Muhtemelen bu Kurban Bayramı da farklı olmayacak. Tüm televizyon kanalları, gazete sayfaları  insanı burkan, bazen dehşete düşüren görüntülerle, haberlerle dolu olacak. “İstanbul kan rengi”, “Öldü de kurtuldu”, “Kurban değil işkence”, “Yurtta manzara değişmedi”, “Biz bu filmi seyrettik”, “Boğaya kement atan kasap ağır yaralandı”, “İstanbul’da pek çok dere kurban kanlarının karışmasıyla kırmızıya boyandı”, “Boğa timleri oluşturuldu”, “şu kadar kişi kendini kesti, bazılarının durumu ağır”…

Bunlar geçen yıllarda bazı haber. Bir önceki yıl, daha önceki yıl manzara da farklı değildi.

BİRAZ MANTIK, BİRAZ VİCDAN
Anladık, insanlar doğanın güçlü yaratıkları ve milyonlarca yıldır hayvanların etinden, sütünden, gücünden her şeyinden yararlanıyor ve onlara hükmediyor. Mezbahanelerde her gün onları kesip kasap reyonlarında  satışa sunuyorlar. İnsanların etle buluşabilmeleri yaşadığımız ağır ekonomik koşulların yarattığı yoksulluk dışında hiç bir sorun yok. Tüketim zinciri tıkır tıkır çalışıyor.

İlk çağlarında ‘tanrılara’ insanların yayğın olarak kurban edildiği bilinen, kanıtlarıyla ispatlanmış tarihi gerçeklik. Bayramın kaynağı olarak bilinen Hz. İbrahimin oğluyla ilgili rivayete dayandırılıyor. Hangi nenle olursa olsun, çocuğun kurtarılması, insanların yerine hayvanların kurban edilmesinin nesnel bir mantığı olduğu açık. Kurban Bayramı anlaşılır, müslümanlığa malolmuş dini ritüel. Geçmiş yüzyıllar boyunca ete ulaşamayanlan insanlarla dayanışma anlamında önemli bir sosyal gelenek olarakda işlev gördü. Niyetim, bayramın tarihi süreci, dini kabulu konusunda üstüme vazife olmayan bir tartışmayı başlatmak değil.

Ama tartışılacak bir boyutu var. Hemde üstüne düşünülmesi gereken bir boyutu. 21.yüzyılda karşılaştığımız  manzara ürkütücü, rahatsız edici.

Bir ineği ayaklarından direğe bağlayıp ve bayılsın diye elbirliğiyle kafasına sopayla vurmak…

Canını kurtarmaya çalışan bir danayı bıçakla delik deşik etmek…

Kaçan bir hayvanı kentin ortasında kurşun yağmuruna tutmak…

Etrafa saçılmış iç organlar kana bulanan, kan kokan çevremiz...

Kan renginde akan ve denizlere ulaşan dereler,

Daha sayamadığımız insafsızlığın binbir türü.

Ve bu vahşi manzaraları izleterek çocuklarımızı büyütmek

Ne kadar ibadet?

Bu merhametsizlik, cana saygısızlık, hayvana işkence “ibadet“ sayılabilir mi?

Üç günlük bayram süresi içinde 2 milyonun üzerinde hayvan kesiliyor. Özellikle İstanbul’da  yükselen tepkiler üzerine  sözüm ona kesim yerleri belirlendi. Genelikle araba yıkama istasyonları ve benzer yerler. Buralardaki manzara diğerlerinden daha az ürkütücü değil. Hijyen açısından ise berbat. Yani durumu düzeltiyoruz diye getirilen çözüm de özünde farklı değil. Eğer ciddi talep varsa o zaman kuralları olan, alt yapsı yeterli özel yerler bunca yıldır neden kurulmaz. Yoksa ulu orta herkesin gözü önünde gösterişle hayvanları kesmek ‘sevap’ mı?

BU DURUM DEĞİŞMELİ
Bu “kurban etme” yönteminin değişmesi gerektiğini son yıllarda çok sayıda insan ifade ediyor ama durum kısa dönemde değişecek gibi gözükmüyor. Çünki, ortaçağ hurafeleri, menkıbeler, bağnazlıklar, dini kendi kişisel ve dünyevi çıkarlarına paravan yapan tarikat erbablarını yeşerten yaşadığımız iklim, çağın, aklın, vicdanın, insani değerlerin devreye girmesini engeliyor. İşin içinde yalnız gerici bir atosfer, din istismar yok aynı zamanda rant var. Kolay ve büyük para kazanmak var.

Yayın kurulaşları, tv’ler, gazeteler, internet mecralarında yaratıcı, duygularımızı sömüren ilanlardan geçilmiyor. Yine aklınıza gelen superi, hiperi tüm marketlerde Kurban Bayramını yeni bir kazanç kapısına çevirmiş durumda. Onlar “parasını yatırın biz kesip parçalayalım paket olarak teslim edelim” kanpanyaları açıyor.

Küçük baş, büyükbaş hayvanları bir gün böyle toplu yaygın olarak kesmek ekonomik açıdanda doğru değil. AKP rejimi son 20 yıldır uyguladığı yazboz ekonomik proğramlarla ülkeyi büyük bir kırize sapladı.  Beton rantına dayalı, üretimi adım adım dışlayan, ülkeyi yabancıların istilasına açan yürürlükteki ekonomik anlayış hayvancılığa da darbe vuruyor. Artık modern usullerle yapılması gereken besiciliğe devlet yeterince destek vermiyor. Meraların ranta açılması, girdi, yem fiyatlarının katlanarak artması ve daha birçok nedenden dolayı et, süt hayvan üreticiliği hızla gerilemektedir.

Malesef yetiştiriciler hızla besicilikten vazgeçiyor.

İlgili kurumlar, 2000 yılından bu yana ülkedeki hayvan sayısının

yüzde 40 azaldığına dikkat çekiyor. Özetle hayvancılık kaderine terk edilmiş durumda. Daha çok ayrıntıyı merak edenlerin köylüleri, üreticileri, onların temsilcilerini dinlemeleri yeterli olur…

TÜRKİYE HAYVANCILIK ÜLKESİ
Rejim, diğer konularda olduğu gibi dışardan hayvan ithal ederek sorunu çözebileceğini düşündü. Okyanusun öte yakası Brezilya, Arjantin gibi ülkelerden gemilerle getirilen hormonlu hayvanlar çözüm olmadı. Artık dünyada yaşanan gıda kırizi nedeniyle ucuz et bulma şansıda kalmadı. Bu nedenle her gün artan et fiyatları tavan yaptı. Şimdilerde fiatlar 400 ile 600 Türk Lirasında değişiyor. Kurban fiatlarıda 8000 ile 90.000 TL. aralığında.

Ekonominin genel geçer normlara kavuşması ancak çoğulcu, demokratik koşullarda olur. Türkiye ise çoktan otoriter bir rejime evirildi. Veriler buradada durmayacağını totaliter, karanlık bir sürece yöneldiğini gösteriyor.

Bir hayvancılık ülkesi olan Türkiyede üreticinin desteklenmesi, ayakları yere basan bir hayvancılık politikası gerekiyor. Ancak o zaman et süt bol ve ucuz olur ayanı zamanda  insan istihdamıda sağlanır. Yoksulların ete ulaşması içinde hayvanları ulu orta, ilkel tarzda toplu biçimde boğazlanması gerekmiyor. Artık bu “kurban etme” tarzı herkesi rahatsız etmeli. Özellikle din adamları konuya kafa yormak kendi inançlarıyla çelişmeyecek insani öneriler yapmak zorundalar. Ayrıca kurban kesenler gerçekten hayır için yapıyorlarsa, hayır yapacakları mağdur insanımız o kadar çok ki… Deşifre edilmeden bizzat ya da denetlenen, şefaf yapılar eliyle dayanışmayı yapabilirler.

Rejim, her gün yoksulluğu arttırıyor, açlar ordusunu büyütüyor çünki…