Fransa’da Macron’un seçileceğinden kimsenin şüphesi olmasa da, herkesin içini ürperten yeni nesil Le Pen’in dayanılmaz yükselişidir.

Bizim “Babanı da Sevmezdik” sözümüzü çok hak etse de, Fransız halkının yaklaşık yarısı, “Macron mu, Le Pen mi?” sorusuna seçimin 2.turunda tereddütsüz Le Pen cevabını vermeye hazır.

Fransız Devrimini yapmış, Paris Komününde safta durmuş Fransa, neredeyse ülkenin anahtarını bir ultra sağcıya emanet edecek. La Resistance’ın yani Fransa’nın Nazilere direnişinin kemikleri sızlasa yeridir. 

2017’de de Le Pen 2.tura kalmıştı fakat 2.turda ancak Macron’un 3’te 2’si kadar oya erişebilmişti.
Bugün biraz daha zorlasa neredeyse seçimi alacak.
 
Fransa’da Marine Le Pen ile Türkiye’de kimi kıyaslayabiliriz? 

Akla ister istemez kadın siyasetçi olarak elimizdeki en güçlü seçenek olarak Meral Akşener gelir. 

Tansu Çiller’in bir türlü şişmeyen (muhtemel patlak olmasından dolayı) balonunu düşündüğümüzde ve HDP’ye biçilen siyasi gömleğin bir türlü yeterince genişlememesi nedeniyle, Pervin Buldan’ın da  sınırlarının çizili olması bizi Türk siyasetinin en güçlü kadın temsilcisi olarak seçeneksiz bırakıyor.

Aslında Le Pen’in çizgisi ile Akşener’in çizgisi arasında da paralellik kurmak mümkün…

Her ikisi de ülkelerinde aşırı diyebileceğimiz sağ gelenekle bağları olan siyasetçiler. Le Pen hala bu yönünü koruyor. Akşener ise aşırı sağ gelenekten çıkmış olmasına karşın, bugün sağın merkezle imtihanının en önemli temsilcisi olarak yer almaktadır.

Akşener’in çıkış partisi olan MHP’nin, AKP ile kurduğu siyaset ötesi ilişkinin geldiği nokta, Akşener’i de Türk sağ siyasetinde bir dönüşümün amili yani en önemli temsilcisi konumuna getirdi.

Türkiye seçmeninin ağırlıklı sağcı olduğuna dair şehir efsanesi aslında ABD’nin 1980 darbesiyle beraber empoze ettiği soğuk savaş stratejisinin bir sonucudur.

12 Eylül darbesinin ardından ana akım partiler kapatılıp asker onaylı 3 partili bir düzenle girilen ilk serbest seçimden bu yana, sağ olduğu vehmedilen partilerin 70’e 30’a varan bir ağırlık taşıdığı bir gerçekliktir.

Ancak bugün en güçlü sağ parti olarak vehmedilen AKP’nin popülizmi taşıdığı noktayı iyi anlamak gerekiyor. AKP oyu ancak küçük ilçelerden alıyor ve kendi seçmenini üretiyor. AKP’nin bugün çekirdek kadrosundaki siyasi İslamcı nüveye rağmen arkasında benim ev kadını/dayısı dediğim amorf  bir seçmen bloku var.

AKP, MHP ile beraber İslamcı –Türkçü (Ümmetçi- AntiKürtçü demek de yanlış olmaz) çizgisiyle sağcı bir  demir çekirdeğin etrafında toplanmış sadece minimum iktisadi çıkar peşindeki az üretken, az eğitimsiz kitlenin dışında neredeyse hiç oy alamıyor.

MHP’nin kendi içinden çıkardığı  partilerin artık MHP’ye ihtiyaç duyulmadığını gösterecek denli rekabet gücüne   ulaşması ise, Bahçeli’nin Erdoğan’la kurduğu koalisyonun ne denli irrasyonel olduğunu gösteriyor.

MHP bugün AKP ile bağını kesse, İyi Parti ve Muzaffer Özdağ’ın oğlu Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi ile birlikte 30’ları bulabilecek bir seçenek olurdu.

AKP’nin neo liberal vahşi betoncu kapitalist iktisadi tercihlerinin ancak halkın eğitimsiz ve iktisaden  bağımlı kitlelerinde karşılık bulduğu bir gerçek. 

Erdoğan’ın İslami çekirdeğini bu nasipsiz kitlenin iaşe-ibate karşılığı verdiği onca oya rağmen meyveye  döndüremediğini biliyoruz. 

Akşener’in Le Pen’e özenmesi için bir neden yok.Tabii ki oy oranına özenmesi doğal. Ancak AKP’ye simbiotik oy veren kitlelerine sağcı demek, her halde Nurettin Topçu’dan Nihal Atsız’a Türk sağının kuramcılarının kemiklerini sızlatırdı.

Türkiye Erdoğan’ın inadı ve Bahçeli’nin hırsı ile batan ekonomisini kurtarmak için stratejik düşünen sağa her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duyuyor.