Değerli Okurlar,

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın imza günü için, İstanbul’da Şişli Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde, Ali Somel’in moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşideydim.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde çalışmakta olan; planlama, kamulaştırma ve kalkınma politikası üzerine araştırmalarını sürdüren Ali Somel’in bu söyleşiyi son derece önemli, yetkin sorularla yürütmüş olduğunu belirteyim. Okuyan’ın Ağustos 2025’te çıkan, aynı ay içinde dört baskı yapan kitabı Devrim üzerine gerçekleşen bu söyleşiden çok etkilendiğimi de söyleyeyim.

"Ülkeyi devrimle nasıl buluşturacağız?"

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, 13-14-15 Eylül 2025 tarihlerinde, sırasıyla İzmir, İstanbul ve Ankara’da son kitabı Devrim üzerine söyleşiler yaptı. 14 Eylül 2025’te İstanbul’da yapılan söyleşiye, TKP üyeleri ve gönüllüleriyle birlikte, Atatürk ilke ve devrimlerini korumayı ve yaşatmayı amaç edinmiş Toplumsal Haber emekçileri, yazarlar olarak, bizler de davetliydik.

İstanbulluların birlikte yanıt aradığı sorulardan biri "Ülkeyi devrimle nasıl buluşturacağız?" ötekiyse "Türkiye siyasetinde emekçiler, yurtseverliğe ve laikliğe nasıl el koyacak?" idi.

Kemal Okuyan, TKP’nin emekçilerle devrimi nasıl buluşturacağını şu sözlerle açıkladı: "Bir yükseliş olur, orada ülkenin komünist partisi ağırlığını koyar. Devrimci yükselişi, sosyalist devrime bağlamaya çalışır." dedi. Türkiye’nin sayısız aydını olduğunu, dolayısıyla iktidarların Türkiye’yi bir türlü tüketemediklerini, en gerici yörelerde bile bu ülkeden, umut veren insanların çıktığını söyledi.

Bugünün AKP iktidarının İstanbul’un tarihine ve kültürüne belirgin biçimde, bilinçli olarak saldırı gerçekleştirdiğini, dedi tarihi ve kültürü yıkmaya çalıştığını belirtti. Dolayısıyla Türkiye’nin tamamında örgütleşmiş emekçilerin devrimci dönüşüm hegemonyasının, bu büyük yıkımı yaşayan İstanbul’da kurulmasının, başlıca koşul olduğunun altını çizdi.

Cumhuriyetçi birikimimizle siyasette güçlü bir duruş sergileyebilir miyiz?

Televizyon ekranlarından bildiğim siyasetçi Kemal Okuyan’ı o salonda kanlı canlı görmüş, tertemiz Türkçesini dinlemiş, sürçmeyen bir dille yaptığı Marksist açıklamaları izlemiş, akademik düzeydeki söyleşi boyunca tutarlılığını görmüş biri olmaktan sevinç duydum.

Komünist değilim. Fransa’da yaşadığım yıllarda kendime en yakın bulduğum siyasetçi Mitterrand idi. 1996’da Türkiye’ye döndükten sonra kendi ülkemde Ecevit yanlısı oldum. 2000’lerde AKP ile başlayan sürecin -önünden sonuna- karşıtı olarak yaşadım.

Söyleşi sırasında Kemal Okuyan, yukarıda açıkladığım nitelikleriyle günümüz iktidarının ve muhalefetinin o yorucu, o bildik, o gerçek olmayan oportünist söylemlerinden, onların saf dışı bıraktıkları o temiz Türkçeyi kullanarak, beni koparmayı başardı.

Son nefesine kadar Atatürk ilkelerine ve devrimlerine bağlı kalacak bir yurttaş, bir vatandaş olarak şunu da ekleyeyim: Günümüz Türkiye siyasetinde, Kemal Okuyan’ın varlığı, değerli ve göz alıcı. İnsanın ruhunu aydınlatan söylemiyse, içinden geçtiğimiz şu karanlıkta umut verici.

Atatürk’ümüzün devrimci kişiliği dahil olmak üzere, gelmiş geçmiş devrimci ve devrimler üzerine yaptığı mantıklı karşılaştırmaları, bir Marksist olarak tarihsel koşullar, toplumsal sınıflar ve ekonomik bağlamda ele alarak değerlendirmesi, bilgi dağarcığımı genişletti.

Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz”

Bir süre önce TKP’nin öncülüğünde gerçekleşen “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlıklı geniş katılımlı imza kampanyasına ben de katılmıştım. Amaç; Türkiye’nin cumhuriyetçi birikiminin, ülkenin mevcut gidişatına karşı, güçlü bir duruş sergilemesiydi.

Bu bildirinin metni şöyleydi:

" Barış ve kardeşlik istiyoruz. Biz aşağıda imzası yer alanlar Türkiye’nin cumhuriyetçi birikimini bu iddianın arkasında durmaya çağırıyoruz: Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz. Barış ve kardeşlik istiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını, yeni-Osmanlı hayallerini, Türkiye İmparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmaları, ümmetçiliği, etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapı ve kurumları istemiyoruz. Barış ve kardeşlik ve de bağımsız ve laik bir ülke, eşitlikçi bir düzen, planlı bir ekonomi istiyoruz. Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz." diyordu.

TKP "Cumhuriyetçi birikimi antikapitalist bir zeminde yeniden ayağa kaldırmak için" üzerine düşeni yapacak. TKP "Emperyalizme, sömürüye, tarikatlara, yayılmacılığa, Cumhuriyet düşmanlığına" karşıdır diyor Kemal Okuyan.

Diyor ki:

Mustafa Kemal’in "Anadolu’daki direnişte bir birikimden yararlanarak başarıya ulaşmasındaki rolü için çok şey söylenebilir ama ben en fazla Osmanlı İmparatorluğu’nun ideolojik ve kurumsal mirasından uzak durmasını önemsiyorum."

Diyor ki:

Türkiye tarihinin şu ana kadarki en önemli devrimci dönüşümünün yaşandığı bir kesite sırtımızı dönemeyiz. Oysa bugün AKP, CHP ve İYİ Parti "1919-1923 uğrağının devrimci içeriğinden kurtulmak" istiyor. Kurdukları düzeni korumak istiyorlar. Köhnemiş kurumların yıkılması, yerine yenilerinin kurulması konusunun unutturulması günümüz düzen siyasetinin bütün unsurlarının ortak arzusudur. "Osmanlı ile uzlaşma bütün düzen muhalefetinin gündemindedir."

Diyor ki:

Bugünün Türkiye’sinde 'Atatürk milliyetçiliği' ifadesi çoğu zaman laiklik, bağımsızlık ve cumhuriyet değerleriyle özdeşleşiyor ve bu, ideolojik bir yakınlaşma için önemli bir zemin sunuyor. Biz parti olarak milliyetçiliğin her türüne karşıyız. Ama biri kendine ‘Atatürk milliyetçisiyim’ dediğinde neyi kastettiğini anlıyoruz. Irkçı olmadığını, cumhuriyet değerlerine sahip çıkılması gerektiğini anlatıyor. Bu tanım salt bir etiket değil, politik bir pozisyon anlamı taşıyor.

Atatürk’ün düşünceleri / Marks’ın düşünceleri

Okuyan’ın yukarıdaki açıklamalarına dayanarak, Atatürk ve Marks arasında düşünceler bağlamında hangi ortak ve zıt noktalar olduğunu görmek istedim.

1.Her iki ideoloji, emperyalizme karşı savaşımda benzer bir dil kullanmakta. Anti-emperyalist mücadele yürütmek temel ortak nokta olarak görülüyor.

2.Atatürk’ün modernleşme ve laikleşme hedefinde, din devlet işlerinden ayrılıyor. Marks ise dini üstyapı kurumu olarak ele alıyor ve toplumsal rolünü eleştiriyor. Ancak ikisinde de akıl, bilim, sekülerlik vurgusu varr.

3.İkisinin düşüncesi de halkı önceliyor. Ancak Atatürk, millet birliği temelinde halkın çıkarının korunması söyleminde. Marks ise sınıf mücadelesi üzerinden toplumun dönüşmesini konuşuyor.

4.Kemalist ideolojide, bir ulusun inşasında, tüm yurttaşlar hukuksal olarak eşit. Marksist ideolojiyse sınıfsız, sömürüsüz bir toplum ideali ortaya koyuyor. Ve ikisi de aristokrasiye, imtiyazlara, feodal yapılara karşı.

Rusya’da Komünist devrim Osmanlı’da Ulusal bağımsızlık devrimi

Bir Marksist olarak Kemal Okuyan diyor ki : "Olaylara sınıfsal açıdan bakmak durumundayız. Türkiye’de kapitalizm geliştikçe toplumsal eşitsizlikler de derinleşti ve bir noktada Cumhuriyet’in temel referanslarını kemirmeye başladı."

Elbette doğru…

Atatürk’ün kurduğu CHP’nin Altı Ok ilkeleri belli: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik (İnkılapçılık).

Unutmayalım ki 1919-1922 dönemi ulusal bağımsızlığı, işgalin yurttan defedilmesini öncelik edinmişti. Bu bağlamda, o sıralarda saray ve çevresi dışında alfabeden ve insanlıktan habersiz, eğitimsiz ve sanayisiz Anadolu’da, bir toplumsal çelişkiler boyutu ne kadar söz konusu olabilir ki?

Öte yandan 19.yüzyıldan itibaren Rusya’da Plehanov, Menşevikler ve Bolşevikler’in başlatıp geliştirdikleri güçlü bir Marksist gelenek var. Yeraltı örgütlenmeleri, grev deneyimleri ve sürgünlerde gelişmiş siyasi teoriler var ve gruplar kent merkezlerinde toplaşmış, örgütlü bir "Devrimci parti" hazırlığı içindeler. Köylülere gelince; Çarlık yönetimine ve toprak sahiplerine nefretleri büyük.

Rus köylüsünün derdi ulusal kimlik değil “toprak” ve “ekmek”. Çarlık Rusya’sı homojen bir devlet değil. Ukraynalılar, Gürcüler, Ermeniler, Baltık halkları, Orta Asya halkları gibi onlarca etnik topluluktan oluşuyor. Çar’ın devrildiği 1917 Şubat Devrimi sonrası kurulan liberal–ulusalcı Geçici Hükümetse köylülere toprak dağıtmıyor, işçilerin taleplerini karşılamıyor ve savaşa devam ediyor.

Dolayısıyla ulusçuluk, imparatorluğu birleştirmeyecek tersine parçalayacak bir ideoloji gibi. İşte Marksist Bolşevikler, "Ulus için özveri" çağrısı yerine, "Barış, Ekmek, Toprak" sloganıyla devrimci enerjiyi üstleniyorlar. Lenin "her halkın kendi kaderini tayin hakkı" sloganıyla, Rus olmayan halkların da desteğini alıyor ve sosyalist enternasyonalizmi yöneterek komünist devrimi gerçekleştiriyor.

Şimdi o günkü Türkiye’ye dönelim

Coğrafyası itibariyle Osmanlı da çok uluslu yapıya sahip ama Balkanlar’da ve Arap bölgelerinde milliyetçilik yükselmiş durumda. Gayrimüslim uluslar birer birer ayrılıyor ve sonra geriye kalan Müslüman-Türk nüfus için "Türk ulusalcılığı" güçlü bir kimlik zemini. Osmanlı çözülmekteyken Gazi Mustafa Kemal ulusalcılığın öne geçtiğinin çoktan ayırdında ve ulusalcı çizgide kalarak sosyalizme kaymıyor.

Zaten Osmanlı’da sosyalizm için bir kitlesel dayanak yok ki.

Toplumun ağırlığı sanayi ve örgütlü işçi değil köylü ve esnaf. Bu gruplar "din" ve "ulus" söylemlerine açık. Birinci Dünya Savaşı içindeki Osmanlı’nın imzaladığı Sevr Antlaşması, ülkenin parçalanması tehlikesini doğurmuş durumda.

Bir sınıf mücadelesi değil, vatanı kurtarma duygusu öne çıkıyor.

Dolayısıyla "Anti-emperyalist ulusalcılık" sosyalizmden daha güçlü bir mobilizasyon sağlıyor. Yalnızca birkaç aydın arasında bilinen, dar çevreli Osmanlı Sosyalist Fırkasına karşın, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının oluşturduğu öncü kadro, asker ve bürokrat kökenli. Ulusal egemenlik ve bağımsızlık zihniyetiyle ve meşru görülen saltanat ve hilafet kurumlarını kullanarak, yerine ulus-devlet meşruiyetini getiriyor ve ulusal bağımsızlık devrimini gerçekleştiriyorlar.

TKP’den yana şunları söyleyebilir miyiz?

Marksizm ile Kemalizm arasında anti-emperyalizm ve modernleşme düzleminde yönetme biçimlerine bağlı bir yakınlık görsek de sonuca bağlayan hedefler, ekonomi anlayışı ve toplumsal teori bakımından, ciddi ayrılıklar olduğu ortada.

1.Kemal Okuyan’ın TKP’si kendini net biçimde Marksist-Leninist konumlandırıyor. Bunu net olarak gördüm ve anladım.

2.Kemalizm’i tarihsel, ilerici bir moment olarak alıyor ve onunla özdeşleşmiyor.

3.Buna karşın, anti-emperyalist söylemde, AKP iktidarına karşı. Ancak özellikle Batı ve ABD’yle ilişkilerde, Kemalist kesimlerle söylem yakınlığı kurması biz Atatürkçüler için bir kazanım sayılır, öyle de olmayı sürdürecektir.

4.TKP’nin dinin siyasetteki rolüne karşı tavrı da net. Bu duruşu laiklik duyarlık taşıyan kesimlerle arasında bir ortak zemin sağlayabilir.

5.TKP kapitalizme kökten karşı. Bu yönüyle Kemalizm’den farklı ama neoliberal politikaların yarattığı yoksullaşmaya karşı alternatif arayanlara seslenebileceği kuşkusuz.

Nitekim 14 Haziran 2025 söyleşisinde, sermayenin toplumsal hayatta istilacı bir tür olduğunu; bugün Türkiye’de emek-sermaye çelişkisinin her şeyin başı olduğunu ve ülkenin kurtuluşunun, sermaye sınıfının, patronların, bozguna uğratılmasıyla gerçekleşeceğini vurguladı.

6.TKP’nin ülkemizde kitle gücü aydınlar, belli işçi çevreleri ve gençlik içinde örgütlü. Ve Türkiye’nin uçuruma yuvarlanmasına karşı, haklı olarak ve iyi niyetle, Cumhuriyetçileri gönüllü üye olmaya çağırıyor.

7.Tüm bu yönlerine karşın, ulusalcı-laik kesimlerin, TKP’nin sınıfsal ve devrimci yaklaşımını fazla radikal bulacağı büyük olasılık. Dolayısıyla bu kesimin Okuyan’ın gönüllü üyelik çağrısına hızla yanıt vermesi, en azından şimdilik olası olmayabilir.

Boşuna mı umutlanalım diyenlere belki de yanıt şu

TKP’nin yürüttüğü savaşım dikkatle izlenmeli.

Atatürkçüler olarak, onun laiklik, emek mücadelesi, anti-emperyalizm ve eşitlikçi idealler konusunda içten bir mücadele izlediğine dikkat etmeli.

Güncel iktidardan kurtulmak isteyenler için umut verici bir ideolojik destek sağlayabileceği görülmeli.

TKP her zaman bir seçim partisi olmadığı dile getiriyor.

Dolayısıyla bir "iktidar alternatifi" olmaktan çok bir "örgütlenme, bilinçlendirme, direnç odağı" rolü oynamakta. Yurdunu sevenlerin üye olduğu, gönüllü üyeliği benimseyen bir oluşum.

Toplumsal ağırlığı, iktidarı değiştirecek düzeyde olmadığına göre, örgütleyici gelenekten gelen TKP’nin daha geniş bir demokratik, sol, ilerici ittifak içinde anlamlı katkı yapacağı kuşkusuz.

İktidarı devirebileceğimizi umut edebilir miyiz diye kendimize soruyorsak…

Umudumuzu korumak ve gerçekçi olmak adına, TKP’nin Türkiye’deki demokratik, laik, emekten yana güçlerin bir parçası olarak bu rolü oynamasını sağlamalıyız diye düşünüyorum.

Engels Komünist Manifesto’da modern kapitalist sınıfı "ücretli işçi çalıştıranlar, toplumsal üretim araçlarının sahipleri" olarak tanımlıyor.

Başka ne denebilir ki? Öyleler elbette.

Gene Engels ve Marks "aynı zamanda kapitalizmin giderek kontrolden çıkacağını, küçük bir azınlığın elinde servetin ve gücün toplanacağını, toplu yoksulluklar yaratacağını, çoğu insanın potansiyelini ortaya koymak yerine gündelik hayatta kalma telaşında bulunacağını, sık ve büyük yıkıcı ekonomik krizlere yol açacağını da söylemiş."

Manifesto'ya göre "Kapitalist ilerleme sonucunda doğal çevrenin zarar görmesi, ekonomik rekabet sebebiyle kapitalist ülkelerin askeri çatışmalara ve savaşlara girmesi gibi yıkıcı sonuçlar beklenmeli. Bu sonuçlardan kurtulmak için Marx ve Engels'in sunduğu tartışmalı öneriyse Kapitalizmin kaldırılması ve yeni bir sistemle değiştirilmesidir. Bu sistemi toplumun çoğunluğu tarafından, demokratik şekilde, toplumun ve ekonomik kaynakların kontrol edilmesi, diğer bir deyişle komünizm olarak tarif etmişler".

Bugün dünyada gözle görülen durum bu değil mi?

Yoksa bundan sonrası gene "Komünizm" ama bir başka türlü mü?