansımış; Sabahattin Ali-Nihal Atsız ve Türkçülük Turancılık davaları bu yıllara damgasını vurmuştu.

Bu çatışmanın başlangıç tarihi olarak 1939'u alabiliriz. Sabahattin Ali, 1939’da CHP’nin resmi gazetesi konumunda olan Ulus gazetesinde İçimizdeki Şeytan romanını tefrika etmeye başlamıştır. Türk sağının Peyami Safa, Nihal Atsız gibi isimleri de farklı isimlerle bu romanın karakterleridir. Eleştirel bir tutumla ele alınırlar. Nihal Atsız bu romana İçimizdeki Şeytanlar adlı bir broşürle yanıt verir. Sebahattin Ali’nin ölümüyle sonuçlanacak olaylar dizisi böylece başlar.
1943’te çatışma iyice alevlenir. Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin kaleme aldığı En Büyük Tehlike adlı broşür İstanbul Belediyesi’nde memur olarak çalışan, parti üyesi Faris Erkman’ın imzasıyla yayımlanmış; broşürde Türkiye’deki ırkçı ve Turancı faaliyetler ifşa edilmiştir. Kırım ve Kafkas kökenli kimi Türklerin ve onların çevresindeki kimi isimlerin Alman işbirlikçisi olduğunu açıklayan broşürde sayılan isimler arasında tarihçi Zeki Velidi Togan, Peyami Safa, Nihal Atsız, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Rıza Nur, Fethi Tevetoğlu gibi isimler de vardır.

Karşı hamle Nihal Atsız’dan gelir. Orhun dergisinde Hasan Ali Yücel’e Sabahattin Ali’yi ihbar etmek için yazdığı açık mektupta hem Sabahattin Ali’ye hem de Hasan Ali Yücel’e hakaret eder. Bunun üzerine Sabahattin Ali, Nihal Atsız’a hakaret davası açar. Ertesi gün Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde, Osman Yüksel Serdengeçti adlı bir faşist öğrenci Sabahattin Ali’ye saldırır. Sabahattin Ali-Nihal Atsız Davası’nın ikinci duruşması 3 Mayıs 1944’te yapılır. Bu mahkemede faşistlerin başını çektiği bir grup gösteriler yapar. Bu arada 18 Mayıs’ta İsmet Paşa ünlü ırkçılık karşıtı konuşmasını yaparak gençliğe hitap eder. Konuşmanın bir bölümünde şunları söylemektedir:

"Türk milliyetçisiyiz, fakat memleketimizde ırkçılık prensipinin düşmanıyız. Memleketimizde politika garezleri için uydurulan ırkçılık önderlerinin çok acıklı faciaları, hatıralarımızda canlıdır. 1912 senelerinde Rumeli’de tutunmak için tırnaklarile kayalara yapışarak son gayretlerini sarf eden Türk erlerine Arnavud Priştineli Hasan ve Derviş Hima ile beraber arkadan hücum tertibliyenlerin Türk ırkçı politikacısı olduğu, Büyük Millet Meclisinde ispat olunmuştur. “Politika icabı” diye tefsir etmekte en ufak bir güçlük çekmiyen bu adamlar, sözlerine inanıp daha büyük bir felakete uğradığımız zaman gene “politika icabıdır” diyerek yeni bir fesad prensibi yaratmakta geri kalmayacaklardır.

Köy enstitülerinde, her çeşid okullarımızda, müesseselerimizde, ordumuzda müşterek vatanın ülkülerini Türk çocuklarına, eşid adalet ve şefkat hislerile vermeğe çalışıyoruz. Onları büyük Cumhuriyet potasında kaynatıp meydana Türk vatanseveri çıkarmağa uğraşıyoruz. Vatandaşlarım emin olabilirler ki muvaffakıyetlerimiz esaslıdır ve gelecek zamanda daha göz alıcı olacaktır.

Türk milliyetçiliği içinde vatan çocuklarının temiz ülkülü ve vatan fikirli olarak birbirine dayanan sağlam bir millet olması, erişilmez ve yanlış bir hayal değildir. Bunun doğru bir fikir ve erişilir bir hedef olduğunu, elle tutulur ve gözle görülür neticelerile tamamile anlıyoruz. Şimdi insaf ediniz. Türk vatandaşı yetiştirmek için bütün iyi şartları özünde toplamış olan bu feyizli yolu bırakır da ırkçıların milleti binbir parçaya ayıracak fesadlı ve nifaklı zehirlerine cemiyeti kaptırır mıyız?"

Türk ırkçılarının Gazi Paşa'yı sever görünüp İsmet Paşa'yı eleştirmelerinin nedeni; 1944 yılında Türkçü faşistleri yargılaması ve İkinci Dünya Savaşı'nda sona yaklaşılırken Türkiye'deki beşinci kol faaliyetine darbe vurmasıdır. Bugün Türkçülük Günü'ne temel olan 3 Mayıs 1944'te de Nihal Atsız yargılanmış; çevresindeki gençler de bu yargılanmayı protesto ederek gösteri yapmıştır.

İsmet Paşa, yukarıda bir bölümünü alıntıladığımız ünlü ırkçılık karşıtı konuşmasını yapmadan bir gün önce, yani 18 Mayıs 1944'te yirmi üç sanıklı Irkçılık Turancılık Davası başlar. Dava 29 Mayıs 1945'te sonuçlanır; ırkçı hareketin Zeki Velidi Togan, Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Necdet Sançar, Orhan Şaik Gökyay gibi ünlü isimleri on yıla kadar hapis alırlar.

Fakat savaş sonrası konjonktürde dünya çok hızlı değişir. Türkiye çok partili düzene geçmiş; ABD ile Sovyetler Birliği arasında da 1991'de SSCB'nin sona ermesiyle sonuçlanacak olan Soğuk Savaş başlamıştır.  Kapitalist cephenin diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de Nazi artıkları sola karşı kullanılmaya başlanmıştır. 31 Mart 1947’de Askeri Yargıtay Türkçülük Turancılık Davası'nda alınan kararı usulden bozar. Türkçü faşizmin bu tarihten sonraki macerası, başka bir yazının konusu olsun.