Bu topraklarda yaşayanlarımız, asırlar boyu alkollü içki yasaklarının pençesinden bir türlü yakasını kurtarmayı başaramamıştır.

Özellikle toplumun üzerindeki egemen  İslam kimliği söz konusuysa, alkol ve alkollü içkilerden zinhar uzak durulması tartışılmaz bir olgu haline gelmiştir.

Dünyada her geçen yıl yaşanan büyük sosyolojik ve teknolojik büyük gelişmelerle iç içeyiz. Bu gelişmelerden doğal olarak toplumun bütün kesimleri büyük ölçüde yararlanabilmiştir. Ancak  konu alkollü içkilerse ülkemiz insanı, söz konusu  değişim  ve gelişmelerden ne yazık ki payını alamamıştır.

Ülkemiz, coğrafi olarak Avrupa’nın gelişmiş bağ bölgeleri arasında yer alır. Bir an gözünüzde canlandırın. Avrupa’nın en batısındaki İber Yarımadasında bulunan  Portekiz ve İspanya’dan başlayarak Fransa, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’yi de kapsayan şerit, dünyanın önde gelen bağ hattını oluşturur. Bu hat üzerindeki ülkeler, Türkiye hariç, dünyanın önemli şarap üreticisi ülkeleridir. Öyle ki  şarap dış satımları, bu ülkelerin ekonomik kalkınmalarında da önemli pay sahibidir. 

Aslında şarap bir anlamda kültürel bir değerimizdir. Çünkü Anadolu, bu içeceğin anavatanı olarak bilinir. Böyle bir değere sahip olmamıza karşın bu zenginliğe arkamızı dönmemizse ciddi bir aymazlıktır. O nedenle, bu kadar büyük bir zenginliğin tamamen inançlara bağlanmak suretiyle yok edilmesini kabul etmek de oldukça üzücüdür denebilir.

Bu ülkeyi uzun yıllardır yönetenlerle birlikte, durumdan görev çıkartanlar, Türk bağcılığına ve Türk şarapçılığına ne büyüklükte kötülük yaptıklarının acaba farkındalar mı diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

Yeri ve sırası geldiğinde, bağ alanlarının büyüklükleri yönüyle, dünyanın ilk altısında yer alan ülke olarak hep böbürleniriz de bağcılığın en önemli sanayi ürünü olan şarap üretiminde esamemizin  dahi okunmadığından nedense hiç rahatsızlık duymayız.

Bugün o sözünü ettiğim bağ şeridi üzerinde yer alan İtalya’daki yıllık şarap üretimi 5 milyar litrenin üzerinde, Fransa’da 4,5 – 5 milyar litre, İspanya’da 4 milyar litre dolaylarında iken ülkemizde kayıt altındaki üretim 40 milyon litreyi dahi zor bulurken, hiç kimse kusura bakmasın, bir bağcı ülkesiyiz deme hakkına da sahip olamayız.

Yine bu ülkelerin şarap dış satımıyla ülkelerine kazandırdıkları dövizlere de bir bakmak isterim.

İtalya yılda 8 milyar dolar, Fransa ise 11 milyar dolarlık bir katkıyı ekonomilerine sağlarken, Türkiye ancak 7 milyon dolar gibi ciddiye dahi alınamayacak bir şarap dış satımıyla, dünya dış satım listelerine dahi girememektedir. 

Sadece İtalya, Fransa ve İspanya gibi ülkeler değil; bağcılıkla iyi kötü uğraşan tüm dünya ülkelerindeki üzüm üretiminin ortalama yüzde 95'i şarap üretiminde değerlendirilirken Türkiye’de ise ancak yüzde 4 ila yüzde 5'i şarapta  kullanılmaktadır. Geriye kalan miktar ise ekonomik olarak fazla getirisi bulunmayan pekmez, kurutmalık ve  sucuk, pestil gibi yöresel ürünlerin yapımında kullanılmaktadır.

Şarap başta olmak üzere, hemen bütün alkollü içkilerde yaşanan sorunların başında inançlardan kaynaklanan baskılar gelmekle beraber, yüksek ÖTV ve KDV uygulamalarını da göz ardı edemeyiz. Otomatiğe  bağlanmış bir şekilde yılda iki kez, ülke enflasyon rakamlarının da üstüne çıkılarak yürürlüğe konulan ÖTV, şarap üretimi ve dış satımının önündeki en ciddi engelleri oluşturmaktadır. Ayrıca yüksek oranlarda uygulanan vergi yaptırımları da kayıt dışı, kaçak ve düşük nitelikteki şarapların yapılmasının da önünü açmaktadır.

Ülkeyi baskı altında tutarak yönetenler, yürürlüğe soktukları ağır vergileri yeterli bulmamış olmalılar ki, bu günlerde çıkartmış oldukları  bir kararname ile yeni yaptırımları da gündeme getirmekteler.  Üretim kapasitelerine göre yıllık 20 ile 50 milyon liralık teminat tutarını kamu idaresine yatırma zorunluluğu ile karşı karşıya kalacak olan şarap üreticileri, öyle gözüküyor ki bundan böyle artık şarap yapımından da tamamen çekilecektir.

Özet olarak demem o ki;

Hem şarap üreticileri, hem pazarlayıcıları ve  hem de şarap tüketicileri, yıllardır kendilerine uygulanan ölçüsüz yasaklamalara ve  engellemelere sessiz kaldıkça, gelecekte daha büyük yaptırımlara  da hazırlıklı olmak zorundadırlar.