"İnsan, kendisinden geriye ne kaldığını merak ettiğinde, sadece vicdanıyla yüzleşir."  Jean-Paul Sartre

​**
O,
​Ernesto ‘Che’ Guevara...
Bir doktor, bir devrimci ve bir yazar. Vicdanı pas tutmadan yaşama direnen; sadece Küba'nın değil ezilenlerin, sömürülenlerin, susturulanların bir umudu, bir figürü olmayı başaran bir insan...

​Onun için hayat, adını ve ruhunu yitirmeden insan olarak kalabilme mücadelesi:
 “Hayat ne aşk davasıdır ne de ekmek kavgası… İnsan kalabilme mücadelesidir; şerefinle, onurunla, namusunla” sözünü de bir ideoloji değil, insanlığa bir çağrısı olarak görmeliyiz.

Ne yazık ki,
O, “onur, namus, şeref” için savaş verirken,  bugün bu kelimelerin anlamını Google’dan arar haldeyiz.

​Yıl 2025.
Kaosun, çelişkinin, çatışmanın ama aynı zamanda hâlâ umut taşıyan insanların zamanı...

Kimi aç, kimi yorgun da olsa yaşanıyor; hissediliyor, direniliyor hatta düş de kuruluyor.

Bazen her şeyin farkındayız da peşinde değilmiş gibi sözlerimiz, davranışlarımız...

Mesela,
Sosyal medyada “ben” diyen, ama aynaya bakmaktan dahi  korkan,kimlikleri çok ama kişilikleri fluleşenlere ne diyeceksiniz?

Görmeyen, duymayan ve konuşmayan fakat teknolojinin esiri insancıklar olmadık mı?
Peki, yanılıyor muyum?
Ve, hâlâ insan olunabilir ve kalınabilir mi? 
Bugün insanlar hâlâ gözyaşı dökebiliyor, bir çocuğun kahkahası hâlâ içimizi titretebiliyorsa, hatalarımızdan ders alma şansımız da hâlâ varsa neden olmasın?

Zaten,
"Hayatın anlamını bulmak için, önce insanın ne olduğunu anlamak gerekir." diye boşuna söylememiş olsa gerek Dostoyevski.
**
​Ancak,bir tehlike var ve yakın gibi görünüyor. Belki yanılıyor olabilirim ama böyle düşünüyorum. Bakınız,ekranlar düşüncelerimizin yerine geçiyor, algoritmalar ise  duygularımızı belirliyor. Adeta son hızla “makineleşmeden bir önceki versiyon” 'a  adım adım yol alıyoruz. Üstelik üç ileri bir geri de değil...

Tıpkı Jules Verne’in bir zamanlar “Ay’a Yolculuk” hayali ile Flamingo Yolu dizisindeki Şerif Titus’un  “Hayal âleminde fazla mesai yapıyorsun…” sözünü kabul ederek ve hâlâ bazılarımız gerçeklik içinde nefes alırken, hayal etmeyi unutmayalım düşüncesiyle ; “Gerçekliğin cenderesinden, hayalin serinliğine bir kaçış yolculuğu…” ile zamanın ötesinde berisinde gözümüzü kapayıp  hayallere dalacağız. Hem, hayal kurmak hâlâ serbest değil mi?
Belki de insan kalmanın, kalabilmenin  yoludur.
Kim bilebilir ki?

​Mesela,
Yüz milyon nüfuslu, sadece teknolojinin değil neredeyse algoritmaların  egemenlik kurduğu bir megaşehirde yaşadığınızı düşünün ve o şehirin adı Digicity ve burada insanlar fiziksel olarak varlar,  ama iletişimin dijital yansımalarla sağlandığını hatta kalp atışlarının bile merkezi yapay zekâ tarafından ölçüldüğünü , sevginin bir veri paketi, umudun ise sadece güncelleme kodundan ibaret olabileceğini  ya da uzay kolonileri kurulmuş, Mars’ta evlenmek, Jüpiter yörüngesinde meditasyon yapmak istiyorsunuz ...
Bu arada teknik olarak ölümsüzlük mümkün ve bir abonelik gerektiriyor! olabilir.

Az da olsa düşündüyseniz soralım:
“İnsan” dediğimiz o biyolojik varlık hâlâ bir “canlı” mıdır yoksa bir sistemin parçası mıdır? 

Eminim, bazı özellikleri çarpıcı gelebilir ve emin değilsiniz!

Devam edelim,
Gülmek için bir bahaneye de gerek yok; indir uygulamayı, gül!  Üj dakka bej dakka.
Unutmayın belki ücretsiz olanları da vardır.

Ama ağlamak isterseniz, fazla yer kapladığı için sistemden kaldırılmış olabilir.

İşte, 
Mizahi de olsa “Hayat” denen şey artık bir veri akışı… Gerçekliği tanımlayacak bir kelime de sözlüklerde  olmayabilir ve böyle bir dünyada arıyoruz, hayatı ve insanı, ki zaman, teknoloji, düzen, gökdelenler, yapay zekâlar vs. hepsini bir yana koyalım ve diyelim ki;

Hayat dediğimiz ne ekranın parlaklığı, ne sonsuz yaşam vaadi ne de veriyle tanımlanmış ilişkiler zinciridir.
Hayat, insan kalabilme mücadelesi olarak hâlâ geçerlidir ve elbette bir direniş, bir isyan, bir hatırlama arzusuyla bugün bu topraklarda adaleti, sevgiyi, vicdanı ve insanı savunamazsak, gelecekte bizi tarif edecek tek bir kelime kalacaktır: Unutulanlar...

**
Bu nedenle;
Sen!
Zamanın  ötesinde berisinde sadece kalbinin sesini dinle!
Belki unutan belki de unutulansın ama utanabilen bir varlıksın.
Geçmişini unuttuğunda ya da kendine ihanet ettiğinde bir makineden farksız olacağını bilmelisin...

Artık,
Ruhuyla direnebilen, kalbiyle karar verebilen o insanoğlu, bugün bir veri yığını gibi ve algoritmaların çizdiği rotada yürüyen, ekranlara hapsedilen,hissiz ve tepkisiz "yaşayan ölü" modunda...

Albert Camus'un "En büyük devrim, insanın içindeki makineleşmeye karşı verdiği savaştır." sözünü not edelim ve soralım;

*Değerlerin çöktüğü, gerçeğin sahneden indiği, yerine “görüntü”nün, sahtenin çıktığı bir hayatın içinde olmak ister misiniz?

*Peki,toprak kokusunun, su sesinin, kuş sesinin ve çocuk çığlığının dahi olmadığı,  belki bir “simülasyon paketinden” satın alacağınız hayatı?

*O dünyada , insanların beyinlerinde bir çip takılı. Düşünceler bir yerde bağlı , isterseniz o hafızalar kiralanabilir, satın alınabilir halde... Çip taktırmak ister misiniz?

*Belki,  kişiliklerin kopyalanabilir, kimsenin kim olduğunu bilmiyor olduğu, bedenlerin değiştirildiği  hatta bir bedende on farklı kişinin yaşayabiliyor olduğu bir hayatı tercih edersiniz, kimbilir? Parasıyla değil mi?

Ve, unutmayın “Ben kimim?” sorusu dahil sorgulama yasak... Orada da düzenin çöküşü sayılıyor.

Ama, fakat, lakin…
İnsanlık, ölmüş bitmiş yok olmakta mıdır?
Bu, bir muamma olsa da neyin yok olmakta olduğunu bariz olarak biliyoruz;
Telafisi zor ama tekrar kazanabileceğimiz, unutulan/unutturulan  ve  yozlaşan  insanî vasıflarımız...

Sanki onları,
Hissetmiyoruz, hissetmiyoruz, hissetmiyoruz...
Acaba, insan kalabilmek devrimsel bir eylemdi  ve bizler mi  unuttuk?
**
​“Hayat neydi?” diye sormuştum.
Hayat, bir sistemin parçası olmak mı? 
Yoksa sabah gözünüzü açarken hâlâ insan kalabildiğini bilmek midir?
Cevabınız?
**
​“Bugün köklü bir dönüşüme ihtiyaç var: Bilginin ötesine geçen, kişisel ve toplumsal bilgelik arayışını merkeze alan bir düşünce biçimine… Yaşadığımız pek çok toplumsal ve küresel sorunun gerisinde, bilgelik üretmeyi hedefleyen, akılcı ve vicdanlı bir düşünce geleneğini kuramamış olmamız yatıyor.

Akıl almaz adaletsizlikler, yaygın yolsuzluklar, halkın derinleşen yoksulluğa ve umutsuzluğa mahkûm edilmesi, kamusal değerlerin göz göre göre yok sayılması; yalnızca siyasi tercihlerle değil, aynı zamanda düşünsel ve ahlaki bir zafiyetle ilgilidir.

 Bu da bilgelik eksikliğinin, sadece bireysel değil, toplumsal çöküşü de nasıl beslediğini gösterir.

Daha insanca ve daha adil bir yaşam kurmak için düşünen bir anlayışa ihtiyacımız var.
 Ve bu anlayışı taşıyan insanları seçebilen bir topluma.” (1)

​Son sözümüz olsun:

​Hayat aslında bir seçim ve o hayatı, ya Digicity’de de "biat ettirilen"  bir veri olarak, ya da içindeki “gerçek insan”la yüzleşip direnerek, düş kurarak ve severek yaşayacaksın…

Tercih senin!
**
"İnsanlık, vicdanlı ve ahlaklı insanların elindedir."
 Mustafa Kemal Atatürk
______
​(1)Doç.Dr.Şafak Nakajima
https://www.safaknakajima.com