Türkiye Devleti, gizli portföy sahibi bir siyasi partinin 17 yıllık yönetimi sonunda vardırılğı yer; Osmanlı Devleti’nin son elli yılı olduğu anlaşılıyor.

Partili Cumhurbaşkanının açıklamaları, bunu gösteriyor.

Özellikle israf ekonomisi ve Suriye macerası sorunsalları, Türkiye’nin bütün gelirlerini yetmeze düşürmüş. Gizlenen enflasyon rakamlarına, açlık sınırında tutulan ücret ve maaşlara, astronomik hizmet ve ürün zamlarına rağmen hükümet, yeni gelir yolları arıyor.

Bulunan yeni gelir kaynağı, 1950’lerden beri eleştirile geldikleri 2.Dünya Savaşı sürecindeki konulan “varlık vergisi” tekrarıdır.

Varlık Vergisi, bir yangın yerinde kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 1929 Dünya Ekonomik Krizi ardından gelen 2. Dünya Savaşı’nın olağanüstü savunma giderleri nedeniyle gerek duyulan bir vergidir. Sermayesi ve sanayii gelişmekte olan devlet, kalkınmasını halkın imece şeklinde sunduğu katkı, emek ve mütevazi vergilerle gerçekleştiriliyordu. Dünya savaşı kapıya dayandığında; Osmanlı borçlarını ödemekte zorlanan devlet; askeri savunma yükü karşısında halkın emek ve varlık gücüne müracaat etmek zorunda kalmıştı. Varlığı olanların belli bir vergi vermesi, varlığı olmayanların yol ve maden işlerinde çalışmaları için bir yükümlülük ön görmüştü. “Varlık Vergisi” adıyla anılan bu külfet, zamanın iktidarının ağır şekilde eleştirilmesine yol açmıştı.

Günümüzdeki “varlık vergisi” anlamına gelen “Değerli Konut Vergisi” ise; akla-vicdana aykırı oranda tahsil edilen dolaylı dolaysız vergi ve zamlar ile sağlanan gelirin yetmez olması nedeniyledir.

Aslında mutfak ve pazarlardaki yangınlar, geçim sıkıntısı yüzünden oluşan intiharlar, Merkez Bankası yedek akçelerinin bütçeye aktarılması, emekli ve çalışan maaşlarının kuşa çevrilmesi, üretimhaneler yerine AVM hanelerin yaygınlaştırılması, yatırım sermayesinin gelmemesi veya sağlanmaması vb nedenler; ekonominin iflas ettiğini göstermektedir.

Bir diğer gösterge; hanedan anlayışıyla vakıfların kurulması ve devlet varlıklarının bu vakıflara aktarılarak bir kaçışın veya kaçırılışın yapılıyor olmasıdır.

Yangın söndürülemez düzeye ulaşmıştır. Hanedan anlayış zirve yapmış. Yandaş müteahitlerin iştahı dinmez olmuştur. Ekonomideki yangını söndürecek su bulunamamakta; zorunlu olarak sarnıçlara saldırılmaktadır. “Değerli Konut Vergisi” bu anlamdadır. Suriye sorununa ek olarak gündeme konan Kanal İstanbul veya Ankara’nın ikiz kuleleri gibi yapay gündemle gerçeklerin üstü örtülmek istenmektedir.

Bu gerçeklere gözlerini kapayan yalaka kalemlerden biri; apayrı bir konuyu gündeme getiriyor: “… tanıdığım Suriyeli bir eczacı kalfası; -Suriye’ye bataklık demeyin- diyor. Adam haklı. Kendi vatanını bataklık olarak görmüyor, görmek istemiyor” diye yazarak gündem saptırıyor. Hükümetin Suriye macerasını ve 4-5 milyon kişiyle ekonomiye diz çöktürüşünü haklı göstermeye çalışıyor. Ama o eczacı kalfası veya diğerlerinin, Suriye’nin “bataklık” olmadığını ispat için neden direnen Suriyeli yurtseverlere katılmadığını, neden kaçtığını sormuyor; kınamıyor.

Milyonlarca Suriyeli, çoluğu çocuğuyla işgalci güçlere karşı ölümü göze alarak savunma yapmaktadır. Kendi nefislerini yurt toprağından üstün tutan hainler ise; tabana kuvvet kaçmışlar. Ve yıllardan beri insanlığın “sığınma” kavramını istismar etmektedirler.

Kendi ülkelerine nankör olanlar; sığındıkları ülkeye vefalı olacak değildir ya.

Nitekim medyaya yansıyan görüntü ve mesajlar; sığınmacı sayılan Suriyelilerin Türkiye’ye bakışları ortaya çıkmaktadır. Kimileri; “Türkiye’nin güneyi zaten bizimdir” diyor. Kimileri; Türk Bayrağı çiğniyor. Kimileri, bayrağın üzerine donunu sıyırıp çömelerek poz veriyor!

Mehmetçik Suriye topraklarını işgallerden korumak veya kurtarmak için şehit vererek savaşırken; Suriye gençleri Türkiye’de edindikleri bedava yaşamın keyfini çıkarıyor. Plajlarda nargile partileri düzenliyor!

Mahalle aralarında toplu halde, taşkınlıklarını kınayanlara saldırıyor. Sığınmacı değil, egemenler gibi hareket ediyor!

Tıkırında ve bedava yaşam için sığınmacı, canı istediği zaman kaçtığı memleketini ziyarete gidip gelmek için turist mülteci olunuyor.

Böylesi çoğunluk; mezhepçi bir anlayışla “Emevi Camii’nde Cuma namazı” kılma amacı peşindeki siyasi muhterislerin yol açtığı zafiyetten fazlasıyla yararlanmayı sürdürüyor.

DÜNYADA İNSANLIK YARARINA İŞLER DE OLUYOR
Dünya Obezite Örgütü’ne (WAO) göre dünyada 650 milyon obez vardır. Türkiye; %32 oranıyla Avrupa’da birinci durumdadır.

Bu saptama; Türkiye’nin ilaç sanayii açısından ne denli cazip Pazar olduğunu da göstermektedir.

O nedenledir ki Novo Norodisk adlı ilaç şirketi, Türkiye’de “obezite ile mücadele” sloganıyla harekete geçti: Türkiye Obezite Araştırma Derneği (TOAD) ve Türkiye Endokrınoloji Derneği (TEMD) ile Türkiye Obezite Akademisi kurma girişiminde bulundu. Novo Nordisk’in Genel Müdürü, Dr. Burak Cem; HADİ (Hareket et, Alışkanlıklarını değiştir, Dengeli beslen, İyi yaşat) felsefesiyle mücadele çağrısı yapıyor.

Bugüne kadar kimsenin haberi olmadığı bu hareket; partili Cumhurbaşkanı hanedanlığının lütufkar harcamasıyla gün ışığına çıkmış oldu!

R. T. Erdoğan hanedanlığının şehzadesi Bilal efendi’nin mütevelli heyet başkanlığı yaptığı “İlim Yayma Vakfı”, obezite ile mücadele konusunda törenle; Prof. Fikrettin Şahin’e 300 bin liralık bir ödül verdi.

Türk kamuoyunun habersiz olduğu bilimsel çalışmalar yapan prof. Şahin’i bütün obezler tebrik etmelidir.