Ülkemizde gözler önünde gelişip büyüyen çok katmanlı ciddi sorunları toplumun büyük çoğunluğu aldırmadan izler. Her an olası çarpıcı bir vaka patlayıp gerçeklik suratlara çarpınca, görmezden gelinen büyük sorunun can yakan ciddiyeti daha sert fark edilir. Ülkemizde toplumun ciddi sorunlarına duyarlılık seviyesi, sıcak gündemin değişim hızı kadardır ancak. Patlayan olay sonrası bu ciddi sorun bir süre daha yoğun konuşulur, sonra yeni sıcak gündemler önceki ciddi sorunu yavaşça unutturur, bu döngü ülkemizde böyle sürer gider… Her an beklenen büyük İstanbul depreminin ciddiyetini orta şiddette bir sarsıntının derhal anımsatması ve kısa süre sonra unutulması da buna bir örnektir.

Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın cemaat ve aile baskısı sebepleriyle intiharı ve ardında bıraktığı mesajlar bugünlerde bir süreliğine sıcak gündemin ilk sıralarını aldı. Anlayabilenler için bu olay toplumun suratına atılan bir “uyan artık” tokadı niteliğinde idi.

Enes veda videosunda bağırmadı, yalvarmadı, bir şey talep etmedi; yalnızca yaşadıklarını, hissettiklerini ve çaresizliğini paylaştı. Sakince çığlığını attı ve ardından dünyaya veda etti. Çığlığın asli ve feri faillerinin başlıca yaptıkları ise; bu çığlığın duyulmasının, yayılmasının engellenmesi ve olayın sıradanlaştırılması gayreti oldu.

MASKELİ ŞOV DİNSİZLİĞİ TEŞVİK, CEMAAT FAALİYETLERİ İSE DEMOKRASİ
Ülkede cemaat ve tarikatların devlet destekli yoğun faaliyetlerinin “fikir, inanç ve ibadet özgürlüğü” koruma zırhı ardında, hukuki denetimlerin tümüyle dışında yürütüldüğünü herkes bilir. Bu fiili defacto durumun ülkeye, gençliğe ve geleceğimize verdiği/ vereceği zararları, olası tehlikeleri dile getirenlere de kulak asılmaz. Daha da ötesi, bu uyarıyı yapmaya kalkanlar derhal şeytanlaştırılır, “milletin değerlerine saygı duymayan kâfir” ilan edilir.

Kızlı erkekli bir araya gelinen öğrenci evlerine göz yumulamayacağını ilan edenler, iş cemaat-tarikat öğrenci evlerinin kontrolüne gelince, bunun “demokrasi” ile bağdaşmayacağını söylüyorlar. TV’de maskeli şov programına “satanizmi teşvik ediyor” diye el atan devlet, on binlerce cemaat yurdu ve evlerinde öğrencilerin zihinlerine neler sokulduğunu merak etmiyor ve denetlemeyi reddediyor.

Enes’i intihara sürükleyen ülke gerçeklerinin bu vesile ile toplum tarafından değişik yönleriyle tartışmaya açılması son derece hayırlı olmaktadır. Bu yazımda sorunu, konunun dört tarafı olan 1. Devlet, 2. cemaat, 3. aile ve 4. gençlik boyutları üzerinden irdelemeye çalışacağım.

1. CEMAATLERİN BAŞ HAMİSİ: DEVLET
Yasal hiçbir zemini olmamasına rağmen bugün ülkedeki tarikat ve cemaatlere tek denetim, reise açıktan biat ve destekleri olup olmadığı çerçevesindedir. Bu desteği vermeyen Furkan vakfı ve Alparslan Kuytul’un nasıl süründürüldüğü biliniyor.

Enes olayı ardından devleti yöneten iktidar tam da bekleneni yaptı. AKP Meclis Grup Başkan vekili Cahit Özkan intiharın gerçekleştiği yerin cemaat evi değil, sıradan bir öğrenci evi olduğunu söyledi. AKP’li vekil Mustafa Levent Karahocagil ise intiharı “dış güçlerin ülkemiz içindeki oyunları” olarak değerlendirdi!

Tümüyle dinselleşen, ticarileşen ve hezimet yaşanan milli eğitimin çöküşünün temel sebeplerinden birisi de, cemaatlerin bu alanda rahatça at koşturmasına izin verilmesidir. Bu gayrimeşru işbirlikleri ve diğer kasıtlı yanlış politikalar sonucunda milli eğitim sisteminin kurumsal alt yapısı iyice tahrip edildi. Milli ve evrensel olmaktan uzaklaştırılan eğitim sistemi, gelecek nesilleri de etkileyecek düzeyde kalıcı hasara uğratıldı.

2. TÜM TARİH BOYUNCA EN SERBEST HALDEKİ CEMAATLER
Sadece Cumhuriyet dönemi değil, Osmanlı döneminden beri cemaat ve tarikatların bu kadar serbestçe faaliyetlerine izin ve teşvik verilen böylesi bir dönem olmamıştı. Bu oluşumların tümü iktidarla işbirliği ve karşılıklı (simibiyotik) destek anlayışı içinde bugünlere gelebildiler. Enis’in intihar ettiği öğrenci yurdunun sahibi Said-i Nursi öğretisine bağlı Nakşibendîliğin Meşveret kolunun da iktidara desteği biliniyor.

Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. Esergül Balcı 'Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği' adlı bir araştırma yürüttü ve bu sebeple geçirdiği idari soruşturma sonrası görevi sonlandı. Bu araştırmaya göre Türkiye'de 30 tarikat silsilesi ve bunlara bağlı 400 kol bulunuyor. İstanbul'da 445 tekke, ülke çapında 800'ü aşkın medrese faaliyet gösteriyor. Büyük şehirlerde kaç apartman medresesi var, belli değil. Dört bin özel yurdun 2480'i bir tarikatla bağlantılı. Bu yerlerde ortaya çıkan sayısız tacizler, tecavüzler, yangın, kaza ve cinayet sonucu ölüm olayları bilindiği gibi derhal örtbas ediliyor, hepsine de yayın yasakları getiriliyor.

Bu öğrenci yurtlarında ve evlerinde gençlere konaklama hizmeti karşılığında cemaat öğretileri zorla öğretiliyor ve ömürleri boyu sürecek bir mensubiyet duygusu aşılanıyor. Bu gençlerin sayılarının çokluğu seviyesinde güçlü görünen tarikat ve cemaatler iktidarlardan ihale, kadro vb. gibi çeşitli menfaatler devşiriyorlar.

3. TARİKAT VE CEMAATLERİN KUCAĞINA İTİLEN AİLELER
Eğitim çağındaki çocuklarını cemaatlere teslim eden ailelerin bir kısmı özellikle maddi yetersizlikleri sebebi ile bu karara varıyor. Bir kısmı ise çocuklarının başka bir şehirde güvenli bir ortamda ve dinini öğrenerek yetişmesi için bu tercihte bulunuyorlar. Yeterli yurt yapmayarak, var olan meşru-gayrimeşru yurtları ve evleri denetlemen devlet ailelerin çocuklarını bu cemaatlere teslimini her şekilde teşvik ediyor.

Enes’in babasının açıklamalarından, yaşanan trajedi konusunda kendisinde bir pay görmediğini, her şeyin en doğrusunu yaptığına inandığını anlıyoruz. 25 yıldır Risale-i nur okuduğunu, bundan bir zarar görmediğini söylüyor. Daha ne zarar görebilirdi ki? Çocuğunun kaybının görebileceği zararların en büyüğü olduğu gerçeğini dahi kavrayamadığını anlıyoruz. Geride kalan imam hatipli iki kız kardeşin dayatılmış ve daraltılmış yaşamlarının aynı kalıplar içinde ve belki de daha sıkılaşarak süreceğini tahmin etmek zor değil.

4. CEMAATLERE TESLİM EDİLEN MAĞDUR GENÇLER
Devlet, aileler ve cemaatler ekseninde oluşturulan döngünün edilgeni ve yegâne mağduru ise; hayatları, umutları, gelecekleri ellerinden gasp edilen gençler oluyor. Onlara hayattan ne bekledikleri, hangi okulu okumak ve hangi mesleği seçmek istedikleri, nasıl bir yaşam sürdürmek istedikleri sorulmuyor. Hangi okulu nerede okuyacakları, hangi yurtta veya evde kimlerin emrinden çıkmadan yaşayacakları sadece dikte ediliyor. Gençlerin haklarını savunacak, koruyup kollayacak devlet ve iktidar bu çağdışı döngünün asli koruyucusu olunca, gençlerin çaresizliği iyice perçinleniyor.

Cemaatlere teslim edilen gençlerin farklı uğraş ve arayışlarına fırsat bırakmamak için yirmi dört saatleri kontrol altında tutuluyor. Tüm zamanları ibadet, din eğitimi ve en önemlisi cemaatin ideolojik beyin formatlama faaliyetleri ile dolduruluyor. Böylece gençlere gün içerisinde bireysel zaman bırakmamaya çok özen gösteriyorlar.

Kendilerine dayatılanları benimseyemeyen gençlerde düzeltilmesi gereken bir “yanlışlık olduğuna inanıyor aile ve cemaat. İnancı zayıfladığından endişe duyulduğu için Enes’in de bir “ikna ve rehabilitasyon” sürecine tabi tutulduğu anlaşılıyor. Gencin kendisine dayatılan fikirsel çerçeveyi kabul etmeyebilme olasılığını akıl ve havsalaları almıyor.

Enes’in trajik hikâyesinden aile ve cemaat bir ders çıkartmışlarsa, bu ders ancak “biz bu çocuğu neden ikna edemedik” düzeyinde oluyor. Nitekim baba son açıklamasında intiharın sebebinin cemaat değil, Enes’in ateist arkadaşları olduğunu söyledi. Enes’in giderken attığı çığlığı ailesinin bile duymamış, duyduysa da anlamamış olması trajedinin daha da katlanması olmuyor mu?

BİTMEYEN İKNA ODALARI SÜREÇLERİ
Aile ve cemaatin birlikte yürüttüğü ve devletin de yol verdiği bu endoktrine faaliyetleri hiç de “gençler dinini öğreniyor” olumlaması içine sığdırılarak normalleştirilemez. Bu süreç, 28 Şubat sürecinde “ikna odaları”nda başları açtırılan üniversiteli kız öğrencilerin maruz bırakıldığından çok daha ağır, uzun ve nerdeyse kurumsallaşmış düzeyde sürdürülüyor.

Bu olay sonrası tüm cemaatlere ve teşkilatlara talimatlar gitmiştir bile. “Cemaate emanet edilmiş ama ‘intibak’ problemi yaşayan gençlerle daha yakından ilgilenilmesi, ehil hocalar tarafından dini telkinlerin daha özenli yürütülmesi” gibi tedbirler alınmaya başlamıştır belki de!

Muhalefet cephesine bakınca da çok ümitli olamıyoruz ne yazık ki! CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun konu ile ilgili son derece çekingen değerlendirmeler yapması, konuyu sadece devletin yeterli öğrenci yurdu yapmaması çerçevesine sıkıştırması şaşkınlık yarattı. “Dini eğitimin zorla verildiği bu tür yurtların çoğunda maalesef anlayış, merhamet, pedagoji, kişisel sorunlarla ilgilenme yoktur” diyen iktidar medyasının has kalemlerinden Ahmet Hakan’dan bile geriye düşmüş oldu Kılıçdaroğlu. Muhalefetin “aman bize din düşmanı demesinler” çerçevesindeki aşırı hassasiyeti, olayın vahametinden kaygı duyanların umutsuzluğunu daha da artırmaktadır.

Enes’in gitmeden önce attığı son çığlığın asıl muhataplarına ulaşamadığını üzülerek görüyoruz. Enes’in yaşamına son vermesinin sebebi olan devlet destekli cemaat ve aile dayatmalarından bir adım dahi geri atılmayacağından keşke bu kadar emin olmasaydık!