ABD’de 54 senatör ABD Başkanı Joe Biden’a gönderdikleri mektupta, insan hakları sicilini iyileştirmesi için Türkiye’ye baskı yapılmasını istedi. Senatörler mektupta, "Erdoğan’ın ülkesini giderek otoriterleşen bir rotaya soktuğunu ve sistematik olarak ülkedeki muhalefeti ötekileştirdiğini, eleştirel medya kuruluşlarını susturduğunu, bağımsız hakimlerden kurtularak yerlerine partisine yakın isimleri atadığını ve birçok gazeteciyi hapse attığını" söylediler. Erdoğan’ın darbe girişiminden sorumlu tuttuğu yurtdışındaki Türk vatandaşlarının susturulmasını istediğini öne süren senatörler, Fethullah Gülen'e "baba" diyen NBA oyuncusu basketbolcu Enes Kanter'i bu iddiaya kanıt olarak gösterdi.

Türkiye, bu mektuba sessiz kalmadı elbette. Meclis'te partiler bir araya gelerek bu mektuba sert bir karşılık verdiler. Ancak bu bildiride dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar var.

58 AKP'li, 15 CHP'li, 11 MHP'li ve 2 İYİ Parti'li olmak üzere toplam 87 milletvekilinin imzasını taşıyan bildiride özetle "FETÖ üyeleri ve propagandacılarını, 'insan hakları savunucusu' kisvesi altında masumlaştırmaya çalışmayın; FETÖ, PKK, YPG gibi örgütlerle iş birliği yapmayın" deniyor. Buraya kadar her şey normal.

AMA...

Milletvekilleri, "ABD Kongresi'ni basan protestocuları 'terörist' ilan edenlerin; FETÖ'nün üyeleri ve propagandacılarını, 'insan hakları savunucusu' kisvesi altında masumlaştırmaya çalışmaları, içinde bulunulan derin çelişkiyi göstermektedir" ifadelerinin kullanıldığı mektuba imza atarken, Türkiye'de sistem değişikliğine "Hayır" diyenlerin, Millet İttifakı'na destek verenlerin, feministlerin, öğrencilerin, işçilerin, LGBTİ bireylerin hatta pazarcıların, esnafın bu ülkede düzenli olarak "terörist" damgası yediğini unutmuş olmalı!

BİZE YALAN SÖYLÜYORLAR, İŞTE KANITI!
Bildiride dikkat çeken bir bölüm daha var: "Son olarak, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü konusunda her zaman olduğu gibi titizlikle hareket eden Türkiye, darbeci ve terörist katillere gereken cezayı vermenin de hukuk devletinin gereği olduğuna inanmaktadır" denmiş.

Neymiş efendim; "...insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü konusunda her zaman olduğu gibi titizlikle hareket eden Türkiye..." imiş. Şimdi, ya CHP ve İYİ Parti milletvekilleri imza attıkları metni okumadılar ya da hem Kemal Kılıçdaroğlu hem de Meral Akşener bize her gün yalan söylüyor. En azından her hafta yapılan grup toplantılarında bu iki liderin de "hukuk ayaklar altına alındı", "yargı bağımsızlığı kalmadı", "AKP kendi yargısını yarattı", "hukuksuzluk ve adaletsizlik her yerde" gibi serzenişlerini dinliyoruz. Bu milletvekilleri en azından bu maddeye şerh düşmeden imza attıklarına göre, liderler her hafta Meclis kürsüsünden bize hikayeler anlatıp seçmenin 'gazını' alıyor.

Aynı gün CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, "Sayın Erdoğan, bu mektuptan, tehditten etkilenip Doğu Akdeniz'de, Kıbrıs'ta, Ege'de, Suriye'de, hatta Libya'da taviz verirsen namertsin. Taviz vermeyeceksin, biz arkanda olacağız" açıklaması yapıyor. İnsan ilk önce tüm bunların şaka olduğuna inanmak istiyor. Çünkü; 2 Ocak 2020'de Türkiye'nin Libya'ya asker göndermesinin yolunu açan Cumhurbaşkanlığı tezkeresine CHP, İYİ Parti, HDP, TİP ve Demokrat Parti "ret" oyu vermemiş miydi? Aynı Engin Altay, kameraların karşısında övünerek "Libya ile yapılan uluslararası anlaşmaya ret oyu verdik. Erdoğan Libya petrolünün peşinde, buna izin vermeyeceğiz" dememiş miydi?

İnsan merak ediyor; ne oldu da "Libya'da taviz verirsen namertsin" noktasına gelindi? Günün sonunda hep haklı çıkan Erdoğan olacaksa ve hep onun arkasında hizalanacaksanız neden Erdoğan'a değil de size destek verelim. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

Tüm baskıcı yönetimlerin başına CHP gibi bir ana muhalefet diliyorum! Belli ki şimdi de Erdoğan yüzde 50+1'i garantileyemediği için anayasa değişikliğine destek verip yeniden onu Saray'a gönderecekler. Artık yaşanacak hiçbir şeyin şaşkınlık yaratmayacağından eminim.

AKP'NİN 1921 ANAYASASINA DEPREŞEN AŞKI!
Ülke, her bölgesiyle var olma çabası verirken belli bir kesimin desteğini alan bazı kişiler/oluşumlar kendi bölgesinde küçük muhtariyetler kurmuşlar ve Mustafa Kemal büyük bir başarı sergileyerek onları tek çatı altında toplanmaya ikna etmişti. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti böyle bir birliktelikti. TBMM'nin 1920'de kurulmasıyla bu cemiyetler Meclis çatısı altında temsil edilirken, yapılacak Anayasanın bu temsiliyeti güvence altına alması önemliydi. İşte 23 madde ve bir özel maddeden oluşan, TBMM'nin kurulmasını tescilleyen ve halkın iradesine sahip çıkma iddiası taşıyan 1921 Anayasası bu koşullar altında çıktı.

Peki bugün Meclis, 'meclis' olma özelliğini kaybetmiş, 'temsili' bir hal almışken halkı kim temsil edecek? Birinci soru bu. 1921 Anayasası'nda "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyor. Bugün bizi yöneten iktidarın önemsediği 'millet' mi 'ümmet' mi tartışılır ama hadi bunu da geçtik, egemenliği kayıtsız şartsız millete bırakmaya yanaşmayacağını hepimiz çok iyi biliyoruz. Daha üniversitelerde rektör seçimini özgür bırakmayan, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alan, tutuklatan iktidar bu. Hiçbir kararı millete bırakmayacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok; yaklaşık 20 yıldır bu takiyeci zihniyet tarafından yönetiliyoruz çünkü.

İktidarın 1921 Anayasasına aşkının depreşmesinin Meclis'i ve halkın temsiliyetini güçlendirme amacı taşımadığı çok açık. AKP, "Devletin dini İslamdır" maddesiyle ya dindar çevreyi kendi etrafında kenetlemek niyetinde -ki Ayasofya baş imamının coşkulu hali bunun alıcısının çok olacağını gösteriyor- ya da 'yerel özerklik' tartışmalarıyla Kürt oylarının peşinde; ki Kürtler bu tuzağa asla düşmez demek de çok iddialı olur.