"Aşk Labirenti

Tanpınar’ın Huzur’unda Mümtaz ile Nuran"

Dördüncü kitabımın başlığı. Türk Edebiyatında Tanpınar araştırma ve incelemelerine bir katkı.

Tanpınar 1970’lerde ve 2000’lerin başında edebiyatçıların odak noktasıydı. Onlarca makale yayımlandı, çok sayıda kitap basıldı.

Onu çok didaktik bulurum. Benim için eşi bulunmaz mentor oldu.

Nesri üzerine çalışmaya 2005’lerde başladım. Ortaya çıkan metin 2013’te Paris’te kitaplaştı. Hakkında bir kitabım da burada çıksın istedim hayalim gerçekleşti.

Tanpınar’ın dünya ve aşk duygusu üzerine hükümleri karşıtlıkların oluşturduğu bir armoni. Akılla kavranamayan aşk, zihninde gözlerinin önünde güneş, büyük aydınlık; eğretilemeli söylemle dile geliyor. Kadın rahmi kadar sıcak, kadın memeleri gibi sersemletici. Bir kent, mesela Paris ama özünde hep İstanbul Boğaz Türkçe Nuran aşk.

Mümtaz’la Nuran’ın zihinlerinde aşk duygusunun doğuşunu, düşüncenin dalgalarla savruluşunu, aşk hikâyesinin labirente dönüşerek gelip «kavuşmazlık» meselesine dayanışını estetik bağlamda inceleyip bilimsel saptamalarla kitabımda açıklıyorum.

Mümtaz ruh acısını Nuran’ın sesinden Dede Efendi’yi Mevlevi müziklerini dinleyerek dindirir. Gözünde o, gelmiş geçmiş büyük ressamların tablolarında betimlenmiş kadındır, hükümdarıdır onun. Boşanmış, hasta bir kız çocuk sahibi, peşinde hayranları olan, ailesini ilk sıraya koyan Nuran da Mümtaz’ı aşkta salt aşk dışında unsurlar aramakla suçlayarak, terk ederek, dindirir.

Duymuşsunuzdur; Tanpınar «eşikte kalmış», «iki kültür arasına sıkışmış», «tereddütte» bir yazar olarak bilinir. Çevirmenleri aynı görüşü nakarat edinmiştir ayrıca eserinin bitmediğini düzeltmeleri sonlandırmadığını da söylerler.

Oysa benim anladığım Tanpınar başka.

Kendini Dostoyevski’de Gide’de Proust’ta Baudelaire’de Racine’de özellikle “itirazcı” ve “güzel biçim işçisi” dediği Valéry’de bulan yazar. Onlarla yüklü ortak üslubu paylaşan, birlikte öteki yazarlardan ayrılan Tanpınar. Çağını etkileyen izafiyet teorisi doğrultusunda her şeyin alt üst olduğu dönem insanında saptadığı çeşitli görüşleri hareketleri elastikiyet kabiliyetiyle ahenk içinde bir araya getiren, okurlarını dünyadaki bilgi değişimine tanık eden yazar.

İkilikte görünüyorsa eğer mutlaka keşfedilmeyi bekleyen henüz kimsenin görmediği bir neden vardır diyerek işe başladım. Makalesinde Fransızca kullandığı « contrepoint » beni belirttiğim sonuca götüren terim oldu.

Birinci Dünya Savaşı’ndan yıkımlarla çıkmış öteki ülkelerin düşünürlerinde görülen modern insanın kuşkuculuğuna, büyük değişimin doğurduğu Barok felsefi duyarlığa sahip olduğunu gördüm. Pusulasını çoksesli romanlara çevirmiş, « contrepoint » tekniğiyle yaratmıştı onları.

Zaman mekân içinde gidiş gelişlerle anlatılanlar romanın kendi gerçekliğinde yalnızca yirmi dört saati kapsıyor olsa da Mümtaz’la Nuran’ın aşkı Batı’dan Doğu’dan imgelerle Türkiye’deki kültürleri yaşam biçimlerini sanatı edebiyatı müziği anlatan bir bütün dünya içinde uzun uzun dile gelir. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti, eski ve yeni, düzen ve düzensizlik, inanç ve akıl, Avrupa ve Türkiye gibi birbirine karşıt temalar aşk temasıyla birlikte sorgulanır, gerçeklikler ortaya konur. Mümtaz, Nuran, ötekiler, kendi sesleriyle oradadır. Sonuca varmayan senteze ulaşmayan bu çokseslilik «biz»i «insan»ı anlatır.

Mümtaz’la Nuran aşklarından vaz geçmemekle birlikte beraberliğin yürümeyeceğini, evliliğin gerçekleşemeyeceğini idrak eder. Görev, entelektüel sorumluluk, aile sorumluluğu aşkı öteledikçe gücünden yitirir. Türk romanına Barok estetikle getirdiği çokseslilik idealist romandan ayrılan Tanpınar yapıtına uluslararası boyuttaki yerini verir.

İki kültür arasında sıkışmış mı dediniz?

Oysa benim için Avrupa’nın tarihine edebiyatına müziğine mimarisine özgü Barok estetikle bütünleşen kültürlerarası armonide yaşayan bir yazar.

Huzur’da aşk, felsefesiyle önemiyle büyüklüğüyle tüm şiirselliğiyle vardır. Okura gerçeklik hazzını veren onu büyüleyen Barok estetiktir. Eserin başarısı Tanpınar’ın bir illüzyonu okurlara yaşatabilme gücünde yatar.


- Berkiz Berksoy, HUZUR’da AŞK LABİRENTİ (2019)