Türkiye’de özenle ayrıştırılmış sosyal ve siyasal kesimlerin ülkedeki sorunlara bakışları da farklı ve karşıt tabanlar çok az konuda hemfikirler. İktidara destek veren ve karşıtlarının aynı kanaatte oldukları bir konu; ülkenin eğitim sisteminin dökülür düzeyde kötü olmasıydı. Şimdi ikinci bir konuda daha neredeyse tüm kesimler aynı fikirde. Bu da; iktidarın sığınmacı politikasının çok ciddi sosyal ve ekonomik sorunlar yarattığı ve bunların katlanarak çoğalacağı kanaatidir.

Yıllardır biriken öfke ve nefret serseri mayın gibi serbest kaldığında en kolay adres olan mültecilere yöneliyor. Geçtiğimiz haftalarda Ankara Altındağ’da başlayan, bir gencin bıçaklanarak ölmesi sonrası iyice artan sığınmacılara dönük protestolar ve saldırılar oldukça kaygı verici boyutlara taşındı.

Öfkeli kalabalıkların tepkisinin yönü, bu sorunun yaratıcılarına ve asıl sebeplerine değil sonuçlarına dönük oldu. İktidarın neredeyse on yıldır sürdürdüğü baştan sona hatalı dış politika tercihlerinin sonucu olan sığınmacılara dönük hoşnutsuzluğun, öfke ve nefrete dönmüş olduğunu gördük.

Şurası çok açık ki iktidar bu göç meselesini doğru düzgün yönetemedi, basiretsiz ve beceriksiz politikalarla meseleyi içinden çıkılmaz ve ülke güvenliğini tehdit eder hale getirdi. Yönetemedikleri bu sığınmacılar meselesini şimdi de siyasi ve ekonomik koz olarak kullanmaya çalışıyorlar.

Sığınmacı Akınını AKP’nin Siyasal Tercihleri Başlattı

Milyonlarca göçmene kapısını ardına kadar açan Erdoğan 1989’da Bulgaristan’dan gelen ve şimdikinin onda biri dahi olmayan soydaş muhacir kabul politikası sebebiyle dönemin başbakanı Turgut Özal’a şiddetle karşı çıkıyordu. Son günlerde sosyal medyada çokça izlenen bu konuşmasında Erdoğan; “Hükümet onlara gelin diyor ama ülke insanı açlıktan kadınını, kızını satıyor, çalıştırıyor. Sen buna çözüm bulmadan gelin diyorsun” diyerek soydaş göçmenlere tepki gösteriyordu. İktidara geçtiklerinde tam bir “göçmen sever” politikaya nasıl dönüverdiler peki?

2011’de başlayan Suriye iç savaşına büyük beklentilerle çeşitli politik yatırımlar yaptılar. Savaşın kısa sürede biteceğini, Esat’ın devrileceğini ve yeni kurulacak İslamcı yönetimin kendi kontrollerinde olacağını düşündüler. Bu sebeple, henüz ortada göç ve göçmen yokken Türkiye’de kamplar kurdular ve sığınmacıların gelmelerini teşvik ettiler. Sığınmacı sayısı birkaç yüz bini aşarsa Türkiye’nin soruna müdahil olmasının batı dünyasında meşru görüleceği hesapları yapıldı.

Bu sebeplerden 2012 sonrası Suriye sınır geçişlerinde iki taraflı açık kapı politikası uygulandı. Bir taraftan Türkiye’ye akın akın kontrolsüz göçler olurken, buradan da Suriye tarafına (tüm dünyadan gelen) cihatçı geçişinde kolaylaştırıcı rol oynandığı yazıldı ve söylendi.

Ancak işler hiç de beklendiği gibi gelişmedi, (bizim yöneticiler uzun süre kabul etmek istemeseler de) Esat ülkesinin büyük kesiminde hâkimiyetini yeniden sağladı. Türkiye ise kucağındaki 4-5 milyonluk göçmen sorununu ile baş başa kaldı. Bu sığınmacıların hem kabul usulünde hem de uyum ve entegrasyonlarında belirlenmiş bir politikaları olmadığı da görüldü.

“Avrupa’yı Rahatlatmak İçin” Göçmen Almaya Devam Edecekmişiz!

2019’da Bosna’da Güneydoğu Avrupa İş Birliği Süreci Zirvesinde Erdoğan'ın bazı sözleri bugünlerde yeniden gündeme geldi. Erdoğan: "Aldığımız tedbirler sayesinde Avrupa'ya düzensiz geçiş sayılarını yüzde 99 oranında azalttık. Böylece Avrupa güvenliğine paha biçilemez katkı sağladık. Avrupa huzur içinde yaşıyor olmasını Türkiye'nin 4 milyon sığınmacıyı misafir etmesine borçludur" demişti.

İki yıl önce Avrupalılara böyle seslenen Erdoğan sığınmacı almaya devam edeceğini önceki haftaki konuşmasında açıkladı. “Zayıf ülke olmadığımız için 4 milyon göçmen korumamız altında. Türkiye alırken mevcut imkânlarıyla alıyor. Bundan sonra da yine finansı iyi yöneterek bu tür adımları atacağız. Bundan hiçbir çekincemiz yok. Biz güçlü, darda kalana elini uzatan bir Türkiye’yiz” dedi Erdoğan.

ABD Başkanı Biden ile Erdoğan arasında Nato zirvesinde baş başa yapılan görüşmede bugünlerdeki Afgan göçü meselesinin de konuşulduğu söyleniyor. Erdoğan’ın Biden ile pazarlıkta ekonomik ve siyasal destek sözü aldığı için bu yeni Afgan göçüne yol verdiği iddiasının gerçekliğine ilişkin yeterince gösterge var. Sığınmacı alımına devam edeceklerini, bu kararlarına toplumu alıştırmak için Erdoğan’ın yukarıdaki “Bundan sonra da bu tür adımları atacağız” demesinden anlıyoruz.

Bu düzensiz göçün yarattığı ve gitgide büyüyen güvenlik, ekonomik ve sosyal sorunları hiç umursamadıklarını, işin sadece (“finansal” dedikleri) ekonomik destek meselesini önemsediklerini açıkça ortaya koyuyor Erdoğan.

Sığınmacılar Sorunu Topluma Nasıl Sunuluyor

Bilirsiniz; elinde tek kalan numarayı satmaya kararlı ayakkabıcı müşterisine, ayakkabı dar gelmişse “giydikçe açılır”, bol gelmişse “kalın çorapla cuk oturur” der. Bu benzetmedeki gibi; ülkedeki mevcut olumsuzluklar her ne ise, iktidarın bunları topluma bir şekilde benimsetmesi gerekiyor.

Giderek büyüyen sığınmacılar sorunun asıl sebeplerinin yanlış dış politik tercihlerdeki ısrarlarının olduğu gerçeğini bir şekilde örtmeleri lazımdı. “Gerçekleri değiştiremiyor ve sorunu çözemiyorsan bunarlın algılanışını değiştir” şiarını hep benimsemiş olan iktidar yine bu yönteme başvurdu. Bunun için geçici sığınmacılar meselesini öncelikle ‘vicdani ve insani’ gerekçelere dayandırmaya çalıştılar. Altı tümüyle boş ve samimiyetsiz “ensar-muhacir, ümmet, din kardeşliği” gerekçeli savunmalar da buradan çıktı.

Kendinden olmayanları sürekli ötekileştiren, hor gören, vatandaşlarının temel hak ve hukukunu dahi tanımayan yönetim anlayışının “vicdan karnesi” ortadadır! Sığınmacıları kabul sebepleri sıralansa, vicdani ve insani sebepler inanın ancak son sıralarda (belki) yer bulur.

Sığınmacıların kabulü gerekçeleri arasında bir de “güçlü devlet” söylemi yer alıyor. Her türlü siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlarını çözemeyen, sürekli krizlerle boğuşan, halkı mutsuz ve umutsuz bir ülke nasıl ‘güçlü’ olabilir ki? Çalışma çağındaki insanlarının sadece üçte birinin çalıştığı, tarihi yoksulluğun ve işsizliğin yaşandığı, sorunlarıyla baş edemeyen, dünyada yalnızlaşmış bir ülkeyiz. Tüm afet ve felaketlerde vatandaşına iban numarası vererek yardım isteyen bir devlet nasıl “güçlü” oluyormuş, bizi yönetenler bunu anlayabileceğimiz açıklıkta anlatabilir mi? Tüm bu acı gerçeklere karşın milyonlarca sığınmacıya kapı açmış ve hala açıyor olmamız rasyonel akıl çerçevesinde anlaşılır bir şey midir?

İktidarın sığınmacılar konusundaki politik tercihlerinin konuksever ve hümanist olmakla ilgisi var mı, bunu anlamaya çalışalım.

İktidar Gerçekten Konuksever ve Hümanist mi?

İktidarın sığınmacılar politikasını destekler görünen siyasiler ve medya çığırtkanları da aslında herkes gibi bu konuyu çok ciddi bir sorun olarak görüyorlar. Ancak konu ne olursa olsun, sadece “iktidar neylemişse illa güzel eylemiştir” deme görevlerinin gereğini yerine getiriyorlar ve mevcut durumu savunuyorlar. Amaçları sığınmacıların hakkını hukukunu savunmak ve korumak değil, aksine iktidarı korumaya ve bu sebepten olası seçmen kaymalarını önlemeye çalışıyorlar. Yirmi yıllık uygulamaları açıkça ortaya koyuyor ki; bu iktidar aslında hümanist filan değil, bu yüzden sığınmacı sever de asla değiller.

Ulus devlet ile arası pekiyi olmayan, ümmetçiliği sürekli öne çıkaran, halifelik hayalleri satan AKP’nin sığınmacılar politikasını “ümmet ve din kardeşliği” üzerinden sunmaya çalışması da tümüyle samimiyetsiz! Zaten bu tür kabullendirme taktikleri de toplumda tutmuyor.

2012 yılından beri Suriye’den milyonlarca insanın gelişinin yaratacağı sosyal, kültürel, siyasal etkilere dair doğru-dürüst bir politika belirlemediler, işi akışına bıraktılar. Sonuçta, belli odakların yarattığı mülteci karşıtlığını alttan alta destekleyerek ve suçu doğrudan sığınmacılara yıkarak iktidar, kendi yarattığı enkazın sorumluluğundan da sıyrılmaya çalışıyor.

Krizleri Fırsata Çevirme Sanatı!

Kendi yarattıkları ve çözemedikleri krizlerden dolaylı faydalar elde etme konusunda oldukça azimli olduklarını biliyoruz. Çözemedikleri ekonomik krizlere “sebebi dış saldırılar” diyerek tabanlarında toparlanma yaratma ve krizi desteğe döndürme çabaları bunun en somut örneklerindendir. Bu tür hedef şaşırtmalarla hem sorunun sebebinin kendileri olduğu gerçeğini örtmeye, hem de bu krizleri kendilerine olan desteğin artması için kullanmaya çalışıyorlar.

Bu çerçevede, sığınmacılara artan öfkeden iki ayrı fayda elde etmeye çalışıyor iktidar. Birincisi; ülkedeki sığınmacılar sorununun yegâne kaynağı bizatihi “uyumsuz göçmenler” olarak gösterilerek, asıl sorumlu olan iktidarın hatalı politikaları unutturulmaya çalışılıyor. Toplumsal öfkenin iktidara değil sığınmacılara dönük olması, hiçbir konuda kendine toz kondurmayan iktidarın da işine geliyor.

İkincisi ise; Ülke içindeki sığınmacılar sorununun gitgide daha çok görünür olmasını Batı’ya karşı el yükseltmekte kullanıyorlar. Pazarlık masalarında “bakın katlandığım özverinin boyutları ne kadar büyük, siz de yardım miktarlarını bu durumları göze alarak daha da artırın” deme avantajını elde etmiş oluyorlar.

Hayli fazla parametreler içeren geçici sığınmacılar meselesini bu köşe yazısı boyutunda ele almak oldukça güç. Ülkenin göçmen politikasının asıl sebepleri neler, batı ittifakına neden sempatik görünme çabasındayız? Ayrıca, iktidar toplumu yeni bir Afgan göçüne mi hazırlıyor, Taliban yönetimindeki Afganistan’da işimiz ne, ilk günlerden Taliban’la sıcak temas girişimlerinin sebepleri neler olabilir? Bu konulardaki yorum ve analizlerimi bir sonraki yazımda ele alacağım.