İKİ PARTİLİ SİSTEMİ KİM İSTEDİ?

Bugün Türkiye’yi çıkmaza sürükleyen BİRKİŞİ yönetiminin asli kaynağı, iki partili sisteme geçme amacının ilk kilometre taşıdır.

İkinci aşama; monarklıktır.

Çoğulculuğu kısıtlama amaçlı “İki Partili” sistem; Amerikalıların “bizim oğlanlar” dediği 12 Eylül cuntasının isteğiydi. MDP ve HP partiler ile bunun gerçekleştirilmesine çalışıldı. Darbe hükümetinin ekonomisti Turgut Özal’ın ANAP’ı ile gerçek niyet gizlendi, halk şaşırtıldı. Erdal İnönü’nün SODEP’i veto edilerek sonuca gidilmeye çalışıldı.

Çünkü patron durumundaki ABD’nin sistemi var edilmek isteniyordu!

Fakat güdümlediğini sandıkları Türk milleti, oyunu bozdu. Öngörülen iki partiden biri yerine, hülle partisi gibi görülen ANAP’ı iktidara taşıdı.

Demokrasi inançlı halk, rahmetli Demirel ve İnönü’nün demokratik dayanışması ile önce referandumla siyasal yasakları kaldırıldı. Ve “Beşibiryerde” paşaların muteberi Özal aşıldı. Böylece çok partili sistem sürdürüldü.

Ama 12 Eylül’ü gerçekleştiren irade (ABD’ci darbe yönetimi); afyon, Kıbrıs ve Irak konusunda alt edilmeyen Bülent Ecevit’i; koalisyonun bir ortağı ile devirerek; “proje partisi”ne iktidar yolu açılarak iki partili sisteme gidişi planladı.

Öncelikle “laik” ve “Kemalist” ilkelerin aşındırılması sağlandı. “BOP eş bakanı” olarak sırtı sıvazlanan AKP Genel Başkanını; 1946’lardan beri önerilen “İslam liderliği” olgusuna inandırıldı. Koalisyon ortağı konumunda tuttuğu Gülen Cemaati eliyle iktidar partisini sistemi değiştirme cüretine yükseltti.

AKP, FETÖ terör örgütünün 15 Temmuz darbe girişimiyle ancak ayılabildi. Ne var ki bunu; “Allah’ın lütfu” kabul ederek sistem değişikliği için fırsat saydı. Olağanüstü koşullarla gerçekleştirilen bir referandumla TBMM’yi baypas eden BİRKİŞİ sistemini getirdi.

“Cumhur sistemi” olarak adlandırılan bu yeni rejim; iki partili olmayı zorunlu kılmaktadır.

Bunun şimdilik görülen şekli; “Cumhur İttifakı” ile “Millet İttifakı” olarak oluşan gruplaşmadır.

Hükümet dışında muhalefeti oluşturan partilerin hükümet grubu karşısında kümelenmeleri; TBMM’nin etkin olduğu sisteme dönüşü sağlamak amaçlıdır.

Eğer AKP Hükümeti yedekledikleriyle; parlamenter sisteme dönüşü sağlamak isteyen Millet İttifakı’nın ilk seçimde iktidar olmasını önlerse; sonraki seçimde iki partili olarak organize olmak zorunlu hal alacaktır.

Bu takdirde Birkişi sistemi ile çoğulculuk ve katılımcılık gerektiren demokrasinin yaşayıp yaşamayacağı kaygıları ile yüzleşilecektir!

Monarklık yolu ardına kadar açılmış olacaktır.

***

LEVENT GÜLTEKİN’E SERZENİŞ

Sevgili kardeşim,

11 Ocak 2020 günü 20.00’deki yorum nedeniyle belli uyarı-eleştiride bulunmak istiyorum:

Ama son sözü başta söylemeliyim.

Önyargı içinde değilim; anlatayım:

Telaffuz ve sağduyunu, özümsediğim çoğu değerlendirmelerin nedeniyle sevdim.

Fakat zaman zaman kendinle çelişmeni ve başkaları için ifade ettiğin yüzeyselliğe düştüğünü söylemek gereği duyuyorum. Örneğin;

Tek tek muhalefeti, lider ve sözcülerini Erdoğan ile “polemik” içine girdiklerini ifade ediyorsun. Türk insanının sözün doğrusuna eğrisine, hakaret olup olmadığına, arlı arsız olduğuna vs bakmadan; -sözün altından kalkamadı- dediğini önemsemiyor oluyorsun

“Ben bu yaşa kadar bugünkü kadar hırsızlığın, arsızlığın, yanlışlığın yapıldığını ne gördüm, ne okudum” diyorsun. Buna rağmen muhalefetin A, B, C vb oylarını nasıl yükseltemediklerini soruyorsun.

Aslında yanıtı biliyorsun da üzerinden atlıyor gibisin. Cevabı vermiyorsun.

Çünkü sen, bu halkın bağnazlık nedenle şeytanı bile çatlatan bir inat ve kin içinde olduğunu biliyorsun; söylemiyorsun.

“Dindar ve kindar nesil” olmak anlayışıyla şerri yönetimini; hilafet hanedanlığı R.T. Erdoğan kişiliğinde ihya etmek peşinde olduğunu söylemiyorsun.

Oy verilmez durumda olan AKP Genel Başkanı dışında herhangi bir lidere oy vermemek için; -sanki oy verilecek başkası mı var- kurnazlığı yapıldığını söylemiyorsun. Tartışmalı diploma, kapatılmaktan parasal cezayla kurtulmuş parti, muhalefetin şefaatiyle yasaklılıktan kurtuluş, mutfak ve pazardaki yangın vs durumların fanatik bir bağnazlıkla mazur görüldüğünü söylemiyorsun.

Kul olarak yaşamışlığın şuuraltına sinmiş komplekslerden kurtulup özgür kişiliğe ulaşılmadığını, atılan bir paket çay, ikram edilen bir file, kapıya bırakılan bir torba kömür gibi küçük edinimlerin teberik sayılmasını; “yiyorsa da çalışıyor” diye beşibiryerde müteahhit rant sisteminin meşru görüldüğünü söylemiyorsun.

Egemenin kulu olmaktan çıkarılmış olmaktan onur duymayacak kadar köle bende ruhluluktan kurtulmak istenmediğini söylemiyorsun.

Bile bile embesil ve kör olmak rahatlığının sindirilmiş olmasının bir psikaliniz konusu olduğunu söylemiyorsun.

Ama örneğin;

Devlet adamlığından gelen muhalefet liderlerinden birinin, gerekli görse de yalan söyleme, hakaret etme şarlatanlığını kendisine ve siyasete yakıştırmayışını azımsıyorsun.

Bir diğerinin anne, öğretmen, devlet adamı liyakati vb nedenleriyle popülizme sapmayışını azımsıyorsun.

İktidar zorbalığı, şirretliği, insafsızlığı ve ağır hakaretler karşısında cevap verme zorunluğunu “polemiklere katılmak- olarak değerlendirip azımsıyorsun.

Örnekler çoğaltılabilir.

Ancak Atatürk’ün “çalış, güven, övün” yüreklendirmesine rağmen köle-bende ruhlu kimselerin komplekslerden kurtulmak istemediklerini sanki görmezden geliyorsun.

İmamoğlu’nun cami yaptırıp Kuran okumasını; “alnı secde görmüş” mazeretine sarılmışlara anladıkları dilden hitap olduğunu kabul etmiyor; kızına bile izah edemiyorsun.

Senin gibi düşündüğüm için kendime hep şu soruyu soruyorum: Halk, oy değişikliğe nasıl ikna edilir? Konsantre oldukları şeklin dışındaki söylemlerle ikna olanaklı olur mu? İktidara gelmek için gerekli oy gökten mi gelir; ya da FETÖ’lü AKP gibi mezardakiler diriltilerek mi sağlanır?

Uzatmayayım:

Senden kıdemli bir meslektaşın olarak; Türkiye gerçekliğinde yeni yorum ve değerlendirmelerini bekliyorum.

Sevgi ve dileklerimle…