Tarih 24 Aralık 1995... Refah Partisi, Necmettin Erbakan'ın o güne kadar kurduğu partilerin aldığı en yüksek oyu alarak yüzde 21,38 oyla seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Refah Partisi'ni yüzde 19,65'le ANAP, yüzde 19,18'le DYP, yüzde 14,64'le DSP, yüzde 10,71'le CHP, yüzde 8,18'le MHP ve yüzde 4,17'yle HADEP izlemişti.

Şimdi filmi biraz geriye saralım... Siyasal İslam'ı bu seçim zaferini kazanacak noktaya getiren siyasi atmosfere göz atalım...

27 Mart 1994... Yerel seçimlerde Refah Partisi yüzde 19,1 oy alarak üçüncü parti oldu. Fakat, aralarında ciddi sayılabilecek hiçbir fark olmayan merkez sağ ve merkez sol partiler, adlı adınca söylersek düzen partileri her biri farklı adayla seçime girdiği için büyük bir seçim zaferi kazanarak 28 ilin belediye başkanlığını aldı. Bu iller arasında İstanbul ve Ankara da vardı. Refah Partisi'nin Ankara'daki adayı Melih Gökçek, İstanbul'daki adayı Recep Tayyip Erdoğan'dı...

2 Temmuz 1993... Bugünkü Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun Sivas Belediye Başkanı olduğu dönemde ilerici yazar ve sanatçılardan oluşan 33 kişi Sivas’ta kaldığı Madımak Oteli'nde yakılarak öldürüldü. Devlet, polisin küçük bir müdahalesiyle dağıtılabilecek azgın bir gerici güruhun insanları yakmasını izledi.

Peki Hacı Bektaş velilerin memleketi Sivas'ın toplumsal yapısı siyasal İslamcıların egemen olabileceği ölçüde nasıl değişmişti?

ABD'nin Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'ni kuşatmak için ortaya attığı Yeşil Kuşak Projesi hepimizin malumu... Bu proje çerçevesinde 1970'lerden itibaren Türkiye'de siyasi İslam'ın desteklendiğini de biliyoruz. Toplumsal okurlarının gayet iyi bildiği bu konulara girmeden, çok da gerilere gitmeden 80'lerde ve 90'larda ne olmuş ona bakalım...

İMAMLARIN MAAŞI VE MİLLİ GÖRÜŞ'ÜN ARKASINDAKİ FİNANSAL AĞLAR...
Bugünlerde kahraman ilan edilen Necmettin Erbakan'ın Milli Görüş hareketi, Soğuk Savaş'ın sona erdiği 90'larda da çok geniş bir uluslararası destek ağına sahipti. Uğur Mumcu Rabıta isimli eserinde hareketin arkasındaki finansal ve siyasi destek ağlarını, Avrupa'da görev yapan imamların maaşı konusu özelinde tüm ilişkileriyle ortaya çıkarmıştı. 

12 Eylül 1980 darbesinden sonra yurtdışında görevlendirilen din adamlarının 1982’den 1984’e kadar aylık 1100 dolar tutarındaki maaşlarının Suudi Rabıtaat-Al İslamiye adlı örgüt tarafından ödendiğini Türkiye Uğur Mumcu’nun araştırmalarından öğrendi. Mumcu’nun yaptığı araştırmaya göre bu paralar Rabıta örgütü tarafından büyükelçiliklere ödeniyor, büyükelçilikler de aylıkları imamlara veriyordu. Önce Belçika’da başladı bu uygulama, Almanya’da devam etti... Rabıta örgütünün 41 kişilik kurucu meclisinde Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nden eski milletvekili Salih Özcan’ın da olduğunu belirten Mumcu, Albaraka Türk’ün kurucusu olan Özcan’ın Suudilerin desteğiyle bu bankayı kurduğunu belirtiyor. Bu örgütün arkasında ABD’li petrol şirketi Aramco’nun olduğunu da yine Mumcu’nun verdiği bilgilerden öğrendik. Bu örgütün düzenlediği Pakistan’daki Şeriat kongresinde aldığı kararları sıralayan Mumcu, bugün Suudilerle olan ilişkilerimizi ve ülkemizde din adına yaşananları önceden haber vermiş adeta.

Bu kongrede Rabıta örgütünün aldığı kararlar şöyle:

-Kongreye katılan taraflar, İslami öğretiyi ilkokuldan üniversiteye kadar ders olarak
okutmalıdır.
-Arapça öğrenimi bilhassa Arapçanın ana lisan olmadığı ülkelerde mecburi olmalıdır.
-Kuran’ın asgari beş bölümünün ezberlenmesi ilköğretim süresince ve bütün ülkelerde mecburi olmalıdır. Bütün İslam coğrafyasında azami sayıda İslam öğretileri enstitüleri kurulmalı ve enstitüler İslami çalışmalar yapmalıdır.
-İslam’ın önemli emir ve öğütlerinin takrir şeklinde kaydedilerek her türlü araçla yayımlanması tavsiye edilir.
-İslami ahlak ve değerlerin propagandasında özel bir dikkat sarf edilmelidir.
-İslam ülkelerindeki anayasal müesseseler İslami esaslara uydurulmalı ve Arapça halka
indirilmelidir.
-İslami olmayan kanunlar kaldırılmalı ve şeriata uygun kanunlar güçlendirilmelidir.
-Bütün daire ve işyerlerinde anlaşma ve nizamlar dua ile birlikte takdim edilmeli ve bu yerlerde bir imam bulunmalı ve mescit açılmalıdır.
-Dünyadaki kadınlar İslami yasaklara uymalıdır.
-Tamamen şeriata dayalı modern İslam devleti kurabilmek için gerekli girişimlerde bulunulmalıdır.
-İslam birliğinin yeniden kurulması ve daha sonra da bütün Müslüman devletlerin birbirini izleyerek birer İslam devleti olduklarını ilan etmeleri ve bir federasyon teşkil ederek halifeliği ortaklaşa yürütmelidir.

Yapılanmasıyla, aldığı kararlarla, hedefleriyle açıkça şeriatçı bir yapılanma olan bu örgüt; yıllarca Almanya’daki imamların maaşını ödedi. Bu imamlar, gurbetçilere bu şeriatçı dünya görüşü doğrultusunda tebliğde bulundu. Alman hükümetleri Türk hükümetleriyle işbirliği halinde bu türden yapılanmalara göz yumdu. Rabıta ilk değildi, son da olmayacaktı.

ALMANYA'DA NASIL ÖRGÜTLENDİLER?
Rabıta’nın aksine doğrudan Almanya merkezli olan bir diğer örgüt Kaplancılar ya da kendi adlandırmalarıyla Hilafet Ordusu. Adana Müftülüğü yapan Cemalettin Kaplan, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından Erbakan’ın isteğiyle Almanya’ya gitti ve Avrupa Milli Görüş Teşkilatları’nın “İrşad ve Fetva Komisyonu Başkanı” oldu. 1983’de Milli Görüş tabanının yüzde 80’ini yanına alarak İslam Cemiyet ve Cemaatlar Birliği’ni kurdu. Sadece halka değil, resmi kurum ve kuruluşlara mektup, broşür ve bildiriler göndererek onları kendi yanına çağırdı. Radikal İslamcı bir çizgi izleyen Kaplan, İran anayasasından esinlenerek bir “İslam Anayasası” kaleme aldı ve Almanya’da Anadolu Federe İslam Devleti’ni ilan etti. 1994 yılında ise kendisini halife olarak tanıtmaya başladı. Cemalettin Kaplan’ın 1995’teki ölümüyle birlikte yerine oğlu Metin Kaplan geçti ve “halife”lik iddiasını devraldı. Oğul Kaplan zamanında daha önce yaşanan iç tartışmalar zirveye çıktı ve örgüt üçe bölündü.

Türkiye çapında 200-300, Almanya’da ise 1300 civarında mensubu bulunduğu sanılan örgüte yönelik olarak İstanbul, Konya, Aydın, Sivas, Adana, Kahramanmaraş gibi illerde operasyonlar yapıldı. Ekim 1998’de Almanya’dan gelen bir grubun uçakla Anıtkabir’e bombalı saldırı yapma planı ortaya çıkarıldı. Mayıs 1999’da Metin Kaplan Almanya’da Türkiye’ye cihat ilan etti. Yıllarca Almanya’da faaliyet göstermesine göz yumulan gruba karşı ancak bu eylemlerinden sonra harekete geçildi. Kaplan, Almanya Federal Başsavcılığı’nca 2000’de tutuklandı ve Düsseldorf Yüksek Eyalet Mahkemesi tarafından 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Kısacası, 1970'lerden itibaren Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde desteklenmeye başlanan Siyasal İslamcı gericilik Türkiye'de, Maraş'tan Madımak'a insanlarımızı yakarak, güç göstererek, Avrupa'daki gurbetçilerin paralarına çöküp onları kendi saflarında örgütleyerek, Avrupa'dan Amerika'ya uzanan finansal ve siyasal bağlantıları kullanarak iktidara geldi. Devlet Madımak'ta olduğu gibi Siyasal İslam'ın yaka yaka iktidara yürümesine refleks gösteremedi. Zira NATO üyeliğiyle birlikte temel tehdit algısı komünizmle mücadele olunca devlet cihatçı ve Türkçü gericiliğe refleks gösterememeye başladı. 

Devlet, ancak 1994 ve 1995'te, gericiğin sırasıyla 1994 ve 1995'te önce yerelde, sonra genel seçimlerde iktidara geçmesiyle harekete geçebildi. 

'DEVRİM KANUNLARI UYGULANSIN'
Refahyol hükümetinin kurulması, Susurluk kazası, “Şeriat” eylemlerinin yaşandığı bir süreçte MGK, dokuz saatlik bir toplantı yaptı ve şu 18 maddelik kararı açıkladı:

1- Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni hedef alan rejim aleyhtarı faaliyetler karşısında ödün verilmemelidir. Anayasa'nın 174. maddesinde koruma altına alınan Devrim Kanunları'nın ödün verilmeden uygulanması esastır. Hükümet, icraatında Devrim Yasaları'na uygunluğu sağlamakla görevlidir.
2- Savcılar, Devrim Yasaları'nın ihlalini oluşturan davranışlar karşısında harekete geçmelidirler. Yasaları ihlal eden dergahlar kapatılmalıdır.
3- Sarık ve cüppeli giyim şeklinin özendirildiği görülmektedir. Kılık ve kıyafetleri bu yasaya ters düşen kişilerin onurlandırılmamaları gerekir.
4- Anayasa'nın 163. maddesinin kaldırılmasının yarattığı hukuki boşluklar, irticai akımların ve laikliğe aykırı tutumların güçlenmesine yol açmıştır. Bu boşlukları telafi edecek yasal düzenlemeler getirilmelidir.
5- Eğitim politikalarında yeniden Tevhidi Tedrisat Kanunu ruhuna uygun bir çizgiye gelinmelidir.
6- Temel eğitim 8 yıla çıkarılmalıdır.
7- İmam-hatip okulları toplumdaki bir ihtiyacı karşılamak üzere kurulmuşlardır. Bu ihtiyacın fazlası olan imam hatip okulları, meslek okullarına dönüştürülmelidir. Ayrıca kökten dinci grupların kontrolünde olan Kuran kursları kapatılarak, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda düzenlenmelidir.
8- Devlet dairelerinde ve belediyelerde kökten dinci bir kadrolaşma hareketi sürdürülmektedir. Hükümet, bu kadrolaşmanın önüne geçmelidir.
9- Cami yapımı gibi dini konuları siyasi amaçlar için istismar etmeye dönük olan her türlü davranışlara son verilmelidir.
10- Pompalı tüfekler kontrol altına alınmalı ve gerekirse pompalı tüfek satışları yasaklanmalıdır.
11- İran'ın Türkiye'deki rejimi istikrarsızlığa itmeyi amaçlayan çabaları yakın takibe alınmalıdır. İran'ın Türkiye'nin içişlerine karışmasını önleyici politikalar uygulanmalıdır.
12- Yargı mekanizmasının daha etkin çalışmasını sağlayacak ve yargı bağımsızlığını güvence altına alacak, hükümetin tasarruflarından koruyacak düzenlemeler bir an önce getirilmelidir.
13- Son dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını hedef alan tahriklerde büyük artış gözlenmektedir. Bu sataşmalar TSK içinde rahatsızlığa yol açmaktadır.
14- İrticai faaliyetlere karıştıkları için TSK'daki görevlerine son verilen subay ve astsubayların belediyelerde istihdam edilmelerinin önüne geçilmelidir.
15- Partilerin belediye başkanları ve il, ilçe yöneticilerinin konuşma ve davranışları da Siyasi Partiler Yasası'nın sorumluluk alanına sokulmalıdır.
16- Tarikatların denetimindeki finans kuruluşları ve vakıflar aracılığıyla ekonomik güç haline gelmleri dikkatle izlenmelidir.
17- Laiklik aleyhtarı yayın çizgisi olan TV kanalları ve özellikle radyo kanallarının verdikleri mesajlar dikkatle izlenmeli ve bu yayınların Anayasa'ya uygunluğu sağlanmalıdır.
18- Milli Görüş Vakfı'nın bazı belediyelere yaptığı usulsüz para transferleri durdurulmalıdır.

MAĞDURLAR, GERÇEKTEN MAĞDUR MUYDU?
Dönemin başbakanı Necmettin Erbakan bu kararları imzalamadı, yalnızca 4 madde ile sınırlı olarak imzaladı. Ancak beş ay sonra Erbakan istifa etti; Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Hüsamettin Cindorukların hükümeti kuruldu.

Refah Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Hayata geçirilen tek uygulama, zaten 1960'lardan beri tartışılan 8 yıllık kesintisiz ve zorunlu ilköğretim düzenlemesi oldu.

Türk ordusu, tehlikeyi tüm açıklığıyla tespit etmiş; maddeler halinde sıralamış; fakat NATO üyeliği sürecinde ilerici reflekslerini, hatta kendini savunma refleksini kaybeden devlet ve ordu getirdiği çözüm önerilerini gerektiği ölçüde hayata geçirememişti. Siyasal İslam, bin yıl sürecek denilen 28 Şubat hamlesini 5 yılda püskürtmüştü. 

Peki, 28 Şubat'ta toplanan MGK'dan sonra ne oldu?

28 Şubat sürecinin ana aktörü olan Refah Partisi, bu sürecin ardından bir krizin içine savruldu. Kurulan Fazilet Partisi de bir süre sonra kapatılınca parti içinde iki ayrı ekip ortaya çıktı. Ekiplerden "yenilikçi" olarak adlandırılanların başında Erdoğan, Gül ve Arınç bulunuyordu. Bu ekibin 2001'de kurulan partisi, 28 Şubat'la doruğuna çıkan düzenin yaşadığı bocalamayı aşacak hamleyi yapacak, 28 Şubat'ın açtığı yolda "yenilikçi" gömlekle, tüm tarikat ve cemaatlerin, dönemin ana akım medyasının, patronların ve ABD'nin desteğiyle iktidara yürüyecekti. Yani AKP, yıllardır mağduru olduğunu söylediği sürecin mağdurundan çok o sürecin sonrasında ortaya çıkan tabloya doğan parti olarak iktidara yürüyecekti. 28 Şubat mağduruyuz diyen AKP kurucuları, Necmettin Erbakan'a ihanet ederek; İslamcı hareketi, o güne kadar Necmettin Erbakan'ın liderliğindeki Milli Görüş'e destek veren finansal çevrelerin istekleri doğrultusunda dönüştürerek iktidara geldi.