“Sosyal devlet” ilkesini “kominist işi” sayan AKP; “kul” yerine koyduğu yurttaşları “himmet” ve “beton” ekonomisiyle konsolide etmeyi sürdürüyor.

İftar çadırları, imaret aşhaneleri, eve gönderilen sadak fileleri, yandaş marketleri zorunlayan alış veriş kartları, kapıya yığılan yakacak gibi himmetler, sosyal devlet anlayışını gözden düşürmeye yöneliktir.

Bunlara çay da eklendi.

Amaç, halka hizmet oluyor!

AKP’nin Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı; “tasada ve kıvançta bütün” yurttaşlık için değil; partisine seçmen kazandırmak için -himmet ve beton ekonomisi- siyasetini güdüyor. Bu nedenle ve her vesileyle meydanlara topladığı kitlelere kürsüden çay fırlatıyor.

Hem Cumhurbaşkanı ve hem de parti genel başkanı olarak.

Örneğin, “ele verir talkımı kendi yutar salkımı” misali; korona tehlikesine rağmen insanları alanlara topluyor. Mart ve Ağustos aylarında Adana ve Giresun’da mitingler düzenleyerek çay dağıttı.

Adana’da topluluğa atılan çayları kapmak için insanların birbirine girmesi üzerine şunları söyledi: “Bak ben çok üzüldüm. Böyle kavga olmaz. Gelin ön tarafa, ben size birer tane vereyim. Böyle kavga olmaz, çok ayıp! Eyvah, eyvah: Bak çok ayıp, ben üzüldüm buna. Gelin hepinize çay vereyim, niye orada öyle kavga ediyorsunuz, ayıptır” dedi.

Maske ve mesafe tavsiye ettiği insanların mesafesiz durumlarına aldırmadı.

Sel felaketi sonrası taziye için gittiği Giresun’da da benzer durumlar yinelendi: “Size keyif çayı dağıtıyorum” diyerek otobüs üstünden çay paketleri fırlattı.

alaya vesile olan bu çayların, mezarda bile rahat bırakmadığı İsmet Paşa tarafından Rize’ye kazandırılan bir nimet olduğunu düşünmeden.

Bu iane himmete, AKP’nin eski Başbakanlarından ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu bile isyan etti. “Biz çay dağıtmak için miting yapmıyoruz” sözleriyle eleştirdi.

Aklı başında birçok AKP üyesi de rahatsızlık duyduğunu açığa vurdu. Nitekim basından anlaşıldığına göre; Giresun mitingi sonrasında toplanan AKP Merkez Yürütme Kurulu (MKY) üyelerinde biri memnuniyetsizliğini ifade etmiştir: “Çay dağıtmak hoş bir görüntü oluşturmuyor. Çay nimettir, öyle atılmamalı” demiş.

Ama Genel Başkan ve Cumhurbaşkanı; himmetten vaz geçmiyor. Partililer, onun fırlattığı çayları, birer teberik (efsunlu ilaç) gibi kapışıyor.

Umarım bir paket çaya muhtaç olduklarından değildir!

***

Aslında pandemi süreci, sosyal devletin olmadığını ve döviz darboğazındaki ekonominin iflas koşullarına ulaştığını göstermiştir.

Çünkü Cumhuriyet’in tüm kazanımları ve üretim haneleri “beton ekonomisi” için feda edilmiştir. Bütün kaynakların aktarıldığı “beton” müteahhitlerinin af edilen vergileri yüzünden millet himmete mahkum edilmiş durumdadır. “Himmet” yardımları da partili yandaş kazanmaktan öteye gidemiyor!

Tarikatlara emanet edilmiş eğitim; gerçekte Allah’a kalmıştır. Uzaktan eğitim olarak EBA ile sözde sürdürülen öğrenim; saray ve çevresi yararlarına göre düzenlendiğinden; milyonlarca öğrenciyi bilgisayarsız, internetsiz, televizyonsuz yoksunluğuyla izlemek zorunda bırakmıştır.

Türkiye’nin “laik” ve “sosyal” yapısı; mezhepçi politikalar uğruna felce uğratılmıştır. Bir taraftan radikal dinci örgütler, bir taraftan Alevi Esat düşmanlığıyla Türkiye’ye doldurulan İhvancı Sünni Suriyeli insanlara triliyonlar yediriliyor. Ama öz yurttaşlar himmete mecbur ediliyor!

Raylı sistem yerine kolaycı karayolu ile köprü, tünel, hava alanı gibi uzun süre ve döviz garantili yatırımlarla kimilere köşe dönderiliyor; Ama yurttaşlar himmet ekonomisine mecbur ediliyor.

Osmanlı’nın en büyük toprak kayıpları verdiği dönemin padişahı olan Sultan Abdülhamit’ten bile daha baskı uygulama, TBMM ile Danıştay denetimini yok sayma ve sorumsuz harcamalar sonucunda Türkiye; Osmanlı’nın son elli yılının koşullarına sürüklenmektedir. Fren tutmayan döviz karşısında Türk lirası pul olmuştur.

Sanal fabrika açılışlarıyla halk aldatılabilir. Ama G 20’lerden bile dışlanma tehlikesi geçiştirilemiyor. Dış borçlar açmazına, koronalı günlerde ilaç kurumlarının alacaklarıstrese stres ekmiştir.

“Evde yok bulgur aşı, kendi gezer bölükbaşı” misali olmuşuz: İktidarı elden kaçırmamak için Suriye’den Libya’ya, Yunanistan’dan Sudan’a kadar çalım atıyoruz. Sağlık Bakanı bile, ilaç firmalarının alacaklarını açıklayan ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield’i fırçalıyor: “Türkiye eski Türkiye değil” diyor.

Geçekten de Türkiye eski Türkiye olmaktan oldukça uzaklaşmıştır!