Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevinden Cumhurbaşkanı tarafından alınan Tümamiral Cihat Yaycı’nın görevinden istifası bugünlerde çok konuşuluyor. Geçmişte Metin Temel ve Zekai Aksakallı gibi popüler paşalar da benzer şekilde görevlerinden ekarte edilmişlerdi. Ne kadar doğru bilemeyiz, ama Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın kendisinden daha fazla öne çıkan üst düzey subayları istememesi yüzünden bu tasfiyelerin yaşandığı vb. şeyler kamuoyunda söyleniyor.

Bu yazıda Yaycı amiralin görevinden alınması kararını ve ardından istifasının ayrıntılarını ele almayı düşünmüyorum. Konu tüm haber kanallarında enine boyuna ele alınıyor zaten. Benim üzerinde durmak istediğim konu; “Yaycı paşa istifa sürecinde Erdoğan’a sadakatini açıkladı mı, sonra bu söylemden geri attı mı” tartışmalarından hareketle, “lidere sadakat” meselesi çerçevesinde olacak.

Yaycı paşanın kamuoyu ile paylaştığı 18 Mayıs tarihli sıra dışı dilekçesi oldukça ilgi gördü. Bu istifanın hemen ardından AKP’li Mehmet Metiner “Cihat Yaycı’nın istifa haberi doğrudur. Kendisiyle konuştum. Dediği şudur: ‘İstifam asla Cumhurbaşkanımıza tepki değildir. Ona olan sadakatim ömrüm boyunca devam edecektir’ dedi” twitini paylaştı. Fakat Yaycı’nın “sadakat açıklamam kişiye değil makamadır” dediği de söylendi. Yaycı paşa emekliliği sonrası hiçbir gazeteciye henüz bir röportaj vermiş değil, dolayısı ile ona atfen aktarılan cümlelerin kelimesi kelimesine doğruluğundan tam emin olamıyoruz.

ÖMÜR BOYU SADAKAT GARATİSİ!
Lidere süresiz, sınırsız ve mutlak itaat içeren beyanlara bu siyasal dönemde oldukça sık rastlıyoruz. İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu da 13 Nisan’da sosyal medya paylaşımı ile görevinden istifa ettiğini açıklarken Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan sadakatini özellikle vurgulamıştı. “…Hiç bir zaman zarar vermek istemediğim Aziz Milletimiz, hayatımın sonuna kadar da sadık olacağım Sayın Cumhurbaşkanım beni bağışlasın...” diyen bakan Soylu’nun altını çizdiği bu ‘ömür boyu sadakat garantisi’, istifasının kabul edilmemesinde etkili olmuştur belki de.

Biraz daha geriye gittiğimizde, Binali Yıldırım’ın da benzer duyguları ifadesini görüyoruz. Ahmet Davutoğlu’nun istifa ettirilmesi sonrasında AKP Genel Başkanı ve Başbakan olarak atanan Binali Yıldırım 23 Mayıs 2016’da parti kongresinde Erdoğan’a bağlılığını ve sınırsız sadakatini özellikle vurgulamıştı. Binali Yıldırım; “Sayın Cumhurbaşkanımız sözümüz söz; yolunuz yolumuz, sevdanız sevdamız” sözleriyle kendi Parti başkanlığı döneminde AKP’deki misyonunun Erdoğan’a sadakati en üst noktada tutmak olduğunu ilan etmişti.

YUKARIDAN AŞAĞI SADAKAT VE TESLİMİYET TALİMATI
Erdoğan 10 Şubat 2018’de AK Parti İstanbul İl Başkanlığı İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda konuşurken teşkilata ‘sadakat ve teslimiyet’ konularında özellikle uyarılarda bulunmuştu: “Güçlü olmak için bir iki noktayı hatırlatmakta fayda var. Kendi içimizde sadakat, teslimiyet... Bunları gerçekleştiremezsek bizim yolumuz açık değildir. Her şeyden önce sadakat ve teslimiyet bu iş için aranan iki önemli hususiyettir” demişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eski danışmanı ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, AKP içinde yaşanan sıkıntıları 1 Mayıs 2018’de köşesine taşıdı. "Bugün AK Parti içinde eleştiri yapmakla ihanet etmek karıştırılıyor. Sadakatle, yalakalık ayırt edilemiyor artık… Bu şekilde hareket edenlerin koltuğunu, elde ettiği rantı kaybetmemek için herkese çamur atan kifayetsiz muhteris tipler olduğu da biliniyor" diye yazmıştı. Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü de yapmış eski bir mensuptan gelen bu yakınmada da “lidere mutlak sadakat” eleştirilmiyor, ama yalakalık ile karıştırılmaması uyarısı yapılıyor.

Görünen o ki ne AKP’nin içinden ve çevresinden, ne de parti karşıtları tarafından yapılan eleştirilerde bu “sadakat meselesi” tartışılmaya gerekli görülmüyor. Bir siyasetçi veya kanaat önderi çıkıp da “devlet yönetimi ve siyaset bir kişiye sadakat üzerinden mi, yoksa yasalar ve temel ilkeler üzerinden mi yürütülmeli?” diye sorguladığını görmüyoruz. O kadar kanıksanmış bir mesele demek ki bu “sadakat” meselesi!

ERDOĞAN'A SADAKATLE DIŞ BASINDAN BAKIŞ
16 Nisan 2017 Anayasa referandumu sonrası Sputnik'e konuşan Türkiye uzmanı Fransız Tancrede Josseran 2017’de Avrupa'da düzenlenen mitinglerle ilgili şu tespitte bulundu. "AKP, Avrupa'daki Türk diasporasını: Türkiye'ye sadık olmak Erdoğan'a, Erdoğan'a sadık olmak da, Türkiye'ye sadık olmak, düşüncesi etrafında topluyor. Nisan 2017’de yapılan referandumda Avrupa'da yaşayan Türklerin yüzde 60'ı ilâ 80'i Erdoğan’ı destekledi" dedi.

Ayrıca, Aralık 2019 ‘da liberal Amerikan kuruluşu Amerikan İlerleme Merkezi (Center for American Progress) Türkiye uzmanı Max Hoffman imzalı dikkat çeken bir yazı yayımladı. Bu yazıda “Türk Muhafazakarların Erdoğan’a Sadakatı ve Potansiyel Haleflerine Bakış” konusu, yaptırılan bir anketin sonuçları çerçevesinde ele alındı. Metropoll Araştırma Şirketi tarafından Ekim 2019’da yapılan ankette, kendilerini AKP’li olarak tanımlayan vatandaşların yüzde 74’ünün Erdoğan’a hala sadık oldukları tespit edildi. Araştırma göre; yaşlı ve daha az eğitimli AKP’li kesimin sadakatinin, genç ve daha iyi eğitimli AKP’lilerden daha fazla olduğu tespit edildi.

DAVAYA SADAKAT, LİDERE SADAKATE  DÖNÜŞTÜ?
Önceleri “davaya sadakat” diye başlayan siyaset tarzı uzun süredir “lidere sadakat” formuna dönüştü. Çünkü ortada “dava” denilen, parti tüzüğünde yer bulmuş, üyelerin ve seçmenlerin ortak kabulü haline gelmiş bir eylem ve söylem birliğinin olmadığını görüyoruz. Üstelik incelenirse, AKP tüzüğünün son derece özgürlükçü ve demokratik prensipleri içerdiği görülüyor. Bugün ise, günlük siyasetin ihtiyaçlarına göre belirlenen ve çok sık değiştiği için kimsenin tam olarak takip edemediği bir siyasal hedef ve siyaset tarzı görülmektedir.

Siyasal İslam ve bir tür milliyetçilik anlayışının armonize edildiği bu siyaset tarzının belirgin ve taraftarlarınca ortak değer haline getirilmiş temel ilkeleri nelerdir, kimse bundan pek emin değil. Liderin günlük ihtiyaçlara göre değişebilen dinamik fikir ve kanaatlerinin, “dava”nın her an değişebilir ilkelerini oluşturduğu anlaşılıyor.

Erdoğan siyasal tabanını olduğu gibi, parti ve devlet yönetiminde rol alan siyasi ve idari kadroları da “sadakat kültürü” üzerinden yönetmenin en etkili yöntem olduğunu keşfetmiş gibi görünüyor. Her ne kadar ülkemiz artık demokratik sistemle yönetilen ülkeler içinde sayılmasa da, demokrasilerde bu işler nasıl oluyor, kısaca değinelim.

SADAKAT ANAYASAYA VE İLKELERE OLUR
Siyasi ve idari görev yürütenlerin ülkeyi yönetenlere, (makamları gereği göstermeleri gereken saygılarının ötesinde) ayrıca kişisel sevgi ve sempati duyguları taşımaları son derece olağandır. Yönetenlere duyulan kişisel sevgi ve güven, kamu görevlisinin eşit ve adil hizmetlerine olumlu katkılar da sağlayabilir. Ancak kamu hizmetinde anayasaya, yasalara, kurum ve kurallara gösterilmesi gereken sadakatin, siyasal yöneticilere sadakat haline dönüşmesi farklı sonuçlar doğurabiliyor.

Siyasal yöneticiler kısa veya uzun, ancak belirli sürelerle görev alırlar, temel yasalar çerçevesinde ülkeyi yönetirler. Siyasal yöneticilerin (siyasal ihtiyaçlar gereği) görüşleri, kanaatleri, sözleri zaman içinde çeşitli farklılıklar gösterebilir. Bu ülkeye hizmet görevini üstlenmiş tüm siyasilerin ve kamu görevlilerinin sadakat göstermeleri gereken temel husus Anayasa ve onun çerçevesini çizdiği demokratik cumhuriyetin ilkeleridir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti mevcut Anayasa’ya göre halen, “… insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” Anayasa’da sadece “Anayasaya sadakat” ilkesinden bahsedilir ve belirli kamu hizmetlerinde, bu ilkeler üzerine yemin edilerek göreve başlanılır.

Lidere mutlak sadakat kültürünün kabul gördüğü siyasal ve kültürel anlayış örneklerine yakın tarihin antidemokratik yönetimlerinde rastlıyoruz. Günümüzde sağ popülist siyasal yapılarda da lidere sadakat meselesinin daha fazla önemsendiği görülüyor.

Örgüt ve parti içi ilişkilerde lidere bağlılık önemli görülebilir. Ancak, demokratik devlet yönetimlerinde her düzeyde kamu görevlileri siyasal yöneticilerin yasalar çerçevesinde verdiği görevleri ve emirleri yerine getirirler. Kamu görevlilerinin siyasal lidere ayrıca “kişisel sadakat” duygusu taşımaları ve bunu ifade etmeleri demokrasilerde beklenmez. Yani Cihat Yaycı amiralin “Cumhurbaşkanıma sadakatim ömrüm boyunca devam edecektir” demesi illa beklenilmemelidir.

ŞAŞIRMAK VE KABULLENMEMEK HAKKI
Bu yazımı okuyanlardan; “Ülke nerelerden nerelere gelmiş, ortada işleyen bir demokrasi mi var ki bu meseleyi bu kadar irdelediniz” diyenler olabilir.

Muhaliflere siyasal baskıların giderek arttığı bu dönemlerde demokratik siyasete ilişkin bazı eleştirilerde bulunanlara “alıştığımız ve bilindik bir durular değil mi bunlar, ne var bu kadar şaşıracak?” diyenler de çok oluyor. İşte asıl sıkıntı “ne var ki bunda?” bakışındadır. Bu tür yaklaşımlar herkesi artık şaşırmaktan, sormaktan ve sorgulamaktan vazgeçmeye davet ediyor. Olanların hepsini baştan kabul eder hale gelmeye hizmet eden bu “şaşırmama” hali, yaşananları kanıksamayı yaygınlaştırıcı bir yaklaşımdır.

Tüm olan bitenlere karşı “şaşırmak ve kabullenmemek” hakkının elden bırakılmaması gerektiğini görmek önemli değil midir?