“Milli görüş gömleğini” çıkardıktan sonra ‘özellikle’ kadın mağduriyeti üzerinden politika üreten ve kadınların mücadelesi üzerinden yükselen AKP, kabul etmeli ki toplumsal hayatta türbanlı kadınlara daha fazla yer açtı. Ancak Erdoğan iktidarı boyunca yaptığı gibi, bu kez de kadınları çemberin dışına ‘süpürerek’ gönül borcunu ödüyor!

AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin iddialı bir çıkış yaparak her ne kadar “AKP’den önce kadının adı yoktu” dese de, AKP’li kadınlar, bizzat Erdoğan’ın talimatıyla AKP’den önceki sınırlara ‘süpürülmeye’, yeniden “adsız” bırakılmaya hazırlanıyor. Hakkını teslim etmeli, o kadınlar ki ev ev dolaşıp örgütlenmeyi sağladı. Üniversitede, kamuda inancına göre giyinmek için varlık savaşı verdi. Bu politikanın yıllarca ekmeğini yiyen AKP, bugün hala en çok oyu kadınlardan alıyor. Ama ‘ortaçağ artığı’ birkaç cemaat için kadınlar yine ‘evlerine süpürülmek’ isteniyor. Kadınların sokaktaki, iş hayatındaki varlığından, dışa dönük yaşamlarından rahatsız olan bu kör karanlık zihniyet, kadınların “birey” olduğunun kabul edildiği bir sözleşmeye kafayı takmış durumda. İstanbul Sözleşmesi’nden bahsediyorum. Hani şu insanımızın bihaber olduğu, bu sözleşmenin neyi taahhüt ettiğini bilmediği sözleşme. Sokakta sormuşlar, “İstanbul Sözlemesi kalksın mı?” diye, “Bence de Boğazlar kapatılmalı” diye yanıt verenler olmuş! Keşke elimizdeki o telefonları her paylaşımın altına çemkirmek için değil de arada hayırlı işler için de kullanabilsek. 

Yeri gelmişken “İstanbul Sözleşmesi nedir?” tekrar anlatalım. Çok defa tekrar edelim ki birini değilse bir diğerini okursunuz belki. İstanbul Sözleşmesi kadını “BİREY” kabul eden ve onu fiziksel ve psikolojik ŞİDDETTEN korumayı taahhüt eden bir sözleşme. Hepsi bu! Bu sözleşmeye imza atanlar kadınlara diyor ki; “ev içinde gördüğün şiddetten seni DEVLET olarak ben koruyacağım.”

Dün ve bugün bir görüntü yayınlandı haberlerde. Bir “erkek”, karısını balkonda bayıltana kadar dövüyor ve bu sırada komşuları hem şiddeti kaydediyor hem de erkeğe “bırak kadını” diye seslerini duyurmaya çalışıyor. Erkeğin komşulara verdiği cevap her şeyin özeti: “Karım değil mi, size ne?” İşte gerici, çağ dışı, yobaz cemaatlerin olaya bakışı tam olarak bu; “kadının kullanım hakkı” soyadını taşıdığı erkeğe ait görülüyor. “Benim değil mi?”… Döverim, söverim, kırarım hatta öldürürüm; sen devlet de olsan “özel mülke, kullanım hakkı bana ait olana, benim olana karışamazsın!”…  “Aile bütünlüğünü bozuyor” dedikleri şey bu!

GERÇEĞİ BİR YERE KADAR GİZLEYEBİLİRSİN!
Muhalefet, İstanbul Sözleşmesi konusunda ortak bir tavır takınır beklentisindeydim; çünkü hepsi kadın örgütlerine sahip. Ve yapılan anketlere göre kadınların çok büyük bir oranı bu sözleşmenin kalkmasını istemiyor. Liderler de partili kadınların ve kadın seçmenlerinin sesine kulak verir diye inanmıştım. Ama görünen o ki, erkek erkekliğinden, yobaz yobazlığından ödün vermiyor. Günün sonunda her ideoloji kendini ifşa ediyor. Mesela son seçimlerden beri açıklamaları ile Z kuşağının “Tonton Dedesi” haline gelen ve toplumsal balık hafızamızın bir sonucu olarak neredeyse “Komünist Temel” olarak nitelendirdiğimiz Temel Karamollaoğlu da bu sözleşmeden rahatsız olduğunu açıklamış. 

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, İstanbul Sözleşmesi’ne itiraz ederken diyor ki; “Bir kadın telefon açıyor, polis geliyor, ‘durduk yere’ bir adamı alıyor”… Bu sözleşmenin “kadınlara şiddet görürlerse yarım saat içinde kapısına polis gelmesi güvencesi verdiğinin” hatırlatılması üzerine Karamollaoğlu, “O da diyor ki ‘Sen bana bunu yaparsan ben de senin canına okurum’ diyor, gidiyor kadını öldürüyor.”…

Ne diyelim; katranı kaynatsan olur mu şeker; o cinsi tükürülmeye bile değmeyen ille de cinsine çekecek!