2 Ocak’ta Ankara'da düzenlenen Şehir ve Güvenlik Sempozyumu'nda konuşan Erdoğan “Artık şehirlerimizin dış güvenliğini surlar ve hendeklerle koruyamayacağımız, içerideki düzeni de sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere gelmiş durumdayız. Öyleyse bu yeni duruma karşı yeni yaklaşımlar, yeni fikirler, yeni yöntemler geliştirmemiz gerekiyor. Her alanda olduğu gibi şehirlerimizin güvenliği konusunda da dünyadaki tüm örnekleri inceleyecek, ama sonuçta kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz" ifadelerini dinlediğimde içim cız etti, eyvah dedim!

Şehirlerin dış güvenliğinin surlar ve hendeklerle korunması zaten ortaçağda kalmıştı, ama “içerdeki düzen” konusunda kolluk dışında yapılanmalara ihtiyaç duyar hale gelmeleri meselesi çok ciddi bir konu. Daha önceleri de bu konuda analiz yazılar yazmış birisi olarak artık en tepeden seslendirilen “alternatif güvenlik birimleri” konusunu irdelenmeye muhtaç buluyorum.

ÖNCE KARAR VERİLİYOR SONRA “TARTIŞMAYA AÇILIYOR”MUŞ GİBİ YAPILIYOR
Biz aşinayız iktidarın bu tür “yeni yaklaşımlar, yeni fikirler, yeni yöntemler geliştirmek lazım” dediklerinde aslında her şeyin düşünülmüş, kararın çoktan verilmiş olduğuna. Hatta “dünyadaki tüm örnekleri inceleyecek, ama sonuçta kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz" türü sözlerin meali de bize göre çok açık. Demokratik dünyada, evrensel hukukta benzeri olmayan, kendine has bir sistem organizasyonunu kâğıt üstünde önce kendilerince tamamlıyorlar. Sonra kamuoyunda konuyu güya tartışmaya açıyormuş gibi yapıyorlar, sonunda tüm eleştirileri görmezden gelerek planlarını uygulamaya geçiriyorlar.

Yeni başkanlık sistemine geçilirken aynı formattaki cümlelerle toplumu buna hazırlamaya çalışmamışlar mıydı? Mart 2015’de Erdoğan kafalarındaki yeni sistemi topluma dikte ederken; “Dünyanın neresinde başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi uygulanıyorsa bir arı marifetiyle faydalı olanları alır kendi sistemimizi ortaya koyarız. Biz kendi sistemimizi kurma kabiliyetine sahip bir ülkeyiz” demişti. Gördük biz o arıların marifetini! Tüm sistem ‘herhangi bir tek adam’ için bile değil, sadece bir kişiye özel kurgulandı ve atı alan Erdoğan Üsküdar'ı geçti!

Şimdi “yeni iç güvenlik konsepti”ne geçişi topluma yavaş yavaş kabul ettirmek için aynı dili ve yöntemi kullanıyorlar. Dünyadaki tüm örnekleri inceleyeceklerini söylerken; gelişmiş demokrasilerin temel insan hak ve özgürlüklerini önceleyen, evrensel hukukun referansı olan ülkelerin model alınmayacağına keşke bu kadar emin olmasaydık!

BÖYLE BİR TOPLUMSAL TALEP VAR MIYDI?
“Şimdi nereden çıktı bu mesele, toplumda şehirlerimizin güvenliği konusunda böylesi bir talep mi vardı?” diye sormak lazım önce. Kendisini Cumhuriyet tarihinin en başarılı İç İşleri Bakanı olarak sunan Süleyman Soylu emrindeki güvenlik kuvvetleri şehirlerimizin güvenliğini ve içerdeki düzeni” sağlamaya yetmiyor muymuş?

Personel sayısı, bütçe, donanım, en geniş kanuni (hatta kanuni olmayan fiili) yetkiler ve her türlü olanaklar açısından en parlak dönemini yaşayan Genel Kolluk neyi istiyor da yapamıyormuş acaba? Bu makul soruların yanıtlarını hiç beklemeyin, konu bu çerçeve üzerinden tartışılmaya açılmayacak bile. Bence meseleyi yine “milli beka, PKK-FETÖ vb.terör örgütleri, milletin iç-dış düşmanları” gibi hamasi çerçevede, hukuki, somut ve iler tutar tabanı olmayan soyut kavramlar üzerinden tartışmaya açacaklar. Evrensel hukuk ve modern demokratik devlet anlayışına uymayan paramiliter yapılanmalara karşı olanlar şimdiden “vatan haini” damgasını yemeye hazırlasınlar kendilerini!

MESELE YİNE MİLLET VE DEVLET DEĞİL, İKTİDARIN GELECEĞİ
Son iki yazımda, iktidarın tüm karar ve uygulamalarının temel önceliğinin iktidarın ömrünü olabildiğince uzatmak üzerine kurgulandığını, yaşanan örnekler üzerinden ayrıntılı olarak ele almaya çalışmıştım. “Şehirlerin güvenliği” gibi ülkenin öncelikli ve acil bir sorunu yokken bunun şimdiden kulaklarımıza çalınması ne yazık ki bize, yine çok sıkıntılı kararların alındığını ve yürürlüğe konması için düğmeye basıldığını düşündürtüyor.

Burada bahsedilen “şehirlerin güvenliği” kavramından da, insanların can ve mallarının devlet sorumluğu çerçevesinde korunması ve mağduriyetlerin azaltılması için (mala ve cana karşı işlenen) adli suçlara karşı alınacak önlemlerin arttırılması anlaşılmasın. Bu fazla iyi niyetli ve naif bir yaklaşım olur. Çünkü onların tek derdi ve tasası, iktidarlarının ebediliğini riske edebilecek bireysel, örgütsel ve toplumsal itirazlar. Ülkede sorunlar büyüdükçe ve çözümsüzlük arttıkça, muhalefetten gelebilecek itirazlar tabanda karşılık bulmasın diye sindirme ve baskı politikalarına verdikleri ağırlık artıyor, daha da artacak.

‘KEFENLİLERE’ YENİ İŞ KAPISI
Zaten nerdeyse sıfırlanmış olan demokratik itiraz eylemlerinin son kırıntıları da, yeni güvenlik konsepti çerçevesinde oluşturulacak yarı resmi iç güvenlik birimleri vasıtasıyla ezilmeye çalışılacak. Reislerini kurda kuşa yem etmemeye (!) ant içmiş, daha önceleri beyaz perde ve masa örtülerini sarınmış olarak gördüğümüz ‘kefenliler’ zaten göreve hazırlar! Ayrıca “ne iş olsa yaparım abi”ci, niteliksiz yüzbinlerce işsiz gençlerimizin de geceden kuyruğa girecekleri açık.

Şehirlerin güvenliğinin sağlanması ile ilgili kolluk kuvvetlerinin yetki ve sorumluluklarını belirleyen mevzuatta yetersizlikler olduğuna ilişkin iktidardan veya toplumdan bir yakınma duyduğumuzu anımsamıyorum. Zaten böyle bir ihtiyaç olsa, bir torba yasaya konacak bir iki madde jet hızıyla çıkartılır, ışık hızıyla uygulama geçilirdi. Burada amacın, mevcut hukuki düzenlemelerden bağımsız ve iyi niyetli olmayan fikirler olduğunu düşünmemiz için çok fala sebep var.

“İÇ SAVAŞ KARARNAMESİ” İLK ADIMDI
20 Aralık 2017’de, kamuoyunda “İç savaş Kararnamesi” diye anılan 696 sayılı C.Başkanlığı KHK’sının yayınlanması devrim niteliğinde bir adımdı. Bu KHK ile “15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler kapsamına sokulacak girişimlerin bastırılması kapsamında hareket edecek sivillerin hiçbir sorumluluğu olmayacağı hususu düzenlendi. Siyasal iktidara karşı yürütülen demokratik muhalif eylemlerin bu kapsamda suç olarak değerlendirilmesine de iktidar güdümlü yargı karar verecek tabi ki.

Özellikle seçim dönemlerinde kutuplaşmaların keskinleştirilmesi, kendi seçmenlerinde ‘ne yapsalar cezasız kalacağı’ duygusunu oluşturmaları boşuna değildir. CHP genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na, aydınlara, muhalif gazetecilere vb. yapılan saldırılarda faillere değil ceza vermek, onurlandırılmaları hep bu ‘cezasızlık’ duygusunun pekiştirilmesi içindi. Şimdi ise daha ileri bir adımın planının yapıldığı anlaşılmaktadır.

GESTAPO VE DEVRİM MUHAFIZLARI ÖRNEKLERİ
Var olan demokratik yasaların zaten uygulanmamasına ek olarak, bir de iktidar fedaisi yarı-resmi örgütlenmeler oluşturmak istedikleri anlaşılıyor. Gezi direnişinde “evde zor tuttukları yüzde elliyi” artık (ceza korkusu olmaksızın) sadece palalarla ve sopalarla değil, devletin meşrulaştırdığı silahları ile muhalefetin karşısına daha rahat çıkartılabilecekler böylece.

Dünyadaki tüm örnekleri inceleyeceğiz” diyor ya Erdoğan, aslında demokratik dünyada değil ama totaliter yönetimlerde bir kaç örnek var. Paramiliter (yarı resmi) gönüllü örgütlenmeler denilince Almanya'dan "Gestapo” ve İran'dan "devrim muhafızları” örnekleri ilk akla geliyor. Bizden de bir örnek istenecek ise, kısa süre önce deneyimlenmiş yerli ve milli (yarı resmi olamasa da) "Halk Özel Harekât-HÖH" modeli var!

İşin özeti şudur; siyasal iktidar demokratik seçimler sonucunda mevcut pozisyonunu kaybetme riskinin büyük olduğunu görüyor. Bunu bir şekilde önleyebilmek için muhalefetin toparlanamamasını ve Millet İttifakı gibi güç birliği oluşumlarını engellemeyi, muhalefeti kriminalize ve terörize etmeyi, korkutma ve baskı siyasetini elzem görüyor.

Genel kolluğun (devleti değil) siyasal iktidarı koruma ve kollama çabası mevcut Anayasa ve yasalar çerçevesinde sınırlı kalıyor. İktidar için bunlar yeterli değil, mevcut yasal sınırlar ötesinde ‘zinde kuvvetlerin’ cezasızlık güvencesinde eylemliliklerine ihtiyaç duyuyorlar belli ki. Siyasal iktidarın bekası, ülkenin bekası olarak sunulmaya devam edilecek ve iktidar politikalarına karşı olanları çok daha sert yaptırımlara uğratılacak.

Bu konunun doğrudan ilgili olduğu 15 Temmuz sonrası “kayıp silahlar”, seçimler öncesi silahlanmalar, Erdoğan’ın bahsettiği “seçim sonrası A,B,C planları” meselelerini ise bir sonraki yazımda ele almayı planlıyorum.