Anadilde ibadet konusunun en önemli alanlarından biri de hutbe meselesidir. Hutbe, Cuma namazında yer alan dinsel söylev için kullanılan bir sözcüktür. Sözcüğün kökü zaten hitap etmek fiiline dayanıyor. Hitap etmek, bir nevi söylev vermek demektir. Gerçi söylev sözcüğü Arapça nutuk sözcüğünün karşılığı olarak türetilmiş bir öz Türkçe sözdür. Ama hutbe yerine de kullanılabilir. Bu arada nutuk sözü aslında Arapçada konuşmak anlamına geliyor.

Cuma namazında hutbe okumak farz kabul ediliyor. Başka bir deyişle hutbesiz Cuma namazı olmaz. Hutbede Allah’a övgü, peygambere saygı içeren sözler söylemek hutbenin rükûnlarındandır. Buna hamdele ve salvele deniliyor. Daha sonra halifelere saygı içeren sözler de söyleniyor. Özellikle de hutbenin okunduğu zamanda başta olan devlet başkanına / sultana saygı sunmak da hutbede yer alan bölümler arasında bulunuyor. Bu bölüm; “adına hutbe okutmak” ifadesiyle dile getirilen bir egemenlik işareti olarak Müslüman devletlerde olmazsa olmaz bir meşruiyet alameti kabul edilmiştir.

Hutbede asıl kısım dinsel ya da siyasal, toplumsal öğütlerin yer aldığı kısımdır.

Hutbenin hutbe olabilmesi için başka bir deyişle dinsel bir gereklilik olarak yerine getirilmiş olması için kesinlikle Arapça okunması / söylenmesi gerektiği şeklindeki görüş, İslam ulemasının ezici çoğunluğunun ısrarla savunduğu bir görüştür.

İslam dünyasının her yerinde hutbeler baştan sona yani her bölümü Arapça olarak okundu. Bu, yaklaşık 13 yüzyıl böyle sürdü. 19. Yüzyıla gelindiğinde ise kimi tartışmaların yapılmaya başlandığını görüyoruz.

Ali Suavi, 1870’te Ulum Gazetesi’nde yazdığı “Zamane Hutbesi” başlıklı bir makalesinde bu konuyu işlemiştir. Ali Suavi, dinde Türkçülük yahut Türkçeleşme düşüncesinin en ateşli savunucusudur. O, namazların da Türkçe kılınabileceğini ve hutbenin Türkçe okunması gerektiğini savunmuştur.

Ali Suavi’nin görüşleri, Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü düşünürler / aydınlar tarafından da savunulmuştur.

Muallim Naci ise, Medrese Hatıraları’nda hutbelerin sonunda okunan Bal Arısı Bölümü 90. Sözünü / Nahl Suresi’nin 90. Ayeti’ni aktarıp açıklayarak: “Şu makaleyi yazmakla her Cuma günü hutbe dinleyip hatibin en sonra ne dediğini olsun anlamak arzusunda bulunan ihvan-ı dine küçük bir hizmet arz etmiş olmaktan” bahsetmişti.

Bu konu Rusya Müslümanları arasında da tartışılmıştır.

Nitekim hutbeler konusunda dikkat çeken önemli bir girişimi ise Omsklu Niyazi Mehmet Süleymanov yapmıştır. Kendi okuduğu hutbelerden oluşan “Türkî Hutbeler” adlı kitabını Orenburg’daki Vakit Matbaası’nda 1910’da iki cilt hâlinde bastırmıştı. Rusya Müslümanları arasında bu hutbeler büyük yankı uyandırmış ve Osmanlı basınına da konu olmuştu.

Osmanlı Devletinde, Dr. Mefail Hızlı’nın aktardığına göre 1911 yılında Bursa’da ilk kez bir Cuma hutbesi Türkçe okunmuştu. Hüdâvendigâr Camii’nde hatip, hutbeyi önce Arapça olarak aktarmış, daha sonra öğüt-nasihat kısımlarını Türkçe olarak cemaate anlatmıştı.

Bu olay, hutbeyi veren hatip tarafından kaleme alınarak Sırat-ı Müstakim Mecmuası’nda yayımlanmıştı. Bu bilgiye göre; daha eski veya başka bir tarihsel belge yahut kayıt ortaya çıkana kadar bu uygulama bir ilk olma özelliği taşımaktadır.

Bu konudaki bir başka bilgi ise Hasan Basri Çantay’ın “Karesi Gazetesi”nin 10 Eylül 1916 tarihli nüshasında “Güzel Bir Hutbe” başlıklı makale-haberinde yer almaktadır.

Haberde: “…haber aldığımıza göre geçen Cuma, (Balıkesir) İbrahim Bey Cami-i Şerifinde Hafız İsmail Efendi Arapça hutbeyi müteakib olarak, hem de gayet selis ve açık bir lisan ile vaaz u nasihatte bulunmuş” denilerek hutbenin Türkçe öğüt kısımlarının kabul görüp yayılmasında büyük yararlar olacağı ifade edilmiştir.

Türkçe hutbe okunması örneklerinden biri de Cumhuriyet’in ilanı öncesinde, 24 Kasım 1922’de İstanbul Fatih Camii’nde Ayet-Hadis, Allah’a övgü, Peygambere de dua kısımları hariç; Kırşehir Milletvekili Müfit Kurutluoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra ise yaygınlaştırılması hedeflenen Türkçe hutbe okunması girişimleri sürmüş ve bu konudaki ilk resmi çalışma, 1927 yılında Diyanet İşleri Reisi Mehmet Rıfat Börekçi’nin imzasıyla yürürlüğe giren yönerge yoluyla gerçekleşmişti. Bu yönergede hutbelerin ayet ve hadis metinleri dışında kalan bölümlerinin Türkçe okunması istenmişti.

Bütün bu çabalara karşın dönemin İslam bilginlerinin çoğu Arapça dışında bir dille hutbe okunmasına karşı çıkmaya devam etti. Onlara göre hutbenin hutbe olabilmesi için Arapça okunması şarttı, anlaşılmaması önemli değildi.

1932 yılının Ramazan ayından itibaren uygulamaya konulan dinde Türkleşme ve ibadetin Türkçeleştirilmesi girişimleriyle birlikte Ocak ayında ilk deneme Dolmabahçe Sarayı’nda yapılmıştır. Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün buyruğuyla Hafız Yaşar Okur, ilk Türkçe Kur’an’ı Yerebatan Camii’nde okumuş ve bunu Fatih Camii’ndeki Türkçe ezan takip etmişti.

Bazı kaynaklarda geçtiği şekliyle tamamı anlamında ilk “Türkçe Hutbe” de 5 Şubat 1932 günü İstanbul Süleymaniye Camii’nde okunmuştu. Sadettin Kaynak’ın bu konudaki ifadeleri şöyledir:

“Fatih Camii’nde ilk defa olarak Türkçe Kur’an okudum. Bunu müteakip, Türkçe hutbeye sıra gelmişti. Cumhurbaşkanı: “Haydi bakalım. Türkçe hutbeyi de Süleymaniye Camii’nde oku! Amma okuyacağını önce tertip et, bir göreyim,” dedi. Yazdım ve verdim. Beğendi. Fakat: “Paşam, bende hitabet kabiliyeti yok. Bu başka iş, hafızlığa benzemez” dedim. “Zararı yok, tecrübe edelim” buyurdu. Bunun üzerine tekrar sordum: “Hutbeye çıkarken sarık saracak mıyım?” “Hayır, sarığı bırak… Benim gibi başı açık ve fraklı!” Ne diyeyim; inkılâp yapılıyor, peki dedim. O gün hınca hınç dolmuş Süleymaniye Camii’nde cemaat arasına karışmış yüz elli de sivil polis vardı. Bu tedbirin isabetli olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Ben Türkçe hutbeyi okur okumaz, kalabalık arasından bilahare Arap olduğu anlaşılan biri sesini yükselterek: Bu namaz olmadı, diye bağırdı.”

Bu aktarılan bilgiler ve Türkçe Hutbe, Akşam Gazetesi’nin 4788 numaralı ve 6 Ocak 1932 tarihli nüshasında şöyle geçmektedir:

“Dün Süleymaniye Camii’nde ilk defa olarak tamamıyla Türkçe hutbe okunmuştur. Süleymaniye Camii Türkçe hutbe dinlemek isteyen binlerce kişi ile dolmuştu. Kalabalıktan camiye girmeğe muvaffak olamayanlar karın altında dışarıda bekleşiyorlardı. On bin kişi kadar alacağı tahmin edilen Süleymaniye Camii’nde dün en aşağı 20 bin kişi vardı, beş bin kişi kadar da dışarıda bekliyordu. İç ve dış ezanlar okunduktan sonra Hafız Sadettin Bey minbere çıkmış ve: “Ey cemaat! Başlangıcı ile hutbesini okumuştur. Hafız Sadettin Bey hutbe arasında geçen bütün duaları da gene Türkçe olarak okumuştur. Hutbe esnasında ve hutbe bittikten sonra güzel sesli birçok hafız (Türkçe) tekbirler getirmişlerdir,” satırlarıyla yer almıştı.

Bu bilgiler son derece değerlidir. Ne var ki, 1911 ile 1922 yıllarında Türkçe hutbe okunduğu ve 1928 yılında ikinci baskısı yapılan Diyanet İşleri Reisliği’nin hazırladığı “Türkçe Hutbe” isimli kitap göz önüne alınacak olursa kimi kaynaklarda ve özellikle de internette yer aldığı şekliyle “ilk Türkçe hutbenin 5 Şubat 1932’de Süleymaniye Camii’nde okunduğu” bilgisi doğru değildir.

Ancak burada doğru olan bölüm şudur ki o güne değin hutbelerin yalnızca öğüt bölümleri yahut dinsel, siyasal ve toplumsal konuların işlendiği söylev bölümü Türkçe olarak okunmuşken, 5 Şubat 1932’de hutbenin tümü Türkçe olarak okunmuştur. Başka bir deyişle Allah’a övgü, peygambere saygı ve çeşitli dualardan oluşan bölümler de Türkçe olarak okunmuştur. Ne var ki bu uygulama kalıcı olamamıştır.

Evvelce Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan yönerge gereği hutbelerin, övgü ve saygı içerikli sözleri (hamdele ve salvele) ile ayet ve hadislerin özgün Arapça metinleri dışında kalan yerlerinin Türkçe olarak okunması uygulaması kalıcılık kazanmıştır. Bugün de hutbeler bu şekilde okunmaktadır. Günümüzde ayet ve hadislerin özgün metni okunduktan sonra Türkçeleri de okunmaktadır.

Emevi Halifesi Abdülaziz oğlu Ömer döneminden beri her hutbede okunan Bal Arısı Bölümü 90. Sözün / Nahl Suresi 90. Ayetin Arapça özgün metniyle birlikte Türkçesinin de okunması uygulaması yakın dönemde -yaklaşık 20 yıl önce- başladı. Bir cuma namazında bu uygulamaya ilk kez olarak tanık olduğumda hem çok şaşırmış hem de çok sevinmiştim.

Abdülaziz oğlu Ömer döneminden önce Muaviye’den itibaren o ayet yerine Hazreti Ali’ye yönelik küfür sözleri / sövgü sözleri okunuyordu.

Hutbelerin Türkçe okunması, Türk dili için inanılmaz önemde bir kazanımdır. Türk dilinin İslam mabetlerindeki yerinin genişlemesi, halkın ibadethanede Türkçe sözler duyması açısından ve ana diliyle olan bağını mabette de devam ettirmesi bağlamında son derece yaşamsal bir işleve sahip olan Türkçe hutbe uygulaması, Türkçe ezan ve Türkçe namazdan bile daha önemlidir. Türkçe hutbe uygulamasından önce Türk dili camilerde sadece vaaz bölümünde yer bulabiliyordu. Hutbe ile birlikte bu alan çok genişledi. Türkçe, Arapça karşısında aslında bin yıllık bir büyük utku / zafer kazanmış oldu.

Bu zaferin mimarı olan herkesi saygıyla anmak gerek… Sanıyorum en büyük saygıyı büyük Türkçeci düşünür, yazar, gazeteci, İslam bilgini ve vaiz Ali Suavi hak ediyor. Ziya Gökalp’i, Yusuf Akçura’yı Sadettin Kaynak’ı, Hafız Yaşar Okur’u, Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi’yi ve daha nice Türkçeci aydınlarımızı, din bilginlerimizi ve düşünürlerimizi de saygıyla anıyorum.

Hiç kuşku yok ki sunulacak saygı konusunda büyük devrimci, ulu önder Gazi Mustafa Kemal’in yeri eşsizdir. Atatürk’e olan saygımız, hayranlık ve sevgi duygularıyla perçinlenen kutlu ve kutsal bir saygıdır. O, ulusumuzun en büyük oğullarından biridir.

İnanıyorum ki, hepsinin kutlu tinleri; Bilge Tonyukuk’un, Bilge Kağan’ın, Kül Tiğin’in, Yollug Tiğin’in, Kaşgarlı’nın, Karamanoğlu Mehmet Bey’in tinleri ile birliktedir.

Bu arada Türk dil devriminin büyük adlarından biri olan değerli dilcimiz, Ermeni kökenli yurttaşımız, soyadı bizzat Atatürk tarafından verilen, rahmetli Agop Dilaçar’a da özel saygımı sunmak istiyorum. Onun Türkçe hutbe konusu haricinde dilimiz için yaptığı çalışmalar övgüyü hak eden, eşsiz önemde çalışmalardır. Ulu Tanrı tinine dinginlik versin, esirgeyiciliğini eksik etmesin.

Yeri gelmişken bir Gagavuz Türk’ü ve aynı zamanda bir Hıristiyan din adamı olan büyük Türkçeci Mihail Çakır’ı da saygıyla analım. Mihail Çakır, Gagavuz Türkçesini yaşatmak ve korumak için çok büyük mücadele etmiş Türkçeci bir din adamıdır. Türkçeye sahip çıkan ve katkı sunan, her dinden ve her kültürden Türkçecilere bin saygı, bin sevgi olsun…

Unutmayalım; Türkçe varsa biz varız, yoksa yoğuz.