Günlük hayatta kullandığımız jest ve mimikler neler anlatmak istediğimizi o kadar etkiler ki; bir anda hareketlerle ve bakışlarla konuşmaya başlarız. Hepimizin ilk bakışta mı yoksa ilk gülüşte mi sorusuna cevap vermişliğimiz vardır. Kimimiz ilk bakışta, kimimiz ilk gülüşte demişizdir. Bakmak eylemi iletişimin ilk basamağıdır ve önemlidir. Göz göze gelinen o ilk saniyeden itibaren gözlerde beliren o istemsiz gülümseme iletişimi başlatan sıcak bir uyarıcıdır. Hani denir ya gülümsemek bulaşıcıdır, evet gülümsediğiniz zaman vücudunuz mutluluk hormonu salgılamaya başlar ve güldükçe gülesiniz gelir. Gülümsemek de tıpkı esnemek gibi bulaşıcıdır.

Gözler sözlerden daha etkili bir iletişim aracıdır. Gözler ile kurulan iletişimde anlam karmaşası yoktur çünkü anlatmak istedikleriniz direkt iletişim kurduğunuz kişinin kalbine gider. Bu yüzden gözler kalbin aynasıdır. Göz bebeklerinin büyümesi dediğimiz olay vücudumuz adrenalin hormonu salgıladığında gerçekleşir. Heyecanlandığımızda ya da korktuğumuzda göz bebeklerimiz büyür ve vücut dilimiz kendini ele verir. Bir ortamda bir insanın hareketlerinden ve mimiklerinden onun kişisel özelliklerine dair bile fikir sahibi olabilirsiniz. Üzüldüğünde, kızdığında ya da sevinip mutlu olduğunda nasıl tepki verdiğine dikkat edilirse tüm bunlar o insanın karakteristik özelliklerinden yansımalar sunar.

İletişimde bulunduğunuz kişi, konuştuğunuz süre boyunca gözlerinizin içine odaklanıyorsa bu size değer verdiğini ve sizi dikkatle dinlediğini gösterir. O anda şekil- zemin dengesinin siz olduğunu ve odağının sizi gösterdiğini işaret eder. Gözlerinde kaybolmak deyimi vardır ya hani, işte o kişi sizin gözlerinizin içinde kaybolur. Simsiyah bir girdap gibi sadece bir çift göze odaklanır; dünyada sadece ikiniz varmışçasına, başka kimse yokmuşçasına. İlk güçlü etkileşim iki çift gözün birbirine odaklanması ile olur. Bundandır ki ilk bakış ve ilk gülüş önemli ayrıntılardır.

Gözler çok büyük bir enerji çekim alanıdır. Çok kısa sürede yakaladığı kişiyi bir kara delik gibi etkisi altına alır. Arkadaş ortamlarımızda en iyi bilinen sosyalleşme ortamı kafelerdir. Hepimizin ‘’kanka şu çocuk/kız neden bana bakıyor’’ dediği bir anı olmuştur. O zamanlarda siz, o kişinin gözlerinin çekim alanına girmişsinizdir demektir. Peki, siz o kişinin bakışlarını nasıl fark ettiğinizi merak etmediniz mi? Karşınızdaki kişi sürekli sizin gözlerinizin içine bakarak size telepati yoluyla mesaj göndermiştir ve sizin onu fark etmenizi sağlamıştır. Sürekli sizi düşünerek sizin de onu düşünmesini sağlamıştır. Eğer dinlenirken ya da otururken aklınıza bir anda birisi geliyorsa ve kendinizi onu düşünmekten alıkoyamıyorsanız bilin ki o kişi de sizi düşünüyordur. Kimse nedensizce gelmez aklımıza aslında. Günlük hayatta bunun örneklerini çokça görürüz. Tam biz bakacakken onun baktığı, tam onu arayacakken ondan arama geldiği çok an olmuştur. İşte tüm bu anlarda yüzümüzdeki kaçamak gülüşler tarif edilemez bir boyuttadır.

Kaçamak gülüşler çok güzel çekim alanlarından biridir. Biriyle göz göze geldiğinizde istemsizce sergilediğiniz bir kaçamak gülüş o kişiye istemsizce verilen bir hediyedir çünkü gülümsemek bulaşıcıdır ve bulaşan en güzel hastalık gülümsemedir. Ağız dolusu bir kahkahaya zaten diyecek hiçbir söz yoktur. Bir kadının/erkeğin en çok güzel/yakışıklı olduğu dakika kahkaha attığı dakikadır. Bir kadının en güzel makyajı gülüşüdür, bir erkeğin en çekici tarzı bakışlarıdır. Gülen, kahkaha atan birini gördüğümüzde ona karşı bakışlarımızı kitleriz, istemsizce kitlenen bakışlar bir anda açılan ışıkların ve birden aydınlanan havanın enerjisini solumaya başlar. En güzel imzadır bir çift güzel kaçamak bakış ve ağız dolusu bir kahkaha geceye.

Karşılaşılan bir diğer soru da ‘’geceyi mi daha çok seviyorsunuz yoksa gündüzü mü?’’ sorusudur. İkisinin de kendine göre ayrı bir güzelliği vardır. Gece gündüzün habercisi olduğu için bu kadar asildir. En karanlığa vurmadan gündüze ulaşamazsınız benzetmesi, moraliniz bozuk olduğunda kendinizi çok güzel bir avutma şeklidir. Tam da avutma denilemez aslında çünkü ‘’avutma’’ sözcüğü daha çok gerçek olmayan durumlar/hayal dünyasında gerçekleşen olasılıklar dâhilinde vücut bulan konularda kullanılan bir tabirdir. ‘’En karanlığa vurmadan gündüze ulaşamazsınız’’ önermesi ise gerçek bir önermedir. Daha çok başarı için kullanılan bu betimleme, başarıya âşık olan insanlar için çok önemli bir önermedir. İşte bu yüzdendir ki gecenin karanlığı çok önemlidir. ‘’Karanlık’’ diye bir kavram yoktur aslında bilirsiniz. Karanlık, ışığın yokluğudur. Başarısızlık ise başarının yokluğudur.

Işık ve başarı kavramları doğru orantıda ilerleyen bir oransal ilişkide hareket ederler. Güneşle beraber başarı da doğar. Fen derslerinde şahit olmuşsunuzdur, Ay ışığı Güneş’in ışığının yansımasıdır. Ay, Güneş’ten aldığı ışığı yansıtır. Belki de bundandır Ay’ın kıyıda köşede kalması. Arkasında dev gibi bir asalet barındırır çünkü Güneş. Ay’ın gece boyunca Güneş’le yaptığı pazarlık onlarca kalbe ve onlarca göze dokunur. Yaz akşamları sahilde Ay ışığı ve gitar sesi eşliğinde oturulan bir ortamda gökyüzünün ne kadar güzel göründüğünün belli bir tarifi yoktur bile. Gecenin kraliçesi/kralıdır ay.

Çok güzel bir Çin atasözü vardır ki, ‘’hepimiz bir bataklıkta yaşıyoruz ama bazılarımız yıldızlara bakıyor’’. Yıldızlara bakmak… Yıldız, gecenin süsüdür. Gökyüzüne ve geceye en çok yakışan aksesuar, yıldızdır. Takım yıldızı kavramı da vardır ya hani kumsala uzandığınızda hayaller eşliğinde gökyüzünde gördüğünüz yıldızları farklı farklı diyarlara benzetirsiniz. Kimi zaman bir ayıcık, kimi zaman bir ev, kimi zaman bir kulübe, kimi zaman da bir çiçek oluverir; gökyüzündeki yıldızlar bir anda. Gökyüzünde yıldız şöleni var, sözü belki de harikulade bir sözdür. Bu öylesine bir şölendir ki tüm hayalleriniz ve tüm sınırlarınızın ucunu bucağını tahmin bile edemeyeceğiniz hoş bir şölendir. Yıldızların dansı adeta… İçimizden geçenlerin gökyüzünde yazılmış hali, yıldızların betimlenemez hareketleri… Gecenin kusursuz oyuncularıdır, yıldızlar.

Gecenin kusursuz oyuncuları olan yıldızların şöleni bittikten sonra Güneş doğar. Hem de öyle bir doğar ki tüm kusursuzluğu ve asaleti ile doğar. Bir anda unutturur gecenin karanlığını. Gecenin karanlığını unutturmaya gücü yetse de asaletini, yıldız şölenini, Ay’ın karşı konulamaz görüntüsünü unutturmaya gücü yetmez. Yaz akşamı kumsalda uzanıp hayal edilen düşlerin tarifi yapılmaz çünkü bu kadar özel anlar anlatılmaz, yaşanır. Güneş’in doğuşuyla yepyeni bir gün başlar. Güzel umutların beslendiği bir gün… Uyanıp da o pencereyi dışarıya doğru açtığınız ve ‘’ohhh miss’’ diyerek o güzel havayı soluduğunuz andan itibaren içinizde başlayan yeni güne ait umutlar yeşermeye başlayacaktır. Umut dolu gün ışığının odaya girmesi ile mutluluk hormonu salgılanmaya, yüzde bir tebessüm belirmeye başlar. Güne mutlu başlamak denilen şey bu olsa gerek. Gülümseyerek, tebessüm ederek ve hayal kurarak başlanılan bir gün enerji dolu bir gün olacağından çevremizdeki insanlar da bundan olumlu etkilenecektir.

En güzel iyilik, mutlu etmektir. Mutluluk anlık bir şeydir. Gerçek mutluluk diye bir şey yoktur. Anı yaşamak deyimi buradan gelir. O an mutluysanız mutlusunuzdur, değilseniz değilsinizdir. Yazının en başında bahsettiğimiz önemli detaylar bakışlar ve gülüştü. Bu önemli detaylara bir yenisi daha eklendi, mutlu etmek. Herkesin bir hayat felsefesi vardır. Mutlu etmek de bir hayat felsefesidir. Hayat felsefemiz; güzel bak, gül, mutlu et!