Yazılarımda çoğunlukla günlük politika, hukuk, ekonomi ve eğitim ile ilgili gelişmeleri ele aldığımı düzenli okurlarım bilirler. Bu sefer ki yazım, benim için ufuk açıcı bir gezinin notları niteliğinde olacak.

Zamanım ve olanaklarım elverdiğince özel aracımla, motorumla veya tur organizasyonları ile yurt içi ve yurt dışı geziler yapmayı önemsiyorum. Bu gezilerden edindiğim gözlem ve deneyimlerimin, ülkemde olup bitenleri ve toplumsal paradigmalarımızı çözümleme-yorumlama potansiyelime önemli katkılarda bulunduğunu düşünüyorum.

Son altı ayda Yunanistan, İspanya, sonra Crius Gemi turu ile Yunanistan adaları, ardından Almanya ve son olarak Rusya-Moskova gezileri yaptım. 1-5 Haziran tarihleri arasında katıldığım Moskova gezisi, diğer gezilerimden oldukça farklı ve özeldi. Bu farklılık hem gezinin içeriğinden, hem geziyi organize edenlerden hem de Rusya şehrinin şaşırtıcı güzelliklerinden kaynaklanıyor.

Foto 1

Moskova gezimiz, emekli Emniyet Müdürü Ömer Kılıç önderliğindeki 1974 Polis Koleji mezunları ve eşlerinin oluşturduğu kapalı bir grup olarak planlandı. Davet sahibi (kolejli) Ali Galip Savaşır ve devre arkadaşları Polis Kolejinden mezuniyetlerinin 50’inci yıllarını kutlama ile Nazım Hikmet’i anma etkinliklerini birleştirince buluşma yeri Moskova oldu. Kolejli olarak kendilerinden 10 devre geride olan beni de aralarına kabul ederek onurlandılar.

NAZIM’I ANMA ETKİNLİKLERİNE BÜYÜKELÇİMİZ DE KATILDI

Dört günlük gezi programı Nazım Hikmet’i anma etkinlikleri ağırlıklıydı. Etkinlikler kapsamında 2 Haziran’da sanatçı Serenad Bağcan, Nazım Hikmet temalı bir  konser verdi. Bağlama virtüözü Erdem Şimşek’in de katıldığı harika konserde bazı şarkılara Zülfü Livaneli de eşlik etti.

Foto 2 (1)

Türkiye’de bir dönem şiirleri yasaklanan, vatandaşlıktan çıkartılan “hain” Nazım’ı anma etkinliklerinde Türk devleti de vardı! 3 Haziran’da Nazım’ın kabri başında yapılan anma töreninde ve Moskova Nazım Hikmet Kültür Merkezinin açılışında Türkiye Devletini Moskova Büyükelçisi Tanju Bilgiç temsil etti.

Foto 2 B

 Bu etkinliklere Rusya Federasyonu Devleti adına da Moskova Belediyesi Kuzey Bölgesi Kültür İdaresi Müdiresi Aleksandra İlyina katıldı. Kültür Merkezinin açılışında verdikleri katkı sebebiyle Aleksandra İlyina'ya  Vakıf Özel Dostluk Ödülü verildi.

Foto 3

Sözcü Gazetesi yazarı ve Sözcü TV programcısı deneyimli gazeteci İpek Özbey ve Sözcü TV Genel Müdürü Alişer Delek geziyi baştan sona takip ettiler. İpek Özbey’in Nazım Hikmet’in kabri başında üstat Zülfü Livaneli ile gerçekleştirdiği röportajı ve bu geziye ilişkin gözlemlerini içeren yazısı Sözcü’de yayımlandı.

Foto 4

MOSKOVA ŞEHRİ BİZİ ŞAŞIRTTI

Foto 5

Moskova şehri temizliği, düzenliliği ve görkemli yapıları ile hepimiz olumlu anlamda şaşırttı. Şehir tarihi dokusunu titizlikle korurken son derece planlı ve modern tarzda büyümesini devam ettiriyor. Şaşırtıcı genişlikteki caddeleri, çok yaygın yeşil alanları, park ve bahçeleri, yaygın metro ağı ve trafiğin düzenli akışı dikkatimizi çeken unsurlardı. Merkezi 11 milyon, banliyöleri ile 18 milyon nüfusun yaşadığı bu şehirde herhangi bir karmaşa, keşmekeşlik ve bakımsızlık yoktu.

Şehri gezerken, (şehir panolarındaki askerliğe çağrı afişleri hariç) halen aktif savaşta olan bir ülkede olduğumuza ilişkin bir emare görmedik. Rusya’ya uygulanan uluslararası ambargoyu ise, kredi kartlarımızı kullanamayınca hissettik. Ülkede instagram ve facebook gibi sosyal medya aplikasyonlarının çalışmadığını da not etmek gerekiyor.

1402’LİK ALİ GALİP SAVAŞIR’IN NAZIM HİKMET SEVDASI

Bilindiği gibi, büyük Türk şairi Nazım Hikmet soğuk savaş döneminin politik atmosferinde zorlama gerekçelerle 1938-1950 yılları arasında 12 yıl hapis yattı. Çıktıktan sonra da gördüğü ağır siyasi baskılar ve can güvenliği riski sebepleriyle gönüllü sürgünü tercih etti. 1951 yılında Rusya’ya gitti, burada 10 yıl yaşadı ve 3 Haziran 1961’de Moskova’da hayatını kaybetti.

Türkiye ve Rusya arasında kültürel bir köprü niteliğinde olan Moskova Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı, 2019’da Rusya Federasyonu’nun başkenti Moskova’da kuruldu. Vakfın kurucu Başkanı Ali Galip Savaşır Polis Koleji ve Polis Akademisi mezunu eski bir polis amiri. 12 Eylül darbesi sonrasındaki meşhur 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu mağdurlarından. Yani, baskıcı askeri cunta yönetiminin kamu hizmetinden attığı sakıncalı “1402’likler”den kendisi!

Foto 6

Ali Galip ağabey zeki adam, hırslı adam. Meslekten atıldı diye yaşama küsecek değil ya! Zaten ikinci bir üniversite de bitirmiş. Hemen iş dünyasına giriyor. İthalat-ihracat derken 30 yıl önce Moskova’ya gidiyor ve burada yerleşip işlerini daha da geliştiriyor. Bugün Rusya’da önemli bir iş insanı olan Savaşır geldiği topraklarla, içinde yetiştiği polis Koleji camiasıyla ve düşünsel yaşamında önemli etkisi olan Nazım Hikmet Ran ile ilişkisini sürekli geliştiriyor.

Foto 7

Her yıl yapılan anma etkinlilerinin baş konuğu ve Nâzım Vakfının onursal Başkanı Zülfü Livaneli’nin tanımı, Ali Galip Savaşır’ın yaşamının tam özetiydi: “Ali Galip savaşmayı sevmez ama savaşırsa da iyi savaşır… ve galip gelir.”

LİVANELİ’NİN KASETİ POLİS AKADEMİSİNDE ÖĞRENCİ SİCİLİMİN BOZMA SEBEBİ OLDU!

Foto 8

Yemekli toplantıdaki konuşmalarda, Zülfü Livaneli’nin benim yaşamıma olan etkisi ile ilgili şu anımı paylaştım. Polis Akademi öğrencilik yıllarımda, 1983’de Livaneli’nin Ada albümü çıkmıştı. 12 Eylül sonrasının çorak kültürel ikliminde heyecanla aldığım bu albümü okula getirdim. Benden sonra kaseti walkman ile dinleyen bir arkadaşımı (dönemin Fetöcü okul idarecisi) komiserlerden birisi yakaladı. Livaneli’nin kasetini kimler dinlediyse hepsi hakkında soruşturmalar başlatıldı ve rütbe terfilerimizi etkileyen cezalar verildi, hepimizin sicilini bozdular. Sonraki yıllarda bu disiplin ve sicil cezalarını (o zaman gerçekten bağımsızlığını koruyan) idari yargı mahkemelerine açtığımız davalarla iptal ettirip terfi haklarımızı geri aldık. Anımı aktarmayı bitirirken “… sonuçta Zülfü Livaneli benim sicilimi bozdurdu” esprim ve onun vedalaşırken “bunun için özür dilerim” yanıtı kahkahalara sebep oldu.

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNİN POLİS MÜDÜRLERİNDEN NAZIM HİKMET’E SAYGI

Foto 9

Bu ülkede her dönemde, resmi sav ve görüşlere aykırı duran aydın ve sanatçılarla devletin usanmadan uğraştığını bilmeyen yoktur. Özellikle iki bloklu dünyada soğuk savaşın yoğun yaşandığı dönemlerde bu baskılar uç noktalara taşınmıştır.

Bu baskıcı dönemlerde aktif görevlerde bulunan polis yöneticileri emekli olduktan sonra, Nazım Hikmet’in Moskova’daki kabrine ölüm yıl dönümünde karanfiller koyarak saygı ve sevgilerini gösterdiler. Üstelik bu anma törenine Türkiye Devleti de Büyükelçisi ile katılım gösterdi. Sadece bu gelişme bile; bu ülkede illegal ile legalin, hain ile kahramanın, suçlu ile mağdurun, dostla düşmanın her an yer değiştirebileceğinin bir kanıtı olarak kayıtlara geçti.

BU ÜLKEDE KİM HAİN KİM KAHRAMAN?

Bu ülkede resmi ideoloji karşısında görülen nerdeyse tüm siyasal ve inançsal gruplar devletin dayağını yemiştir, bazıları yemediyse de sıraları henüz gelmemiştir! İşin garibi; resmi ideoloji de durduğu yerde durmaz, her dönem kılık ve nitelik değiştirebilir.

Günlük popüler siyasetin etkisi çerçevesinde ülkemizde tüm etiketler, yaftalar, roller ve misyonlar inanılmaz hızla ters yönde değişebiliyor. İşin asıl garibi de; bu kavramların kısa sürede yer değiştirmesinin kimseye çok da garip gelmemesi değil midir?

Bir dönem tam bağımsızlıkçı Kemalist olan devlet bir sonraki dönemde Amerikancı ve Nato’nun ileri karakolu olabilir. Bir dönem “gardırop Atatürkçüsü” olan devlet sonraki dönem İslamcı olabilir. “Çözüm süreci” dedikleri bir dönem “analar ağlamasın”cı olan ve “tüm milliyetçilikleri ayaklar altına alan” devlet sonraki dönemde “kızıl elma”cılığa ve milliyetçiğin uçlarına savrulabilir.

Hain ilan edilip idam edilen siyaset, fikir ve devlet adamları; sürgün edilen yazar-çizer, şair ve aydınlar bir dönem sonra kahraman ilan edilip anıt mezarlara konabilirler. Türk, Kürt, sosyalist, milliyetçi-turancı, İslamcı, dinsiz vb. fark etmez. Her tür ideoloji veya inanç gurubundan insanların siyasal konjonktüre göre düşmanlaştırılıp sonra affedilmeleri garabetini bu ülke insanları keşke bu kadar kanıksamış olmasalardı.

SİYASETİN EMRİNDEKİ BÜROKRASİ ÖNCELİKLE VİCDANINA KARŞI SORUMLUDUR

Dönemlik siyasi konjonktürün kılıcını sallamak “vatanseverlik” değildir. “Yukarının emridir” diye siyasi talimatları sorgulamadan dikte eden idari ve adli bürokrasi, yapıp eylediklerinin doğruluğundan o kadar da emin olmasalar keşke. Ve bugün bizi yönetenler ve siyasetin emrindeki bürokrasi yanlış ile doğrunun, hain ile vatanseverin bu ülkede çok hızlı yer değiştirebildiği gerçeğini bugünden kavrayabilselerdi ülkemiz çok daha yaşanır olmaz mıydı?

Bugün Devlet gücünü hukuk ve vicdan tanımaz şekilde kullananlar, değişen siyasi atmosfer sonrası geriye baktıklarında çocuklarına, torunlarına ve (varsa) vicdanlarına hesap vermek zorunda kalabilirler. Bir dönemin “vatan haini” Nazım’ı Moskova’daki kabri başında saygıyla anan Türkiye Devletinin dünkü ve bugünkü yöneticileri ve temsilcileri, yukarıdaki savlarımızı kanıtlamaya yeterli değil midir?