Köy Enstitüsü mezunu öğretmenin yetiştirdiği öğrenci olarak çocukluğumdan beri hep sorguladım. “Sağ ile olan kavgamızı komünizm tehlikesi yüzünden erteledik diyen dönemin lider”lerini bile genç yaşımda eleştirdim.
“Vahşi kapitalizmi bugün sorgulamayacağız da ne zaman hesaplaşacağız!” konumunda sayıları ne yazık ki 8-10’u geçmeyen “idealist” gençlerin arasında bulunmaktan ve “teşkilat otoritesi” denilen “ilkel” ve “soğuk savaş dönemi”ne ait prensiplere başkaldıran 78 kuşağının temsilcisi olmaktan onur duydum.
Bugün AKP despotizmi yüzünden rahmet ve minnet ile andığım sağ iktidarları mumla arıyoruz.
Mesleğe yeni başladığımız günlerde merhum Süleyman Demirel ve Turgut Özal’a sorduğumuz soruları günümüzde yöneltecek gazeteci de yok. Cesaret edenler de çeşitli bahanelerle tutuklanıyor sonuçta.
O dönem çizilen karikatürlerin sergilerini açan Cumhurbaşkanları, Başbakanlarının hoşgörüsünün yerini minnacık eleştiriler yüzünden “tehdit” suçlaması aldı.
Bize empoze edilen “devlet” öylesine putlaştırılmışdı ki; biz alenen “Devlet-i ebed-i müddet” sanırdık. Oysa adı sonradan değiştirilen “Şeyhmuz Ağa”nın oyuncağı olmuş iyi mi?
Sevgili dostlar; “Şeyhmuz Ağa” deyince hafife almayın. Yıllardır bu sütunda ve bazı televizyon kanallarında “Çukurovalı Şeyhmuz Ağa böyle istiyor” benzetmeli konuşmalarımı da ciddiye alın!
Kimilerince “Gizemi bozulmaz” sanılan Şeyhmuz meselesi “Mankurtları” rahatsız etmeye devam edecektir. Ne de olsa O mankurtlar da sahipleri gibi rehin!..
Bugün konumuz farklı. Yürek sızımızla eski dostları yüzleştirmeye davet etmek istiyorum.
Hamasi nutuklar ile “Beka”nın arkasına sığınırken memleket meselelerine dair tek proje üretmeden mirasyedi gibi hazıra konanlar “Milli Güvenlik”ten beslenip, vatandaşlarımızın saf duygularını itinayla sömürdüler.
Siyasi geçim kapısı haline dönüştürüken de “Organize” olmaktan geri durmadılar. “Organize işler” arasında neler var neler… Tehdit, şantaj, kundaklama, yaralama, dahası siyasi cinayet… Kaçakçılığın kollarından altın ve insan kaçakçılığına ve uyuşturucu iddialarına katılmadıkları “Suç” yok! Organizasyon mensuplarından birisi de itiraz edemiyor. Ne de olsa “En sağlam ortaklık suç ortaklığıdır…”
Sevgili arkadaşım, dostum, sırdaşım söz konusu “Organizasyonu” ilk fark edenlerdendir. İsyan başlatandır.
Tıpkı merhum Necdet Sevinç gibi “Pınar suyu, lağım suyu”nu sorgulayanların öncüsü olmuştur.
Sahi “Pınar suyu lağım suyuna karışırken” bu organizasyona yüksek sesle kaç kişi itiraz etmiştir?
Bırakın da “Dostun gülü yaralasın” hepimizi. Acı da olsa kana kana içelim gerçekleri. Utanmadan, arlanmadan aynaya bakıp, yüzleşelim vefasızlığımızla… Kimlerin badem gözlü oluşundan kaçmasak en azından!
Gazeteciliğin yanında insani olarak da binden fazla cenazeye katılmışımdır. Canım memleketimde cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık, milletvekilliği yapmış kişilerin yanında siyasilerin, sanatçıların, topluma mal olmuş kişilerin son yolculuklarına tanıklık ettim.
Protokol icabı güneş gözlükleriyle duygularını saklayanlardan tutun da omuz darbeleriyle ön safda fotoğraf karesine girmeye gayret eden tipleri de defterime not ettim!
Acısı yüreğimden çıkmayan Sevgili Nihat Genç de ömür boyu muhalifti… Birbirlerine muhalif binlerce insan O’na yakışan bir halle uğurladı. 4 Temmuz 2025 tarihi siyasi-sosyal tarihimize altın harflerle geçmiştir. Dini ritüeli yerine getirenlerin “Helal olsun!” çığlığı öylesine yankılandı ki kulaklarımız ömrümüzün sonuna kadar çınlayacaktır!
“Bu topraklar kin tutmaz!” diyen Nihat Genç’in de gelenlerin tamamına hakkını helal edeceğinden eminim.
Kendi adıma Nihat Genç gibi gerçek anlamda Anadolu ereni, derin felsefi ve insani duyguların sahibi olmayı beceremedim.
Üzerine 100 roman, 40 cilt ansiklopedi yazsam yine de hakkını veremeyeceğim. Nihat Genç’in muhteşem uğurlanışından 14 gün geçmişti. Mide kanseri illetinde midesinin tamamı alınıp, kemoterapi tedavisindeki Ulvi Batu, acılarına katlanamayarak kalp krizinden çok sevdiği Tanrısına kavuştu…
Hacı Bayram Camii avlusunda ay-yıldızlı bayrağa sarılı tabutunun başında gözyaşlarımı içime gömerken 3-4 ay öncesi son görüşmemizdeki vasiyetimi anlatmıştım O’na… Sarılıp, omuzlarıma yumruklarcasına vurmuştu.
Aynı yaştaydık. 7-8 ay büyüktüm Ulvi’den… Kendi hastalığının henüz farkında değildi. Muhterem eşinden dolayı sağlık ve doktor çevresi genişti. Bir solukta alternatif hekim ve tedavi yöntemlerini sıraladı…
“Tabancan duruyor mu?” diye sordum. Elini beline atıp “Emanet yerinde!” derken güldüm. Evimin önünde saldırıya uğrayıp, “Öldü” diye bırakıldığımda gece yarısı hastahaneye gelip “Seni yalnız bıraktık abi; bundan sonra her gün seni evden alıp, eve bırakma görevi bana ait” demişti.
12 Eylül 1980’de Bakırköy Ülkü Ocağındayken tutuklanıp iki yıl Maltepe Askeri Cezaevinde yatmıştı… Çıkınca da “Dağılmakta olan kervanı” toparlayabilmek için genç omuzlarına ağır yükler aldı…
Henüz üniversite diplomasını almadan Ülkü Ocakları Genel Başkanlığına getirilirken ateşten gömlek giydiğinin farkındaydı. Tarikat ve mezhep dogmalarına karşı olağanüstü direndi. Türk tarihi ve Atatürk üzerine başlattığı konferans ve seminer programlarında Doç. Dr. Derviş Kılıçkaya ve bu satırların yazarını Türkiye’nin dört bir yanına göndererek milliyetçi-ülkücü gençleri aydınlatmamız için hatır ve gönül ile görevlendirdi. İtiraz etmedik! Başta tarikat ve cemaatlere dikkat çekerek 90’lı yılların başında 4-5 yıl boyunca mücadeleye omuz vermeye gayret ettik.
Derviş Hocam şimdi Kazakistan Devlet Üniversitesinde “İdealist gençleri” yetiştirmeye devam ediyor. Ulvi Batu’nun aziz naaşı önünde buluştuk. Yollarımız Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan’da kesişmiş, Hacettepe Üniversitesinde öğrencilerine yüksek lisans, doktora, doçentlik tezleri için uğraşmıştı.
Hoca; keskin bakışlarla “Yavuz Selim, Ulvi Başkan senin vasiyetinden bahsetti! Manyak mısın aslanım?” diye sordu. Oğlumun adını bilir, tanır! “Çocuğa çok ağır misyon yüklemişsin. Aile büyükleri izin vermez, İslam'a aykırı derler. Keşke Kazakistan’da yaşasaydın. Ben 2 metre fazla kazdırır senin naaşını direğe bağlatıp dimdik gömdürürdüm. Ama Türkiye’de olmaz!” uyarısında bulundu. “Hocam, Erdem Kutalmış genç, camiayı tanımaz! Sana da vasiyetim. Musalladaki tabutumu kimseye omuzlatma. Kızım Aybikehan, amele pazarından 8-10 kişinin yevmiyesini peşin ödeyecek! Sen profesörsün! Vasiyeti böyle deyip; zemini hazırla… Ve cenaze namazı ritüelini yerine getirecek imama “ Helallik istememe” talebimin ricamın altını çizdim. Bir yumruk da Derviş Kılıçkaya’dan yedim. Ama kararlıyım…
Değerli okuyucularım; sevgili dostlarım, sadece Nihat Genç ve Ulvi Batu’nun ardından kırgın değilim!
Hayattayken “Ne haldesin?” diye sormayanlar, vicdanlarını rahatlatmasınlar! Karşıyaka mezarlığında yerim hazır! Kimse zahmete katlanmasın!
İşin özü… Bir Allah’ın kulundan helallik istemiyorum! Kimselere de hakkımı helal etmiyorum…
Vesselam…