Saltanatçı ve hilafetçi güruhun Muaviye’den feyz alarak inşa ettiği egemen dinsel paradigmanın dışına çıkıp İslam’ın doğuşuna ve milli mücadeleye yalın bir bakışla bakmayı başarabilenler, Hazreti Muhammed ve büyük Atatürk arasındaki şaşırtıcı ve inanılmaz benzerlikleri kesinlikle göreceklerdir.

Gelin şimdi cesaretle, o benzerliklere bakalım:

En başta şunu ifade edelim ki, Hazreti Muhammed Hakk’ın elçisiydi, Atatürk halkın önderi!

İkisinin de adlarından biri Mustafa idi.

Mustafa’nın sözcük anlamı tam da onları anlatıyordu; “seçilmiş!”

Evet, gerçek şu ki ikisi de seçilmişti. Birini Hak seçmişti öbürünü halk ve tarih!

Ama bu seçilmişliğe karşın ikisine de dinsiz dediler.

Birine dinsiz diyenler, Ebu Cehil, Ebu Leheb ve yandaşları idi.

Öbürüne dinsiz diyenler ise düşmanla işbirliği içindeki Damat Ferit ve padişah Vahdettin’in kuklası olan sözde din uleması ile avaneleri...

Evet, aslında her ikisi de dinsizdi. Zira her ikisi de yerleşik dinî anlayışı reddetti.

Biri Kabe’deki putları reddetti, diğeri Muaviye’nin beyinlerde putlaştırılmış sözde İslam’ını...

Biri Ebu Leheb’in düzenine başkaldırdı, öbürü emperyalizme kölelik eden padişaha...

Ama her ikisi için de ölüm fermanları verildi.

Birinin gece yarısı evi kuşatılıp baskın yapıldı, öbürünün peşine suikastçılar yollanıp yolları kesildi.

Lakin ikisi de Hakkın ve halkın yardımıyla kurtuldu ölüm timlerinin elinden!

Biri müşriklerin ve şirkin işgali altında olan vatanı Mekke’yi kurtardı, öbürü düşmanın çizmeleri altında inleyen Anadolu’yu...

Biri yurdunu şirkin işgalinden kurtarmak için Yesrib’e hicret etti, öbürü halkı örgütlemek amacıyla Samsun’a çıktı...

Biri müminlerini Medine’de topladı, öbürü vatanseverleri Ankara’da...

Biri kınanan yer anlamına gelen Yesrib’i, Medine –i Münevvere haline getirdi, öbürü küçücük bir kasaba olan Ankara’yı devlete başkent yaptı.

Biri şirke karşı, “Allah’tan başka ilah yoktur!” diye haykırırken öbürü düşman esaretine karşı, “Özgürlük benim karakterimdir!” diye bağırdı.

Biri şirke karşı Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te savaştı, öbürü emperyalizme karşı Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kocatepe’de çarpıştı...

Biri esir düşen düşman savaşçıları Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bıraktı, öbürü elinde tebeşir kara tahtanın başına geçip şehir şehir dolaşarak halkına okuma yazma öğretti.

Biri, “Bilim / ilim Çin’de dahi olsa gidip alın.” dedi, öbürü, “Yaşamda en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir.” dedi.

Biri yaklaşık 13 yıl sonra fethettiği öz yurdu Mekke’ye Zafer Bölümü / Nasr Suresini okuyarak muzaffer bir kumandan olarak girdi, öbürü Yunan işgalinden azat ettiği İzmir’e al bayraklar eşliğinde zafer kazanmış bir başkomutan olarak girerken şehrin dağlarında çiçekler açtırdı.

Biri, kendisini yaklaşık 13 yıl önce kentten kovan Mekkelileri; “...Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O merhametlilerin en merhametlisidir,” şeklindeki ayeti okuyarak affederken, öbürü üzerine basması için yere serilen Yunan bayrağını yerden kaldırıp; “Bayraklar ulusların şerefidir,” diyerek halkların kardeşlik idealini yükseltti.

Biri, müşrik önderlerin egemenliğine karşı köleleri ve bütün ezilenleri yanına alarak “Mülk / egemenlik Allah’ındır!” deyip, hâkimiyeti Allah’a iman etmiş temiz gönüllü müminlere verdi, öbürü yüzlerce yıldır ulusun kanını emen sultanların iktidarını yıkıp “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” diye haykırarak milli egemenliği inşa etti.

Biri, kız çocuğu sahip olmanın utanç sebebi sayıldığı bir toplumda kızı Fatıma’yı omzuna alıp kıvanç ve sevinçle Medine sokaklarında dolaştı, öbürü kadın erkek eşitliği yolunda büyük devrimler gerçekleştirip kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıdı.

Biri, Medine Sözleşmesi ile Müslüman olsun, olmasın tüm Arap, Hıristiyan ve Yahudi kabilelerini bir araya getirip Medinelilik kimliğini oluşturarak çağdaş yurttaşlığın ilk adımını attı, öbürü Cumhuriyet devrimiyle hangi etnik kökenden ve hangi dinden olursa olsun tüm Türkiyelileri bir araya getirip modern bir ulus inşa etti. Bu ulusa Türk denildi.

Biri, komşu devlet ve topluluklara İslam’a / barışa davet mektupları gönderdi, öbürü “yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek, Balkan Paktı, Sadabat Paktı gibi anlaşmaları gerçekleştirip bölge ve dünya barışına hizmet etti.

Biri, Allah’ın kendisine vahyettiği, bir öğüt ve ahlak kitabı olan Kur’an’ı, müminlerine doğruluk kılavuzu olarak bıraktı, öbürü ulusuna, iç ve dış düşmana karşı ulusal bağımsızlık mücadelesini nasıl kazandığını anlattığı Söylev adlı tarihi yapıtını emanet etti.

Biri Hakk’ın buyruğuyla Kur’an’ı tebliğ etti, öbürü onu Türkçeye çevirtip yorumlatarak halkına sundu.

Biri tefeciliği ve azgınlaşmış faizciliği yasaklayıp bir grup egemenin elinde birikmiş olan servetin halka yayılmasını sağlamaya çalıştı, öbürü ekonomik kapitülasyonları kaldırıp, iktisadî millileştirmelerle halkın varsıllıklarının yabancı emperyalistlerce sömürülmesinin önüne geçti.

Biri, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdi, öbürü icap ettiğinde ben halkım için canımı bile vereceğim diyen büyük bir ulusal kahramandı.

Her ikisi de ömrünün son günlerini ağır hastalık içerisinde tamamladı.

Her ikisi de ihanete uğradı. Biri sözde müminleri tarafından, öbürü milletinin içindeki nankörler tarafından...

Ne hazin ki; her ikisi de baba sevgisinden mahrum kalmış yetimdi.

Ama her ikisi de halkına ve insanlığa, deyim yerindeyse emsalsiz bir babalık yaptı.

Biri için Kur’an’da; “O müminlere çok düşkün ve onlara karşı şefkatli ve merhametlidir!” denilirken, öbürü için halkı tarafından eski Türkçede baba anlamına gelen “ata” unvanı verildi ve kendisine, Türk’ün babası anlamında “Atatürk” denildi.

Her ikisinin de cenaze namazına yalnızca 17 kişi katıldı.

Aslında aralarında daha çok benzerlikler var. Görmesini bilene selam olsun. Ama ben bu kadarını yazarak yetinmeyi yeğliyorum.

Peki, ben şimdi bunları yazarken bir peygamber olan Hazreti Muhammed’le bir siyasi önder olan Mustafa Kemal Atatürk’ü eşitlemiş mi oldum?

Bu sorunun yanıtını vermesi için sözü, büyük kahraman Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bırakıyorum:

“Hazreti Muhammed, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinden bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir. Fakat o sonsuza kadar ölümsüzdür.”