Sınıf mücadelesi hep vardı ve sınıf farklılıkları, emek sömürüsü var olduça devam edecek.

İnsanlık tarihi ezilen ile ezen, sömürülenle sömüren, zalimle mağdur, yani özünde sınıf mücadeleleri tarihidir. Bu somut, yalın ve bilimsel gerçek yeni koşullara uygun biçimlerde bugün de sürüyor. Coğrafyalara göre farklılıklar gösterse de insanların iradesi dışında  gelişen, kimsenin icad etmediği doğal bir süreç bu. Toplumsal gelişme yasaları, safsataları, hurafeleri, demagojleri çoktan yerle bir etti. Bilimin, akılın kullanılması, doğanın dönüştürülmesi, basitten karmaşığa doğru akıl sınırlarını zorlayan ilerlemeler sağlandı.

Ancak bu süreç daha yaşanası, adaletli bir dünyayı, refahı yaygın ve gerçek anlamda henüz sağlayamadı.

Gecikmiş,  dışa bağımlı biçimde de olsa Türkiye kapitalizmi orta düzeyde bir gelişmişlik aşamasına ulaştı. 1960’lı yıllarla birlikte bu süreç  işçileşme oranını arttırdı.

 Dünya işçi sınıfı mücadele tarihinini geriden izlese de Türkiye işçi sınıfınının örgütlenme süreci boy verdi ve ciddi mücadele gelenekleri oluştu.

Bugün yaşadığımız karmaşık geçici otoriter “tek adam” rejiminin yaratığı “illüzyon” yaşanmış gerçeklerin üstünü örtemez.

Yeni muktedirleri destekleyen “kendi celladına aşık” on milyonlarca yoksul insanın kaba milliyetçiliğe, dinsel hurafelere, algı operasyonlarına inanmaları bir gerçeklik maalesef.

Ama bunun da bir sınırı mutlaka olacak.

İnsan hayatı için uzun sayılacak on yıl, yirmi yıl, toplum hayatı için kısa dönem sayılır.

Bıçak gerçekten kemiğe dayandığında, muktedir yönetemeyip, iyice çıkmaza saplandığında ve  karşısında ciddi, yığınsal, ayakları yere basan bir örgütlülük olduğunda değişim hızlı olacaktır.

Bir temeniden, hayal ürünü özlemden değil, hayatın dayatığı bir zorunluluktan söz ediyorum.

Neoliberal, vahşi kaptalizm yöntemlerininin  zorbalıkla, halkın boğazını sıkarak, ülkenin kaynaklarını yağmalayarak, geleceğini karartarak sürdürülmesinin bir geleceği yok.

Önünde sonunda bu karanlık yapay dönem duvara toslayıp, tarihin çöp sepetine atılacak.

İnanmayanlar bir zahmet insanlığın yakın ve uzak tarihindeki örneklerine baksınlar.

BİLİNÇLENME SÜRECİ BOY VERDİ
İşçi sınıfı ve müttefiklerinin, demokrasi güçlerinin 60 yıldır birikmiş devrimci gelenekleri, söke söke kazanılmış görece demokratik hakları var.

Yirmi yılı aşan bir sürede adım adım budansa da belleklerden silinemez.

Koşullar oluştuğunda hemen hatırlanır.

İşte şimdilerde öyle bir zamandayız. 2023 Mayıs seçimlerini devletin tüm olanaklarını sınırsız kullanarak, hile ve zorbalıkla, adaletsiz bir seçim sistemiyle bile ucu ucuna “resmi" olarak seçim kazanıldı. Bu seçim AKP rejimi açısından bir zafer değildir. Olsa olsa bir “Prus zaferidir” ve sonun başlangıcıdır. Bu aşamada, türdeş olmayan seküler, demokrasiden yana burujuva muhalefetin çabası yetmedi. Elbette de yaptıkları ciddi stratejik hatalar sonuçta belirleyici oranda etkili oldu. Rejimin her kötülüğü yapmaya yatkın karakterini yeterince kavrayamadılar.

Mevcut kurum, kural, görece demokrasi ve anayasayı ihlal ederek oluşturulan otoriter koşullarda yapılan bu seçim fiilen “normal” kabul edildi, söylem ve stratejilerindeki hatalar muhalefetin bir başka zaaflarıydı. İthal seçmenler, kırsalda blok oy hırsızlığı da eklendiğinde seçim az bir farkla kazanıldı, rejimin devamı sağlandı. Oysa konu çok karmaşık değil.  İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve genelgeçer hukuk kuralları bellidir. Demokratik kurallar çiğnendiğinde, özgür ve adaletli bir seçim yapılması engellendiğinde, halkın özgür iradesine çöküldüğünde, barışçı, kitlesel direnmek meşrudur ve bir haktır. “Bize güvenin, hiç endişelenmeyin” edilgen telkinlerinin, korkaklığın ecele hiçbir faydası olmaz.

Bunun dışında işçi sınıfını merkeze alma iddiasında olan sosyalist-komünist partilerin veya hareketlerin aşırı bölünmüş ve dağınık ve muhafazakar tutumları onların sürece etkisini sıfır noktasına yaklaştırdı. En dinamik ve tutarlı tavrı alan, aldığı net sonuçlarıyla ağırlığını Kürtlerin oluşturduğu bileşenlerden oluşan HDP-YSP sergilemiştir. Önümüzdeki dönemde seçim sonuçları ve muhalefet güçlerinin, tek tek partilerin yapıcı ve gerçekçi değerlendirilmesi, konuşulması, yazılması daha çok gündemde olacaktır. Kaos, kaotik koşular, bölünmenin kimseye bir faydası olmayacağı unutulmamalıdır.

Şimdilerde kimileri tarafından pompalanan “yenildik” “dağıldık” “bozguna uğradık” “bittik” gibi tehlikeli yılgınlık yayan söylemlerin altı boştur. Bu kadar yetersiz bir muhalefete rağmen halkın en dinamik, kararlı ve demokrasi talebini yükselten rejim karşıtı kesimi özlemleriyle birlikte yerli yerinde duruyor. Seçmenlerin yarısını oluşturan bu muazzam güç her şeye rağmen büyük bir kazanım ve güçlü bir direnme noktasıdır.  Tüm muhalefet güçleri önce kendi içlerinde demokrasiyi işleterek sürecin muhasebesini yapıp, gerçekçi sonuçlar çıkarmaları, kendilerine çekidüzen vermeleri boylu boyunca önlerinde duruyor.

DİSK BİR SIÇRAMA NOKTASIDIR
DİSK’in kurulması, sınıf ve kitle sendikacılığında önemli bir çıkışın başlangıcı oldu.

Derby direnişi, Kavel grevi, 15-16 Haziran büyük işçi yürüyüşü, Demirdöküm, Sungurlar, Tariş direnişleri, 1990 Zonguldak Maden İşçilerinin büyük eylemi ve diğerleri tarihteki yerini çoktan aldı.

Bu mücadele geleneklerini yaşayan kuşaktan işçiler hala aramızda yaşıyor.

Eksiklikler, yetersizlikler, sorunlar, yan çizenler, burjuvaziye teslim olanlar hep oldu ama mücadele durmadı.

“Sınıf mücadelesi bitti,” “Biz tasada, kederde, kıvançta bir, kaynaşmış, birleşmiş bir toplumuz”, “Vatan millet, milliyetçilik, ezan, bayrak” fetişizmi yapanlar yalan konuşuyor.

Bunu söyleyen her tonda burjuva ideologları, ırkçılar, liberaller ve nadim 'solcular' gözümüze bakarak maval okuyorlar; gerçeği, hayatı, bilimi, toplumun gelişme yasalarını inkar ediyor, demogojinin en kabasını yapıyorlar.

Evet işçi sınıfının özellikleri çok değişti. Bilimsel teknik, teknolojik gelişmeler kol emeğinden çok kafa emeğini, beyaz yakalıların nicel sayısını artırdı, onları da öne çıkardı.

İşçi sınıfının tabanını ve bileşenlerini genişletti.

Dünya arıtk 1930’ların, 1970’lerin dünyası değil.

Mücadelenin günlük hedefleri, taktikleri de sürece uygun olarak değişti. İşçi sınıfı, kent yoksulları, aydınlar, çevre aktivistleri, hayvan dostları, kadınlar, gençler artık kol kola, omuz omuza, yan yana birlikte aynı hedefler için mücadele ediyor.

İnsana, hayvana, doğaya tüm kötülüklerin anası kapitalizme ve onun yarattığı sonuçlara karşı yeni bir süreç yaşanıyor. 1930’ların, 70’lerin mantığıyla, dogmalar, kalıplar, şablonlar, rutin ezberlerle mevcut durumu kavramak mümkün değil. Somut duruma ilşkin tespitlere dayanan mücadele yöntemleri kendini dayatıyor. Tersi durumda olanlar, süreci kavramayanlar hayatın, mücadelenin dışına düşüyor, keskin sloganlar atarak pasifizme savruluyorlar.

Kapitalizm var olduğu sürece işçi sınıfı; önce ekonomik, sendikal hakları için sonra savaşsız, sömürüsüz yeni bir dünyanın kurulması için oluşan safta yerini alır. İnsanlığın ve dünyanın geleceğini kurtarmak için tarihin akışına uygun mücadele bayrağını diğer bağlaşıklarıyla birlikte yan yana taşımak işçi sınıfının tarihsel görevidir.

15-16 HAZİRAN TARİHE NOT DÜŞTÜ
Muktedirlerin unutturmak için elinden geleni yapması gerçeği değiştirmez.

53 yıl önce yaşanan15-16 Haziran Direnişi, işçi sınıfımızın tarihe düştüğü önemli bir kilometre taşı, güçlü bir çoban ateşidir.

İşçi sınıfıyla işbirlikçi büyük burjuvazi ilk kez bu kadar ciddi karşı karşıya geldi.

Her ulustan ve her inançtan işçiler sendikal haklarını kazanmak için şalterleri indirmiş, üretimi durdurmuş, baskıya ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik üretimden doğan hakkını kullanmışlardır.

Ayağa kalkan yüz binlerce işçi karşılarına çıkarılan tüm barikatları yıkarak, polisin ve askerin müdahalesine karşı bedenlerini siper ederek püskürtmüşlerdir. Geride üç ölü ve yüzlerce yaralı bırakarak kendilerine dayatılanları reddedip, sendikal kazanımlarını korumuşlardı.

1970’li yıllarda sendikal barajlar getirmek isteyen, işçi sınıfına köleliği dayatan zihniyet ile bugünkü yeni rejimin zihniyeti hiç değişmedi.

Özünde temsil ettiği burjuvazinin en vahşi kesimleri emekçilere karşı geçmişte yapılanları kat be kat aşarak işçi sınıfına ve muhalefete, halk hareketinin tüm kollarına saldırmaya devam etmektedir.

İşçi sınıfının bu coğrafyadaki tüm halklara, ezilenlere karşı sorumlulukları var.

Önce kendi sendikal birliğini sağlamak, sonra iş güvenliği için, iş cinayetlerine karşı, ekonomik çıkarları için burjuvaziyle ekonomik, siyasi ve ideolojik mücadeleyi kararlı biçimde sürdürmek durumundadır.

Bu da yetmez.

Yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik üreten, kendileri için sömürü ve ölümden başka bir şey öngörmeyen bu kuralsız vahşi, işbirlikçi kapitalist sisteme karşı tüm muhalefet güçleriyle birkte demokrasi, insan hakları, ifade ve örgütlenme özgürlüğü için mücadele etmek onların en ivedi görevidir. 15–16 Haziran 1970 direnişinin üzerinden 53 yıl geçmesine rağmen, hala tüm canlılığı ile önümüze ışık tutmaya devam ediyor…